
veḳâlû levlâ nüzzile hâẕe-lḳur'ânü `alâ racülim mine-lḳaryeteyni `ażîm.
Türkçe:
Ve dediler: "Şu Kur'an, iki kent içinden büyük bir adama indirilmeli değil miydi?"
İngilizce:
Also, they say: "Why is not this Qur'an sent down to some leading man in either of the two (chief) cities?"
Fransızca:
Et ils dirent : "Pourquoi n'a-t-on pas fait descendre ce Coran sur un haut personnage de l'une des deux cités ? " (la Mecque et Taef) .
Almanca:
Und sie sagten: "Wäre dieser Quran doch einem erhabenen Mann aus den beiden Ortschaften hinabgesandt worden!"
Rusça:
Они также сказали: "Почему этот Коран не был ниспослан великому мужу из двух городов (Мекки и Таифа)?"
Arapça:
وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ هَٰذَا الْقُرْآنُ عَلَىٰ رَجُلٍ مِّنَ الْقَرْيَتَيْنِ عَظِيمٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yine Onlar: "Bu Kur'an, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?" dediler.
Diyanet Vakfı:
Ve dediler ki: Bu Kur'an iki şehirden bir büyük adama indirilse olmaz mıydı?

ehüm yaḳsimûne raḥmete rabbik. naḥnü ḳasemnâ beynehüm me`îşetehüm fi-lḥayâti-ddünyâ verafa`nâ ba`ḍahüm fevḳa ba`ḍin deracâtil liyetteḫiẕe ba`ḍuhüm ba`ḍan suḫriyyâ. veraḥmetü rabbike ḫayrum mimmâ yecme`ûn.
Türkçe:
Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Ve onların kimini kimine derecelerle üstün kıldık ki, bazısı bazısını tutup çalıştırsın. Rabbinin rahmeti, onların derleyip topladıklarından daha hayırlıdır.
İngilizce:
Is it they who would portion out the Mercy of thy Lord? It is We Who portion out between them their livelihood in the life of this world: and We raise some of them above others in ranks, so that some may command work from others. But the Mercy of thy Lord is better than the (wealth) which they amass.
Fransızca:
Est-ce eux qui distribuent la miséricorde de ton Seigneur ? C'est Nous qui avons réparti entre eux leur subsistance dans la vie présente et qui les avons élevés en grades les uns sur les autres, afin que les uns prennent les autres à leur service. La miséricorde de ton Seigneur vaut mieux, cependant, que ce qu'ils amassent.
Almanca:
Sind sie etwa diejenigen, welche die Gnade deines HERRN verteilen?! WIR verteilten unter ihnen ihren Lebensunterhalt im diesseitigen Leben. Und WIR erhöhten die einen von ihnen über die anderen um Stellungen, damit die einen von ihnen die anderen zu Beschäftigten nehmen. Doch die Gnade deines HERRN ist besser als das, was sie anhäufen.
Rusça:
Разве это они распределяют милость твоего Господа? Мы распределили между ними их средства к существованию в мирской жизни и возвысили одних из них над другими по степеням, чтобы одни из них брали в услужение себе других. Милость твоего Господа лучше того, что они собирают.
Arapça:
أَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَتَ رَبِّكَ ۚ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُم مَّعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚ وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِّيَتَّخِذَ بَعْضُهُم بَعْضًا سُخْرِيًّا ۗ وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ey Muhammed! Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz taksim ettik. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye biz onların bir kısmını diğerlerinden derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.
Diyanet Vakfı:
Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.

velevlâ ey yekûne-nnâsü ümmetev vâḥidetel lece`alnâ limey yekfüru birraḥmâni libüyûtihim süḳufem min fiḍḍativ veme`ârice `aleyhâ yażherûn.
Türkçe:
İnsanlar bir tek ümmet haline gelmeyecek olsalardı, o Rahman'a nankörlük edenlerin evlerine gümüşten tavanlar çatar, sırtlarına binip yükselecekleri merdivenler/asansörler yapardık.
İngilizce:
And were it not that (all) men might become of one (evil) way of life, We would provide, for everyone that blasphemes against (Allah) Most Gracious, silver roofs for their houses and (silver) stair-ways on which to go up,
Fransızca:
Si les hommes ne devaient pas constituer une seule communauté (mécréante), Nous aurions certes pourvu les maisons de ceux qui ne croient pas au Tout Miséricordieux, de toits d'argent avec des escaliers pour y monter;
Almanca:
Und würden dieMenschen nicht zu einer Umma (in Kufr) werden, hätten WIR bestimmt denjenigen, die Dem Allgnade Erweisenden gegenüber Kufr betreiben, für ihre Häuser Dächer aus Silber gemacht sowie Treppen, auf denen sie aufsteigen,
Rusça:
Если бы люди не могли стать одной общиной неверующих, то Мы сделали бы в домах тех, которые не веруют в Милостивого, серебряные крыши и лестницы, на которые они бы взбирались,
Arapça:
وَلَوْلَا أَن يَكُونَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً لَّجَعَلْنَا لِمَن يَكْفُرُ بِالرَّحْمَٰنِ لِبُيُوتِهِمْ سُقُفًا مِّن فِضَّةٍ وَمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Eğer insanlar küfre sapan bir ümmet haline gelmeyecek olsalardı, biz O Rahman olan Allah'ı inkâr eden kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık.
Diyanet Vakfı:
Şayet insanların küfürde birleşmiş bir tek ümmet olması (tehlikesi) bulunmasaydı, Rahman'ı inkar edenlerin evlerinin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık.

velibüyûtihim ebvâbev vesüruran `aleyhâ yettekiûn.
Türkçe:
Evlerine kapılar, üzerlerinde yan yatacakları koltuklar yapardık;
İngilizce:
And (silver) doors to their houses, and thrones (of silver) on which they could recline,
Fransızca:
(Nous aurions pourvu) leurs maisons de portes et de divans où ils s'accouderaient,
Almanca:
sowie für ihre Häuser Tore und Liegen, auf denen sie sich anlehnen,
Rusça:
а также серебряные двери и ложа в их домах, на которых они бы лежали, прислонившись,
Arapça:
وَلِبُيُوتِهِمْ أَبْوَابًا وَسُرُرًا عَلَيْهَا يَتَّكِئُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onların evleri için gümüşten kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar yapardık.
Diyanet Vakfı:
Evlerinin kapılarını ve üzerine yaslanacakları koltukları da (hep gümüşten yapardık).

vezuḫrufâ. vein küllü ẕâlike lemmâ metâ`u-lḥayâti-ddünyâ. vel'âḫiratü `inde rabbike lilmütteḳîn.
Türkçe:
Her yanda süsler oluştururduk. İşte bütün bunlar, şu iğreti dünya hayatının nimetidir. Rabbinin katındaki âhiret ise takva sahipleri içindir.
İngilizce:
And also adornments of gold. But all this were nothing but conveniences of the present life: The Hereafter, in the sight of thy Lord is for the Righteous.
Fransızca:
ainsi que des ornements. Et tout cela ne serait que jouissance temporaire de la vie d'ici-bas, alors que l'au-delà, auprès de ton Seigneur, est pour les pieux.
Almanca:
sowie Zierschmuck. Und dies alles ist nur das Verbrauchsgut des diesseitigen Lebens. Doch das Jenseits bei deinem HERRN gilt den Muttaqi.
Rusça:
а также украшения. Все это - всего лишь преходящие блага мирской жизни, а Последняя жизнь у твого Господа уготована для богобоязненных.
Arapça:
وَزُخْرُفًا ۚ وَإِن كُلُّ ذَٰلِكَ لَمَّا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚ وَالْآخِرَةُ عِندَ رَبِّكَ لِلْمُتَّقِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Daha nice altın ziynetler verirdik. Çünkü bunların bizce hiçbir kıymeti yoktur. Bütün bunlar dünya hayatının geçici menfaatinden başka bir şey değildir. Ahiret ise Rabbin katında takva sahipleri içindir.
Diyanet Vakfı:
Ve onları zinetlere boğardık. Bütün bunlar sadece dünya hayatının geçimliğidir. Ahiret ise, Rabbinin katında, Allah'ın azabından sakınıp rahmetine sığınanlara mahsustur.

vemey ya`şü `an ẕikri-rraḥmâni nüḳayyiḍ lehû şeyṭânen fehüve lehû ḳarîn.
Türkçe:
Kim Rahman'ın Zikri'ni görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa biz ona bir şeytanı musallat ederiz de o ona can yoldaşı olur.
İngilizce:
If anyone withdraws himself from remembrance of (Allah) Most Gracious, We appoint for him an evil one, to be an intimate companion to him.
Fransızca:
Et quiconque s'aveugle (et s'écarte) du rappel du Tout Miséricordieux, Nous lui désignons un diable qui devient son compagnon inséparable.
Almanca:
Und wer die Ermahnung Des Allgnade Erweisenden ignoriert, für den bestimmen WIR einen Satan, so ist er für ihn ein Begleiter.
Rusça:
К тем, кто отвращается от поминания Милостивого, Мы приставим дьявола, и он станет его товарищем.
Arapça:
وَمَن يَعْشُ عَن ذِكْرِ الرَّحْمَٰنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَرِينٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Her kim Rahman olan Allah'ın zikrinden yüz çevirirse biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o şeytan onun yakın dostudur.
Diyanet Vakfı:
Kim Rahman'ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz.

veinnehüm leyeṣuddûnehüm `ani-ssebîli veyaḥsebûne ennehüm mühtedûn.
Türkçe:
Bu şeytanlar onları yoldan saptırırlar. Onlarsa kendilerinin hâlâ hidayet üzere olduklarını sanırlar.
İngilizce:
Such (evil ones) really hinder them from the Path, but they think that they are being guided aright!
Fransızca:
Ils (Les diables) détournent certes [les hommes] du droit chemin, tandis que ceux-ci s'estiment être bien guidés.
Almanca:
Und gewiß, sie halten sie vom wahren Weg ab und denken, daß sie Rechtgeleitete sind.
Rusça:
Они не будут пускать их на путь Аллаха, а те будут считать, что они следуют прямым путем.
Arapça:
وَإِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّبِيلِ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُم مُّهْتَدُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Şüphesiz ki bu şeytanlar onları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.
Diyanet Vakfı:
Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.

ḥattâ iẕâ câenâ ḳâle yâ leyte beynî vebeyneke bü`de-lmeşriḳayni febi'se-lḳarîn.
Türkçe:
Sonunda bize geldiğinde, şeytan, yoldaşına şöyle der: "Keşke aramızda iki doğu arası kadar uzaklık olsaydı. Ne kötü yoldaşmışsın sen!"
İngilizce:
At length, when (such a one) comes to Us, he says (to his evil companion): "Would that between me and thee were the distance of East and West!" Ah! evil is the companion (indeed)!
Fransızca:
Lorsque cet [homme] vient à Nous, il dira [à son démon]: "Hélas ! Que n'y a-t-il entre toi et moi la distance entre les deux orients [l'Est et l'Ouest] ! " - Quel mauvais compagnon [que tu es] !
Almanca:
Dann als er zu Uns kam, sagte er: "Wäre zwischen mir und dir doch die Entfernung beider Sonnengänge. Also erbärmlich ist der Begleiter."
Rusça:
Когда же он (неверующий) явится к Нам, он скажет дьяволу: "Лучше бы между мной и тобой было расстояние от запада до востока! Какой же ты плохой товарищ!"
Arapça:
حَتَّىٰ إِذَا جَاءَنَا قَالَ يَا لَيْتَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ فَبِئْسَ الْقَرِينُ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Nihayet kıyamet günü bize gelince, arkadaşına: "Keşke seninle benim aramda doğu ile batı arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı. Sen ne kötü arkadaşmışsın!" der.
Diyanet Vakfı:
O şeytan dostu kimse, en sonunda bize gelince arkadaşına: Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı, ne kötü arkadaşmışsın! der.

veley yenfe`akümü-lyevme iż żalemtüm enneküm fi-l`aẕâbi müşterikûn.
Türkçe:
Bugün hiçbir şey işinize yaramayacaktır. Çünkü zulme sapmışsınız. Azapta ortaklık kuracaksınız.
İngilizce:
When ye have done wrong, it will avail you nothing, that Day, that ye shall be partners in Punishment!
Fransızca:
Il ne vous profitera point ce jour-là - du moment que vous avez été injustes - que vous soyez associés dans le châtiment.
Almanca:
Und euch wird es heute nicht nützen, da ihr Unrecht begangen habt, daß ihr in der Peinigung Beteiligte seid.
Rusça:
Им будет сказано: "Вы поступали несправедливо, и сегодня вам не поможет то, что вы разделяете мучения".
Arapça:
وَلَن يَنفَعَكُمُ الْيَوْمَ إِذ ظَّلَمْتُمْ أَنَّكُمْ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlara: "Bugün pişmanlık duymanız size hiçbir fayda sağlamayacaktır. Çünkü siz zulmettiniz. Şimdi de hepiniz azapta ortaksınız." denir.
Diyanet Vakfı:
Zulmettiğiniz için bugün (nedamet) size hiçbir fayda vermeyecektir. Çünkü siz, azapta ortaksınız.

efeente tüsmi`u-ṣṣumme ev tehdi-l`umye vemen kâne fî ḍalâlim mübîn.
Türkçe:
Sen şimdi sağırlara söz mü duyuracaksın; yoksa körlere, apaçık sapıklığa dalmışlara kılavuzluk mu edeceksin?!
İngilizce:
Canst thou then make the deaf to hear, or give direction to the blind or to such as (wander) in manifest error?
Fransızca:
Est-ce donc toi qui fait entendre les sourds ou qui guide les aveugles et ceux qui sont dans un égarement évident ?
Almanca:
Bist du etwa derjenige, der die Tauben hören läßt, oder gewährst du etwa den Blinden Leitung und denjenigen, die in einem weiten Irregehen sind?!
Rusça:
Разве ты можешь заставить слышать глухих или наставить на прямой путь слепых и того, кто находится в очевидном заблуждении?
Arapça:
أَفَأَنتَ تُسْمِعُ الصُّمَّ أَوْ تَهْدِي الْعُمْيَ وَمَن كَانَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ey Muhammed! O halde sağırlara sen mi işittireceksin? Yahut körlere ve apaçık bir sapıklık içinde bulunanlara sen mi doğru yolu göstereceksin?
Diyanet Vakfı:
(Resulüm!) Sağırlara sen mi işittireceksin; yahut körleri ve apaçık sapıklıkta olanları doğru yola sen mi ileteceksin?
Pages
