Al-Hijr—الحجر

nebbi' `ibâdî ennî ene-lgafûru-rraḥîm.

Türkçe:
Haber ver kullarıma: Hiç kuşkusuz benim, evet benim, Gafûr ve Rahîm.
İngilizce:
Tell My servants that I am indeed the Oft-forgiving, Most Merciful;
Fransızca:
Informe Mes serviteurs que c'est Moi le Pardonneur, le Très Miséricordieux.
Almanca:
TeileMeinen Dienern mit, daß ICH gewiß Der Allvergebende, Der Allgnädige bin,
Rusça:
Сообщи Моим рабам, что Я - Прощающий, Милосердный,
Arapça:
۞ نَبِّئْ عِبَادِي أَنِّي أَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kullarıma haber ver ki, gerçekten ben çok bağışlayıcı ve pek merhamet ediciyim.
Diyanet Vakfı:
(Resulüm!) Kullarıma, benim, çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu haber ver.

veenne `aẕâbî hüve-l`aẕâbü-l'elîm.

Türkçe:
Ama acıklı azabın ta kendisidir benim azabım.
İngilizce:
And that My Penalty will be indeed the most grievous Penalty.
Fransızca:
et que Mon châtiment est certes le châtiment douloureux.
Almanca:
und daß Meine Peinigung doch die qualvolle Peinigung ist.
Rusça:
но наказание Мое - наказание мучительное.
Arapça:
وَأَنَّ عَذَابِي هُوَ الْعَذَابُ الْأَلِيمُ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bununla beraber azabım da çok acıklı bir azabdır. Bunları geçmişten bazı örneklerle açıklamak üzere:
Diyanet Vakfı:
Benim azabımın elem verici bir azap olduğunu da bildir.

venebbi'hüm `an ḍayfi ibrâhîm.

Türkçe:
Onlara İbrahim'in misafirlerinden bahset.
İngilizce:
Tell them about the guests of Abraham.
Fransızca:
Et informe-les au sujet des hôtes d'Abraham
Almanca:
Und mache ihnen Mitteilung über die Gäste von Ibrahim.
Rusça:
Сообщи им также о гостях Ибрахима (Авраама).
Arapça:
وَنَبِّئْهُمْ عَن ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hem o kullara, İbrahim'in misafirlerinden de haber ver.
Diyanet Vakfı:
Onlara İbrahim'in misafirlerinden (meleklerden) de haber ver.

iẕ deḫalû `aleyhi feḳâlû selâmâ. ḳâle innâ minküm vecilûn.

Türkçe:
Hani onun yanına girmişlerdi de "Selam!" demişlerdi. O da "Biz sizden korkuyoruz." diye konuşmuştu.
İngilizce:
When they entered his presence and said, "Peace!" He said, "We feel afraid of you!"
Fransızca:
Quand ils entrèrent chez lui et dirent : "Salam" - Il dit : "Nous avons peur de vous".
Almanca:
Als sie bei ihm eintraten, sagten sie: "Salam (sei mit dir)!" Er sagte: "Wir fürchten uns vor euch!"
Rusça:
Они вошли к нему и сказали: "Мир!" Он сказал: "Воистину, мы опасаемся вас".
Arapça:
إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا قَالَ إِنَّا مِنكُمْ وَجِلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hani melekler, İbrahim'in yanına girdikleri zaman, "selam" demişler, İbrahim de onlara: "Biz sizden korkuyoruz" demişti.
Diyanet Vakfı:
Onun yanına girdikleri zaman, "selam" dediler. (İbrahim:) Biz sizden çekiniyoruz, dedi.

ḳâlû lâ tevcel innâ nübeşşiruke bigulâmin `alîm.

Türkçe:
"Korkma! Biz sana bilgin bir oğlan müjdeliyoruz." dediler.
İngilizce:
They said: "Fear not! We give thee glad tidings of a son endowed with wisdom."
Fransızca:
Ils dirent : "N'aie pas peur ! Nous t'annonçons une bonne nouvelle, [la naissance] d'un garçon plein de savoir".
Almanca:
Sie sagten: "Fürchte dich nicht! Wir bringen dir doch die frohe Botschaft über einen äußerst wissenden Sohn."
Rusça:
Они сказали: "Не бойся! Воистину, мы принесли тебе благую весть об умном мальчике".
Arapça:
قَالُوا لَا تَوْجَلْ إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Melekler: "Korkma! Gerçekten biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz" dediler.
Diyanet Vakfı:
Dediler ki: Korkma; biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz.

ḳâle ebeşşertümûnî `alâ em messeniye-lkiberu febime tübeşşirûn.

Türkçe:
Dedi: "İhtiyarlık yakama yapıştıktan sonra mı bana müjde veriyorsunuz! Neye dayanarak müjde veriyorsunuz?"
İngilizce:
He said: "Do ye give me glad tidings that old age has seized me? Of what, then, is your good news?"
Fransızca:
Il dit : "M'annoncez-vous [cette nouvelle] alors que la vieillesse m'a touché ? Que m'annoncez-vous donc ? "
Almanca:
Er sagte: "Bringt ihr mir etwa eine frohe Botschaft, wo ich vom Alter gezeichnet bin? Was für eine frohe Botschaft bringt ihr denn?!"
Rusça:
Он сказал: "Неужели вы сообщаете мне такую благую весть, когда старость уже одолела меня? Чем же вы меня радуете?"
Arapça:
قَالَ أَبَشَّرْتُمُونِي عَلَىٰ أَن مَّسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İbrahim dedi ki: "Bana ihtiyarlık gelmişken, beni mi müjdeliyorsunuz, neye dayanarak beni müjdeliyorsunuz?"
Diyanet Vakfı:
(İbrahim:) Bana ihtiyarlık çökmesine rağmen beni müjdeliyor musunuz? Beni ne ile müjdeliyorsunuz? dedi.

ḳâlû beşşernâke bilḥaḳḳi felâ teküm mine-lḳâniṭîn.

Türkçe:
Dediler: "Hakk'a dayanarak müjdeledik sana, sakın ümitsizliğe düşenlerden olma."
İngilizce:
They said: "We give thee glad tidings in truth: be not then in despair!"
Fransızca:
- Ils dirent : "Nous t'annonçons la vérité. Ne sois donc pas de ceux qui désespèrent".
Almanca:
Sie sagten: "Wir brachten dir eine frohe Botschaft wahrheitsgemäß, so sei nicht einer der Verzweifelnden!"
Rusça:
Они сказали: "Мы сообщаем тебе правдивую весть, и не будь в числе отчаявшихся".
Arapça:
قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُن مِّنَ الْقَانِطِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Melekler: "Seni gerçekle müjdeliyoruz. Sakın Allah'ın rahmetinden ümidini kesenlerden olma!" dediler.
Diyanet Vakfı:
Sana gerçeği müjdeledik, sakın ümitsizliğe düşenlerden olma! dediler.

ḳâle vemey yaḳneṭu mir raḥmeti rabbihî ille-ḍḍâllûn.

Türkçe:
Dedi: "Sapıtmışlardan başka kim ümit keser Rabbin rahmetinden!"
İngilizce:
He said: "And who despairs of the mercy of his Lord, but such as go astray?"
Fransızca:
- Il dit : "Et qui désespère de la miséricorde de son Seigneur, sinon les égarés ? "
Almanca:
Er sagte: "Und wer verzweifelt an der Gnade seines HERRN außer den Abirrenden?!"
Rusça:
Он сказал: "Кто же отчаивается в милости своего Господа, кроме заблудших?!"
Arapça:
قَالَ وَمَن يَقْنَطُ مِن رَّحْمَةِ رَبِّهِ إِلَّا الضَّالُّونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İbrahim dedi ki: "Rabbimin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?"
Diyanet Vakfı:
(İbrahim:) dedi ki: Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?

ḳâle femâ ḫaṭbüküm eyyühe-lmürselûn.

Türkçe:
"Amacınız nedir ey elçiler?" diye sordu.
İngilizce:
Abraham said: "What then is the business on which ye (have come), O ye messengers (of Allah)?"
Fransızca:
Et il [leur] dit : "Que voulez-vous, ô envoyés d'Allah ?
Almanca:
Er sagte: "Was ist denn euer Bestreben, ihr Entsandte?"
Rusça:
Он сказал: "Какова же ваша миссия, о посланцы?"
Arapça:
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ey elçiler! Başka ne işiniz var? dedi.
Diyanet Vakfı:
"Ey elçiler! (Başka) ne işiniz var?" dedi.

ḳâlû innâ ürsilnâ ilâ ḳavmim mücrimîn.

Türkçe:
Dediler: "Biz günahkâr bir topluluğa gönderildik."
İngilizce:
They said: "We have been sent to a people (deep) in sin,
Fransızca:
- Ils dirent : "En vérité, nous sommes envoyés à des gens criminels,
Almanca:
Sie sagten: "Wir wurden doch zu schwer verfehlenden Leuten entsandt.
Rusça:
Они сказали: "Мы посланы к грешным людям.
Arapça:
قَالُوا إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَىٰ قَوْمٍ مُّجْرِمِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Melekler şöyle dediler: "Biz suçlu bir kavmi cezalandırmak için gönderildik.
Diyanet Vakfı:
Dediler ki: "Biz, suçlu bir topluma (onları helak etmeye) gönderildik."

Pages

Al-Hijr—الحجر beslemesine abone olun.