Kur'an-ı Kerim - Erhan Aktaş

 
00:00
Örnek: 33
Örneğin: Cennet
Sûre İsmi: 016. Nahl - (Arı) An-Nahl – النحل
S/A Türkçe - Erhan Aktaş Arapça Ano
16/20

Onların, Allah’ın yanı sıra dûa1 ettikleri, bir şey yaratamazlar. Kendileri yaratılmışlardır.

وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ لَا يَخْلُقُونَ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ

1921
16/21

Diri değil, ölüdürler. Diriltilecekleri zamandan habersizdirler.

أَمْوَاتٌ غَيْرُ أَحْيَاءٍ ۖ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ

1922
16/22

Sizin ilâhınız, bir tek ilâhtır. Buna rağmen, âhirete îmân etmeyenlerin kalpleri, bunu kabul etmez. Ve onlar büyüklenen kimselerdir.

إِلَٰهُكُمْ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ ۚ فَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ قُلُوبُهُم مُّنكِرَةٌ وَهُم مُّسْتَكْبِرُونَ

1923
16/23

Allah’ın, onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bildiğinden kuşku yok. Gerçek şu ki O, büyüklük taslayanları sevmez.

لَا جَرَمَ أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ ۚ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْتَكْبِرِينَ

1924
16/24

Onlara, “Rabb’inizin indirdiği şey nedir?” diye sorulduğu zaman, “Öncekilerin masalları!” derler.

وَإِذَا قِيلَ لَهُم مَّاذَا أَنزَلَ رَبُّكُمْ ۙ قَالُوا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ

1925
16/25

Kıyamet Günü, kendi yüklerinin tamamını ve saptırdıkları câhillerin yüklerinden bir kısmını, yüklenmiş olurlar. Dikkat edin! Yüklendikleri şey ne kötüdür!

لِيَحْمِلُوا أَوْزَارَهُمْ كَامِلَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۙ وَمِنْ أَوْزَارِ الَّذِينَ يُضِلُّونَهُم بِغَيْرِ عِلْمٍ ۗ أَلَا سَاءَ مَا يَزِرُونَ

1926
16/26

Onlardan öncekiler de düzen kurmuşlardı. Allah, onların yapılarını temelden yıktı, çatıları da tepelerine çöktü. Onlara, bu azâp, hesaba katmadıkları yerden geldi.(1)

قَدْ مَكَرَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَأَتَى اللَّهُ بُنْيَانَهُم مِّنَ الْقَوَاعِدِ فَخَرَّ عَلَيْهِمُ السَّقْفُ مِن فَوْقِهِمْ وَأَتَاهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ

1927
16/27

Sonra Kıyamet Günü, onları rezil edecek. Ve “Hani uğrunda ayrılığa düştüğünüz ortaklarım nerede?” diyecek. Kendilerine ilim verilenler, “Rezillik ve kötülük, bugün Kâfirlerin üzerinedir.” diyecek.

ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يُخْزِيهِمْ وَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنتُمْ تُشَاقُّونَ فِيهِمْ ۚ قَالَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ إِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالسُّوءَ عَلَى الْكَافِرِينَ

1928
16/28

Melekler, kendilerine haksızlık yapanların(1) canlarını alacakları zaman, onlar, teslimiyet içinde:(2) “Biz, kötü bir iş yapmadık.” dediler. Hayır! Kuşkusuz, Allah, yapmış olduğunuz şeyleri çok iyi bilendir.

الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ ظَالِمِي أَنفُسِهِمْ ۖ فَأَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِن سُوءٍ ۚ بَلَىٰ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ

1929
16/29

O halde, içinde ebedi kalıcılar olarak Cehennem’in kapılarından girin! Büyüklük taslayanlar için ne kötü bir yerdir orası.

فَادْخُلُوا أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا ۖ فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ

1930
16/30

Ve takvâ(1) sahiplerine: “Rabb’inizin indirdiği şey nedir?” denildi. “İyilik.” dediler. Bu dünyada, iyilik yapanlar için iyilik vardır. Ve elbette âhiret yurdu daha hayırlıdır. Takvâ sahiplerinin yurdu ne güzeldir.

۞ وَقِيلَ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا مَاذَا أَنزَلَ رَبُّكُمْ ۚ قَالُوا خَيْرًا ۗ لِّلَّذِينَ أَحْسَنُوا فِي هَٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ ۚ وَلَدَارُ الْآخِرَةِ خَيْرٌ ۚ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّقِينَ

1931
16/31

İçinden ırmaklar akan Adn Cennetlerine girerler. Orada, onlar için diledikleri şeyler var. İşte Allah, takvâ sahiplerini böyle ödüllendirir.

جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ۖ لَهُمْ فِيهَا مَا يَشَاءُونَ ۚ كَذَٰلِكَ يَجْزِي اللَّهُ الْمُتَّقِينَ

1932
16/32

Melekler, onların(1) canlarını tayyib(2) şekilde alırlar. “Selâm size. Yapmış olduğunuz iyi şeylere karşılık girin Cennete.(3)” derler.

الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ طَيِّبِينَ ۙ يَقُولُونَ سَلَامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُوا الْجَنَّةَ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ

1933
16/33

Kendilerine meleklerin gelmesinden veya Rabb’inin emrinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. Allah onlara haksızlık yapmadı. Fakat onlar kendilerine haksızlık yapıyorlardı.

هَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا أَن تَأْتِيَهُمُ الْمَلَائِكَةُ أَوْ يَأْتِيَ أَمْرُ رَبِّكَ ۚ كَذَٰلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ ۚ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللَّهُ وَلَٰكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

1934
16/34

Böylece yaptıklarının kötülükleri onlara isabet etti. Alay ettikleri şey kendilerini kuşattı.

فَأَصَابَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ

1935
16/35

Şirk koşanlar, “Eğer Allah dileseydi biz onun yanı sıra başkasına kul olmazdık. Babalarımız da olmazdı. Ne biz ne de babalarımız O’nun harâm kıldığından başka hiçbir şeyi harâm kılmazdık.(1)” dediler. Onlardan öncekiler de böyle yaptılar. Bu durumda Resûllerin üzerine düşen, vahyi apaçık bir şekilde tebliğden başkası değil.

وَقَالَ الَّذِينَ أَشْرَكُوا لَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا عَبَدْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ نَّحْنُ وَلَا آبَاؤُنَا وَلَا حَرَّمْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ ۚ كَذَٰلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ ۚ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ

1936
16/36

Ant olsun ki, Biz, her ümmete,(1) Allah’a kulluk etmeleri ve tâğûttan(2) uzak durmaları için bir resûl gönderdik. Allah onlardan kimini(3) doğru yola iletti, kimine(3) de sapkınlık hak oldu. Şimdi yeryüzünde gezin de yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bakın.

وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولًا أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَ ۖ فَمِنْهُم مَّنْ هَدَى اللَّهُ وَمِنْهُم مَّنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُ ۚ فَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ

1937
16/37

Sen, onların, doğru yola ermelerini ne kadar çok istersen iste; sapkınlıkta kararlı olanları Allah doğru yola iletmez. Onlar için bir yardımcı da bulunmaz.

إِن تَحْرِصْ عَلَىٰ هُدَاهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَن يُضِلُّ ۖ وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ

1938
16/38

“Allah, ölen bir kimseyi diriltmez.” diye olanca güçleriyle Allah’a yemin ettiler. Hayır! Allah’ın ölüleri diriltmesi kesin bir sözdür. Ancak insanların çoğu bu gerçeği kavramazlar.

وَأَقْسَمُوا بِاللَّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ ۙ لَا يَبْعَثُ اللَّهُ مَن يَمُوتُ ۚ بَلَىٰ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

1939
16/39

Karşı çıktıkları şeyin(1) onlara açıklanması ve Kâfirlerin yalancılar olduklarını bilmeleri için diriltileceklerdir.

لِيُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي يَخْتَلِفُونَ فِيهِ وَلِيَعْلَمَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّهُمْ كَانُوا كَاذِبِينَ

1940
16/40

Bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, sözümüz ona sadece, “Ol.” demektir. O da olur.(1)

إِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ إِذَا أَرَدْنَاهُ أَن نَّقُولَ لَهُ كُن فَيَكُونُ

1941
16/41

Zûlme uğramalarından sonra, Allah yolunda hicret eden kimseleri, kesinlikle dünyada iyi bir yere yerleştiririz. Âhiret ödülü ise daha büyüktür. Keşke hicretten geri kalanlar bunu bilselerdi!

وَالَّذِينَ هَاجَرُوا فِي اللَّهِ مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُوا لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً ۖ وَلَأَجْرُ الْآخِرَةِ أَكْبَرُ ۚ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

1942
16/42

Onlar,(1) sabreden kimselerdir. Rabb’lerine, tevekkül(2) edenlerdir.

الَّذِينَ صَبَرُوا وَعَلَىٰ رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ

1943
16/43

Senden önce de vahyimizi iletmede elçi olarak insandan(1) başkasını görevlendirmedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline(2) sorun.

وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ إِلَّا رِجَالًا نُّوحِي إِلَيْهِمْ ۚ فَاسْأَلُوا أَهْلَ الذِّكْرِ إِن كُنتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

1944
16/44

Onları(1) beyyinâtla(2) zeburlarla(3) gönderdik. Sana da zikri(4) indirdik. İnsanlara, kendilerine indirileni beyân edesin(5). Ki böylece düşünüp öğüt alırlar.

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ ۗ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

1945
16/45

Sana sinsice kötü tuzaklar kuranlar, Allah’ın, kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden veya ummadıkları bir yerden azâbın gelmeyeceğinden emin midirler?

أَفَأَمِنَ الَّذِينَ مَكَرُوا السَّيِّئَاتِ أَن يَخْسِفَ اللَّهُ بِهِمُ الْأَرْضَ أَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ

1946
16/46

Veya gezinip dururlarken, onları ansızın yakalamasından. Onlar, bunu engelleyemezler de.

أَوْ يَأْخُذَهُمْ فِي تَقَلُّبِهِمْ فَمَا هُم بِمُعْجِزِينَ

1947
16/47

Veya kendilerini, korku üzerinde yakalamayacağından. Buna rağmen, doğrusu Rabb’iniz, Çok Şefkatli’dir, Rahmeti Kesintisiz’dir.

أَوْ يَأْخُذَهُمْ عَلَىٰ تَخَوُّفٍ فَإِنَّ رَبَّكُمْ لَرَءُوفٌ رَّحِيمٌ

1948
16/48

Onlar, Allah’ın yarattığı şeylerden, herhangi bir şeye bakmazlar mı? Gölgelerinin; secde(1) ederek, saygıyla sağa sola dönüp O’nun yasalarına nasıl uyduklarını görmüyorlar mı?

أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَىٰ مَا خَلَقَ اللَّهُ مِن شَيْءٍ يَتَفَيَّأُ ظِلَالُهُ عَنِ الْيَمِينِ وَالشَّمَائِلِ سُجَّدًا لِّلَّهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ

1949
16/49

Göklerde ve yerde bulunan hareket halindeki varlıkların tamamı ve melekler büyüklenmeden, Allah’a secde ederler.(1)

وَلِلَّهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ مِن دَابَّةٍ وَالْمَلَائِكَةُ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ

1950
16/50

Kendilerine egemen olan Rabb’lerine karşı gelmekten korkarlar ve emrolundukları şeyleri yaparlar.

يَخَافُونَ رَبَّهُم مِّن فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ ۩

1951
16/51

Allah: “İki ilâh edinmeyin! O, ancak tek bir ilâhtır. O halde, yalnızca Bana rehbet(1) duyun.”

۞ وَقَالَ اللَّهُ لَا تَتَّخِذُوا إِلَٰهَيْنِ اثْنَيْنِ ۖ إِنَّمَا هُوَ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ ۖ فَإِيَّايَ فَارْهَبُونِ

1952