Kur'an-ı Kerim - Erhan Aktaş

 
00:00
Örnek: 33
Örneğin: Cennet
Sûre İsmi: 016. Nahl - (Arı) An-Nahl – النحل
S/A Türkçe - Erhan Aktaş Arapça Ano
16/84

Her ümmetten(1) bir tanık getirdiğimiz gün, artık Kâfirlere izin verilmez. Onlardan özür dilemeleri de istenmez.

وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِن كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا ثُمَّ لَا يُؤْذَنُ لِلَّذِينَ كَفَرُوا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ

1985
16/85

Zûlmeden kimseler, azâpla karşı karşıya kaldıklarında, artık onlardan azâp hafifletilmez. Ve onlara fırsat da verilmez.

وَإِذَا رَأَى الَّذِينَ ظَلَمُوا الْعَذَابَ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ وَلَا هُمْ يُنظَرُونَ

1986
16/86

Şirk koşanlar, şirk koştuklarını gördüklerinde: “Rabb’imiz! İşte bunlar, Senin yanın sıra istekte bulunduğumuz, yakardığımız ortaklarımız.” diyecekler. Şirk koşulanlar da: “Siz, kesinlikle yalan söyleyenlersiniz.” diyerek, onları yalanlarlar.

وَإِذَا رَأَى الَّذِينَ أَشْرَكُوا شُرَكَاءَهُمْ قَالُوا رَبَّنَا هَٰؤُلَاءِ شُرَكَاؤُنَا الَّذِينَ كُنَّا نَدْعُو مِن دُونِكَ ۖ فَأَلْقَوْا إِلَيْهِمُ الْقَوْلَ إِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَ

1987
16/87

O Gün, Allah’a teslim olurlar. Uydurdukları şeyler, yüzüstü bırakarak onlardan uzaklaşırlar.

وَأَلْقَوْا إِلَى اللَّهِ يَوْمَئِذٍ السَّلَمَ ۖ وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ

1988
16/88

Allah’ın yolundan alıkoyan Kâfirlere, yaptıkları bozgunculuk nedeniyle azâp üstüne azâp katarız.

الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَن سَبِيلِ اللَّهِ زِدْنَاهُمْ عَذَابًا فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ

1989
16/89

Biz, O Gün, her ümmet için kendi aralarından üzerlerine bir tanık getireceğiz. Seni de teslim olanlar için(1) yol gösterici, rahmet ve haber verici olarak sana indirdiğimiz Kitâp ile her şeyin açıklandığına dair bunlara tanıklık yapman için getireceğiz.

وَيَوْمَ نَبْعَثُ فِي كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا عَلَيْهِم مِّنْ أَنفُسِهِمْ ۖ وَجِئْنَا بِكَ شَهِيدًا عَلَىٰ هَٰؤُلَاءِ ۚ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِّكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرَىٰ لِلْمُسْلِمِينَ

1990
16/90

Allah; adaleti, ihsanı(1) ve yakınlarınızda olanlara yardım etmeyi, buyurmakta; fahşâdan(2), münkerden(3) ve beğyiden(4) men etmektedir. İyice anlayıp tutmanız için size öğüt veriyor.

۞ إِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْإِحْسَانِ وَإِيتَاءِ ذِي الْقُرْبَىٰ وَيَنْهَىٰ عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ ۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

1991
16/91

Söz verdiğiniz zaman, verdiğiniz sözü Allah için tutun. Allah’ı kendinize kefil kılarak, pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Allah ne yaptığınızı bilir.

وَأَوْفُوا بِعَهْدِ اللَّهِ إِذَا عَاهَدتُّمْ وَلَا تَنقُضُوا الْأَيْمَانَ بَعْدَ تَوْكِيدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللَّهَ عَلَيْكُمْ كَفِيلًا ۚ إِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ

1992
16/92

İçinizden bir topluluğun başka bir topluluktan daha ribâlı(1) olmasından etkilenerek, yeminlerinizi aldatma amacıyla; ipliğini sağlamca eğirdikten sonra, onu geri çözüp bozan kadın gibi olmayın. Allah, sizi bununla(2) sınıyor. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyler, kıyâmet günü size açıklanacaktır.

وَلَا تَكُونُوا كَالَّتِي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِن بَعْدِ قُوَّةٍ أَنكَاثًا تَتَّخِذُونَ أَيْمَانَكُمْ دَخَلًا بَيْنَكُمْ أَن تَكُونَ أُمَّةٌ هِيَ أَرْبَىٰ مِنْ أُمَّةٍ ۚ إِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللَّهُ بِهِ ۚ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ

1993
16/93

Allah, dileseydi(1) sizi tek bir ümmet(2) yapardı. Fakat Allah hak edeni3 saptırır, hak edeni(3) de doğru yola iletir. Siz, yaptığınız her şeyden sorumlu tutulacaksınız.(4)

وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَٰكِن يُضِلُّ مَن يَشَاءُ وَيَهْدِي مَن يَشَاءُ ۚ وَلَتُسْأَلُنَّ عَمَّا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ

1994
16/94

Yeminlerinizi, aranızda aldatma ve bozgunculuğa araç yapmayın. Yoksa yere sağlam bastıktan sonra(1) ayak kayar. Allah’ın yoluna engel olduğunuzdan dolayı kötülükle karşı karşıya kalırsınız. Ve büyük bir azâba uğrarsınız.

وَلَا تَتَّخِذُوا أَيْمَانَكُمْ دَخَلًا بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا وَتَذُوقُوا السُّوءَ بِمَا صَدَدتُّمْ عَن سَبِيلِ اللَّهِ ۖ وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ

1995
16/95

Allah’ın ahdini(1), küçük bir çıkara değiştirmeyin. Şâyet bilirseniz, Allah’ın yanındaki ödülünüz daha iyidir.

وَلَا تَشْتَرُوا بِعَهْدِ اللَّهِ ثَمَنًا قَلِيلًا ۚ إِنَّمَا عِندَ اللَّهِ هُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ

1996
16/96

Sizin yanınızda olan şeyler tükenir, Allah’ın yanında olan şeyler ise tükenmez. Sabredenlere, ödüllerini yaptıkları şeylerin karşılığı olarak en iyi şekilde vereceğiz.

مَا عِندَكُمْ يَنفَدُ ۖ وَمَا عِندَ اللَّهِ بَاقٍ ۗ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذِينَ صَبَرُوا أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

1997
16/97

Erkek ve kadın, Mü’min olarak kim sâlihâtı yaparsa(1), ona hoş, temiz bir hayat yaşatırız. Kesinlikle yaptıklarının karşılığını daha iyisiyle veririz.

مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَىٰ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً ۖ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

1998
16/98

Kur’an okuduğun zaman, râcim(1) şeytândan Allah’a sığın.(2)

فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

1999
16/99

Kuşkusuz, îmân etmiş ve Rabb’lerine tevekkül(1) eden kimseler üzerinde, onun bir sûltanlığı(2) yoktur.

إِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَعَلَىٰ رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ

2000
16/100

Onun sûltanlığı,(1) ancak kendisini veli(2) edinen ve Allah’a ortak koşan kimseler için söz konusudur.

إِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذِينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذِينَ هُم بِهِ مُشْرِكُونَ

2001
16/101

Biz, bir âyeti, başka bir âyetle değiştirdiğimiz(1) zaman: “Allah ne indirdiğini bilirken,(2) sen kesinlikle uyduruyorsun.” derler. Hayır, onların çoğu gerçeği bilmiyor.

وَإِذَا بَدَّلْنَا آيَةً مَّكَانَ آيَةٍ ۙ وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُوا إِنَّمَا أَنتَ مُفْتَرٍ ۚ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

2002
16/102

De ki: “Îmân Edenlerin; îmânlarını pekiştirmek, Müslimlere kılavuz ve müjde olmak üzere, Rabb’inden, Hakk ile o Kudus’un Rûhu(1) çokça(2) indi.”

قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِن رَّبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذِينَ آمَنُوا وَهُدًى وَبُشْرَىٰ لِلْمُسْلِمِينَ

2003
16/103

Ant olsun ki Biz, onların: “Ona ancak bir beşer(1) öğretiyor.” dediklerini biliyoruz. Kastettikleri kimsenin dili yabancıdır. Bu ise apaçık bir Arapça’dır.

وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّهُمْ يَقُولُونَ إِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌ ۗ لِّسَانُ الَّذِي يُلْحِدُونَ إِلَيْهِ أَعْجَمِيٌّ وَهَٰذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُّبِينٌ

2004
16/104

Allah, Allah’ın âyetlerine îmân etmeyenleri doğru yola iletmez. Ve onlar için çok acı bir azâp vardır.

إِنَّ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ لَا يَهْدِيهِمُ اللَّهُ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

2005
16/105

Ancak, Allah’ın âyetlerine îmân etmeyenler yalan uydururlar. Zaten onlar, yalancıların ta kendileridir.

إِنَّمَا يَفْتَرِي الْكَذِبَ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ ۖ وَأُولَٰئِكَ هُمُ الْكَاذِبُونَ

2006
16/106

Kalbi îmân ile yatışmış olduğu halde, -baskı ile inkâra zorlanan kimse hariç- kim îmânından sonra Allah’ı küfrederse ve kim küfre göğüs açarsa, bilsin ki Allah’ın gazâbı onların üzerinedir. Bunlar için büyük bir azâp vardır.

مَن كَفَرَ بِاللَّهِ مِن بَعْدِ إِيمَانِهِ إِلَّا مَنْ أُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْإِيمَانِ وَلَٰكِن مَّن شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِّنَ اللَّهِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ

2007
16/107

Bunun nedeni, onların dünya hayatını sevip onu âhirete tercih etmeleridir. Allah, Kâfir halkı doğru yola iletmez.

ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمُ اسْتَحَبُّوا الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى الْآخِرَةِ وَأَنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ

2008
16/108

İşte onlar, Allah’ın kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Onlar, gâfil olanların ta kendileridir.

أُولَٰئِكَ الَّذِينَ طَبَعَ اللَّهُ عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ وَسَمْعِهِمْ وَأَبْصَارِهِمْ ۖ وَأُولَٰئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ

2009
16/109

Kuşkusuz onlar, âhirette hüsranda olanlardır.

لَا جَرَمَ أَنَّهُمْ فِي الْآخِرَةِ هُمُ الْخَاسِرُونَ

2010
16/110

Sonra, Rabb’in, zûlme uğrayıp hicret etme zorunda kalan, ardından da cihat edip, sabredenlerin(1) yanındadır. Rabb’in, onlara karşı Çok Bağışlayıcı’dır, Rahmeti Kesintisiz’dir.

ثُمَّ إِنَّ رَبَّكَ لِلَّذِينَ هَاجَرُوا مِن بَعْدِ مَا فُتِنُوا ثُمَّ جَاهَدُوا وَصَبَرُوا إِنَّ رَبَّكَ مِن بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ

2011
16/111

O Gün gelir ve herkes kendi canını kurtarmak için çabalar. Herkese, yaptığı şeylerin karşılığı tastamam ödenir. Onlara asla haksızlık edilmez.

۞ يَوْمَ تَأْتِي كُلُّ نَفْسٍ تُجَادِلُ عَن نَّفْسِهَا وَتُوَفَّىٰ كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

2012
16/112

Allah, güvenli ve her yönden tatmin olmuş bir kenti örnek verdi. Oraya, her yerden bol bol rızık geliyordu. Ne var ki, Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler. Bunun üzerine Allah da onlara kaypaklıkları nedeniyle açlık ve korku elbisesini tattırdı.(1)

وَضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا قَرْيَةً كَانَتْ آمِنَةً مُّطْمَئِنَّةً يَأْتِيهَا رِزْقُهَا رَغَدًا مِّن كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتْ بِأَنْعُمِ اللَّهِ فَأَذَاقَهَا اللَّهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ

2013
16/113

Ant olsun ki, onlara, içlerinden bir Resûl geldi. Fakat onu yalanladılar. Bunun üzerine onları azâp yakaladı. Onlar zâlimlerdir.

وَلَقَدْ جَاءَهُمْ رَسُولٌ مِّنْهُمْ فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمُ الْعَذَابُ وَهُمْ ظَالِمُونَ

2014
16/114

Eğer Allah’a kulluk ediyorsanız, Allah’ın nimetine şükredin. Allah’ın size verdiği rızıklardan helâl ve temiz olarak yiyin.

فَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللَّهُ حَلَالًا طَيِّبًا وَاشْكُرُوا نِعْمَتَ اللَّهِ إِن كُنتُمْ إِيَّاهُ تَعْبُدُونَ

2015
16/115

Allah, size harâm kıldı: ölmüş hayvan etini, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilenleri(1) Ancak kim mecbur kalırsa(2) haddi aşmadığı ve hakkı çiğnemediği takdirde yiyebilir.(3) Kuşkusuz Allah, Çok Bağışlayıcı’dır, Rahmeti Kesintisiz’dir.

إِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ ۖ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

2016