
yâ benî isrâîle ḳad enceynâküm min `adüvviküm veve`adnâküm cânibe-ṭṭûri-l'eymene venezzelnâ `aleykümü-lmenne vesselvâ.
Türkçe:
Ey İsrailoğulları, şu bir gerçek ki, biz sizi düşmanınızdan kurtardık. Tûr'un sağ yanında size vaatte bulunduk. Ve üstünüze kudret helvasıyla bıldırcın indirdik.
İngilizce:
O ye Children of Israel! We delivered you from your enemy, and We made a Covenant with you on the right side of Mount (Sinai), and We sent down to you Manna and quails:
Fransızca:
ô Enfants d'Israël, Nous vous avons déjà délivrés de votre ennemi, et Nous vous avons donné rendez-vous sur le flanc droit du Mont. Et Nous avons fait descendre sur vous la manne et les cailles.
Almanca:
Kinder Israils! WIR erretteten euch bereits von eurem Feind, verabredeten Uns mit euch an der 2 rechten Seite des Tur-Bergs und ließen euch Al-mann und As-salwa zuteil werden.
Rusça:
О сыны Исраила (Израиля)! Мы спасли вас от вашего врага и дали вам обещание на правом склоне горы. Мы также ниспослали вам манну и перепелов.
Arapça:
يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ قَدْ أَنجَيْنَاكُم مِّنْ عَدُوِّكُمْ وَوَاعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْأَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَىٰ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ey İsrailoğulları! Sizleri düşmanınızdan kurtardık ve Tûr dağının sağ yanında size söz verdik, üzerinize de kudret helvası ve bıldırcın indirdik.
Diyanet Vakfı:
Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık; Tur'un sağ tarafına (gelmeniz için) size vade tanıdık ve size kudret helvası ile bıldırcın eti lütfettik.

külû min ṭayyibâti mâ razaḳnâküm velâ taṭgav fîhi feyeḥille `aleyküm gaḍabî. vemey yaḥlil `aleyhi gaḍabî feḳad hevâ.
Türkçe:
Size verdiğimiz rızkın temizlerinden yiyin! Bu konuda azgınlık etmeyin! Yoksa öfkem üzerinize çöker. Ve kimin üstüne öfkem inerse o uçuruma gider.
İngilizce:
(Saying): "Eat of the good things We have provided for your sustenance, but commit no excess therein, lest My Wrath should justly descend on you: and those on whom descends My Wrath do perish indeed!
Fransızca:
"Mangez des bonnes choses que Nous vous avons attribuées et ne vous montrez pas ingrats, sinon Ma colère s'abattra sur vous : et celui sur qui Ma colère s'abat, va sûrement vers l'abîme.
Almanca:
Esst von den Tay-yibat vom Rizq, das WIR euch gewährten, und begeht darin keine Übertretungen, sonst widerfährt euch Mein Zorn. Und wem Mein Zorn widerfährt, ist bereits zugrunde gerichtet.
Rusça:
Вкушайте блага, которыми Мы наделили вас, но не преступайте посредством их границы дозволенного, а не то на вас падет Мой гнев. А всякий, на кого падет Мой гнев, погибнет.
Arapça:
كُلُوا مِن طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا فِيهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبِي ۖ وَمَن يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَبِي فَقَدْ هَوَىٰ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Size verdiğimiz rızıkların en temizlerinden yiyin ve bunda taşkınlık etmeyin, sonra üzerinize gazabım iner. Kimin üzerine de gazabım inerse, muhakkak o mahvolur.
Diyanet Vakfı:
Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yeyiniz, bu hususta taşkınlık ve nankörlük de etmeyiniz; sonra sizi gazabım çarpar. Her kim ki kendisini gazabım çarparsa, hakikaten o, yıkılıp gitmiştir.

veinnî legaffârul limen tâbe veâmene ve`amile ṣâliḥan ŝümme-htedâ.
Türkçe:
Ve ben, tövbe eden, inanan, hayra ve barışa yönelik iş yapıp sonra da düzgün bir biçimde yol alan kimseye karşı, gerçekten çok affediciyim, Gaffâr'ım.
İngilizce:
But, without doubt, I am (also) He that forgives again and again, to those who repent, believe, and do right, who,- in fine, are ready to receive true guidance.
Fransızca:
Et Je suis Grand Pardonneur à celui qui se repent, croit, fait bonne oeuvre, puis se met sur le bon chemin".
Almanca:
Und gewiß, ICH bin bestimmt allvergebend für denjenigen, der reuig wurde, den Iman verinnerlichte, gottgefällig Gutes tat und dann Rechtleitung fand.
Rusça:
Воистину, Я прощаю тех, кто раскаялся, уверовал, стал поступать праведно, а потом последовал прямым путем.
Arapça:
وَإِنِّي لَغَفَّارٌ لِّمَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا ثُمَّ اهْتَدَىٰ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bununla beraber, şüphe yok ki ben, tevbe eden, iman edip salih amel işleyen, sonra da hak yolda sebat gösteren kimse için çok bağışlayıcıyım.
Diyanet Vakfı:
Şu da muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra (böylece) doğru yolda giden kimseyi bağışlarım.

vemâ a`celeke `an ḳavmike yâ mûsâ.
Türkçe:
Seni toplumundan çabucak uzaklaştıran neydi, ey Mûsa?
İngilizce:
(When Moses was up on the Mount, Allah said:) "What made thee hasten in advance of thy people, O Moses?"
Fransızca:
"Pourquoi Moïse t'es-tu hâté de quitter ton peuple ? "
Almanca:
Und was ließ dich hier vor deinen Leuten sein, Musa?
Rusça:
Аллах сказал: "О Муса (Моисей)! Зачем ты поспешил оставить свой народ?"
Arapça:
۞ وَمَا أَعْجَلَكَ عَن قَوْمِكَ يَا مُوسَىٰ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ey Musa! Seni kavminden (ayırıp) daha çabuk (gelmeye) sevkeden nedir? (dedik.)
Diyanet Vakfı:
Seni acele ile kavminden ayrılmaya sevkeden nedir, ey Musa!

ḳâle hüm ülâi `alâ eŝerî ve`aciltü ileyke rabbi literḍâ.
Türkçe:
Dedi: "Onlar, benim eserim üzerindeler. Ben sana gelmede acele davrandım ki, benden hoşnut olasın, ey Rabbim!"
İngilizce:
He replied: "Behold, they are close on my footsteps: I hastened to thee, O my Lord, to please thee."
Fransızca:
Ils sont là sur mes traces, dit Moïse. Et je me suis hâté vers Toi, Seigneur, afin que Tu sois satisfait.
Almanca:
Er sagte: "Sie sind da, sie folgen meinen Spuren. Und ich eilte zu Dir, mein HERR! - damit du (mir) Wohlgefallen erweist."
Rusça:
Он сказал: "Они находятся неподалеку и следуют по моим стопам, я же поторопился к Тебе, Господи, чтобы Ты остался доволен".
Arapça:
قَالَ هُمْ أُولَاءِ عَلَىٰ أَثَرِي وَعَجِلْتُ إِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضَىٰ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Musa: "Onlar benim izimdeler (arkamdan beni takip edip geliyorlar). Ben sana acele ettim (geldim) ki, hoşnud olasın" dedi.
Diyanet Vakfı:
Musa: İşte, dedi, onlar da benim peşimdeler. Ben, memnun olasın diye sana acele ile geldim Rabbim.

ḳâle feinnâ ḳad fetennâ ḳavmeke mim ba`dike veeḍallehümü-ssâmiriyy.
Türkçe:
Buyurdu: "Biz senden sonra toplumunu tam bir biçimde imtihan ettik. Sâmirî onları saptırdı."
İngilizce:
(Allah) said: "We have tested thy people in thy absence: the Samiri has led them astray."
Fransızca:
Allah dit : "Nous avons mis ton peuple à l'épreuve après ton départ. Et le Samiri les a égarés" .
Almanca:
ER sagte: "WIR ließen doch deine Leute nach dir der Fitna aussetzen. Und As-samiri verleitete sie."
Rusça:
Он (Аллах) сказал: "Мы подвергли твой народ искушению после того, как ты оставил их, и самаритянин ввел их в заблуждение".
Arapça:
قَالَ فَإِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِن بَعْدِكَ وَأَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah: "Doğrusu biz senden sonra kavmini imtihan ettik. Sâmirî onları saptırdı" dedi.
Diyanet Vakfı:
Allah buyurdu: Senden sonra biz, kavmini (Harun ile kalan İsrailoğullarını) imtihan ettik ve Samiri onları yoldan çıkardı.

ferace`a mûsâ ilâ ḳavmihî gaḍbâne esifâ. ḳâle yâ ḳavmi elem ye`idküm rabbüküm va`den ḥasenâ. efeṭâle `aleykümü-l`ahdü em erattüm ey yeḥille `aleyküm gaḍabüm mir rabbiküm feaḫleftüm mev`idî.
Türkçe:
Bunun üzerine Mûsa, öfkeli ve ümidi kırık bir halde kavmine döndü. Dedi: "Ey toplumum! Rabbiniz size güzel bir vaatte bulunmadı mı? Süre mi size uzun geldi yoksa Rabbinizden üzerinize bir gazabın inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz söze ters davrandınız?"
İngilizce:
So Moses returned to his people in a state of indignation and sorrow. He said: "O my people! did not your Lord make a handsome promise to you? Did then the promise seem to you long (in coming)? Or did ye desire that Wrath should descend from your Lord on you, and so ye broke your promise to me?"
Fransızca:
Moïse retourna donc vers son peuple, courroucé et chagriné; il dit : "ô mon peuple, votre Seigneur ne vous a-t-Il pas déjà fait une belle promesse ? L'alliance a-t-elle donc été trop longue pour vous ? ou avez-vous désiré que la colère de votre Seigneur s'abatte sur vous, pour avoir trahi votre engagement envers moi ? "
Almanca:
Dann kehrte Musa zu seinen Leuten zurück, wütend und traurig. Er sagte: "Meine Leute! Machte euch euer HERR etwa nicht ein schönes Versprechen?! War euch die vereinbarte Zeit zu lange, oder wolltet ihr, daß euch Zorn von eurem HERRN widerfährt, dann habt ihr das Versprechen mir gegenüber gebrochen?!"
Rusça:
Муса (Моисей) вернулся к своему народу разгневанным и опечаленным и сказал: "О мой народ! Разве ваш Господь не дал вам прекрасного обещания? Неужели этот срок оказался долгим для вас? Или же вам захотелось, чтобы на вас пал гнев вашего Господа, и потому вы нарушили данное мне обещание?"
Arapça:
فَرَجَعَ مُوسَىٰ إِلَىٰ قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفًا ۚ قَالَ يَا قَوْمِ أَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْدًا حَسَنًا ۚ أَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ أَمْ أَرَدتُّمْ أَن يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِّن رَّبِّكُمْ فَأَخْلَفْتُم مَّوْعِدِي
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hemen Musa öfkeli ve üzgün olarak kavmine döndü (onlara şöyle) dedi: "Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaad ile söz vermedi mi? Size bu süre mi çok uzun geldi, yoksa Rabbinizden size bir gazab inmesini arzu ettiniz de mi, bana olan vaadinizden caydınız?"
Diyanet Vakfı:
Bunun üzerine Musa, öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndü. Ey kavmim! dedi, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmamış mıydı? Şu halde size zaman mı çok uzun geldi, yoksa üstünüze Rabbinizin gazabının inmesini mi istediniz ki, bana olan vadinizden döndünüz?

ḳâlû mâ aḫlefnâ mev`ideke bimelkinâ velâkinnâ ḥummilnâ evzâram min zîneti-lḳavmi feḳaẕefnâhâ fekeẕâlike elḳa-ssâmiriyy.
Türkçe:
Dediler ki: "Biz sana kendi irademizle/malımızla karşı çıkmadık. Olay şu: Bize o topluluğun süs eşyalarından bazıları yükletilmişti, onları kaldırıp attık; aynı şekilde Sâmirî de attı."
İngilizce:
They said: "We broke not the promise to thee, as far as lay in our power: but we were made to carry the weight of the ornaments of the (whole) people, and we threw them (into the fire), and that was what the Samiri suggested.
Fransızca:
Ils dirent : "Ce n'est pas de notre propre gré que nous avons manqué à notre engagement envers toi. Mais nous fûmes chargés de fardeaux d'ornements du peuple (de Pharaon); nous les avons donc jetés (sur le feu) tout comme le Samiri les a lancés.
Almanca:
Sie sagten: "Wir brachen das Versprechen dir gegenüber nicht aus eigener Kraft. Auf uns wurden aber Schwerlastende von dem Schmuck der Leute gelegt, dann warfen wir sie (ins Feuer)." Und solcherart warf ebenfalls As-samiri.
Rusça:
Они сказали: "Мы не нарушали данного тебе обещания по своей воле. Мы были нагружены тяжелыми украшениями того народа и бросили их в огонь, и самаритянин тоже бросил".
Arapça:
قَالُوا مَا أَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلَٰكِنَّا حُمِّلْنَا أَوْزَارًا مِّن زِينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذَٰلِكَ أَلْقَى السَّامِرِيُّ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar dediler ki: "Biz sana verdiğimiz sözden, kendiliğimizden caymadık. Fakat biz o (Kıbtî) kavminin süs eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiştik. Onları (ateşe) attık. Sâmirî de (kendi mücevheratını) böylece atmıştı."
Diyanet Vakfı:
Dediler ki: Biz sana olan vadimizden, kendi kudret ve irademizle dönmedik. Fakat biz, o kavmin (Mısır'lıların) zinet eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık; aynı şekilde Samiri de atmıştı.

feaḫrace lehüm `iclen cesedel lehû ḫuvârun feḳâlû hâẕâ ilâhüküm veilâhü mûsâ fenesî.
Türkçe:
Sâmirî onlar için, böğürmesi olan bir buzağı heykeli çıkardı. Dediler ki: "Bu, hem sizin hem de Mûsa'nın tanrısıdır. Ama Mûsa unuttu."
İngilizce:
Then he brought out (of the fire) before the (people) the image of a calf: It seemed to low: so they said: This is your god, and the god of Moses, but (Moses) has forgotten!
Fransızca:
Puis il en a fait sortir pour eux un veau, un corps à mugissement. Et ils ont dis : "C'est votre divinité et la divinité de Moïse; il a donc oublié" !
Almanca:
Dann brachte er ihnen hervor ein Kalb, einen Körper mit Gebrüll. Dann sagten sie: "Dies ist euer Gott und Musas Gott. Er vergaß es jedoch."
Rusça:
Он изготовил для них изваяние тельца, который мычал, и сказал: "Вот ваш бог и бог Мусы (Моисея), но он забыл его".
Arapça:
فَأَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلًا جَسَدًا لَّهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هَٰذَا إِلَٰهُكُمْ وَإِلَٰهُ مُوسَىٰ فَنَسِيَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Nihayet Sâmirî onlara böğüren bir buzağı heykeli ortaya çıkardı. Bunun üzerine Sâmirî ve adamları: "İşte sizin de, Musa'nın da ilâhı budur, ama o unuttu" dediler.
Diyanet Vakfı:
Bu adam, onlar için, böğürebilen bir buzağı heykeli icat etti. Bunun üzerine: İşte, dediler, bu, sizin de, Musa'nın da tanrısıdır. Fakat onu unuttu.

efelâ yeravne ellâ yerci`u ileyhim ḳavlev velâ yemlikü lehüm ḍarrav velâ nef`â.
Türkçe:
Görmüyorlar mı ki; o buzağı onlara bir sözü geri çeviremiyor; kendilerine bir zarar veremiyor, bir yarar sağlayamıyor.
İngilizce:
Could they not see that it could not return them a word (for answer), and that it had no power either to harm them or to do them good?
Fransızca:
Quoi ! Ne voyaient-ils pas qu'il [le veau] ne leur rendait aucune parole et qu'il ne possédait aucun moyen de leur nuire ou de leur faire du bien ?
Almanca:
Sehen sie etwa nicht, daß es ihnen nichts Gesagtes erwidert, und daß es ihnen weder zu schaden noch zu nützen vermag?!
Rusça:
Неужели они не видели, что он не говорил им в ответ ни слова и не был способен навредить им или принести им пользу?
Arapça:
أَفَلَا يَرَوْنَ أَلَّا يَرْجِعُ إِلَيْهِمْ قَوْلًا وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar görmüyorlar mıydı ki, o buzağı, kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor; onlara ne bir zarar, ne de bir yarar vermeye sahip bulunamıyordu.
Diyanet Vakfı:
O şeyin, kendilerine hiçbir sözle mukabele edemeyeceğini, kendilerine ne bir zarar ne de bir fayda vermek gücünde olmadığını görmezler mi?
Pages
