018. Kehf - (Mağara) Al-Kahf — الكهف

mâ eşhettühüm ḫalḳa-ssemâvâti vel'arḍi velâ ḫalḳa enfüsihim. vemâ küntü mütteḫiẕe-lmüḍillîne `aḍudâ.

Türkçe:
Ben onları ne göklerle yerin yaratılmasına, hatta ne kendilerinin yaratılmasına tanık tuttum. Ben, sapıp gitmişleri yardımcı edinecek değilim.
İngilizce:
I called them not to witness the creation of the heavens and the earth, nor (even) their own creation: nor is it for helpers such as Me to take as lead (men) astray!
Fransızca:
Je ne les ai pas pris comme témoins de la création des cieux et de la terre, ni de la création de leurs propres personnes. Et Je n'ai pas pris comme aides ceux qui égarent.
Almanca:
ICH ließ sie weder dem Erschaffen der Himmel und der Erde, noch dem Erschaffen ihrer Selbst beiwohnen. Und ICH nehme die Fehlleitenden nie zur Verstärkung.
Rusça:
Я не сделал их свидетелями сотворения небес и земли и сотворения их самих. Я не беру в помощники тех, кто вводит других в заблуждение.
Arapça:
۞ مَّا أَشْهَدتُّهُمْ خَلْقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَا خَلْقَ أَنفُسِهِمْ وَمَا كُنتُ مُتَّخِذَ الْمُضِلِّينَ عَضُدًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ben, onları (İblis ve soyunu) ne göklerin ve yerin yaratılışında, ne de kendilerinin yaratılışında şahit tutmadım ve hiçbir zaman doğru yoldan çıkanları yardımcı edinmiş değilim.
Diyanet Vakfı:
Ben onları (İblis ve soyunu) ne göklerin ve yerin yaratılışına, ne de bizzat kendilerinin yaratılışına şahit tuttum. Ben yoldan çıkaranları yardımcı edinecek değilim.

veyevme yeḳûlü nâdû şürakâiye-lleẕîne za`amtüm fede`avhüm felem yestecîbû lehüm vece`alnâ beynehüm mevbiḳâ.

Türkçe:
Bir gün Allah şöyle diyecektir: "O bir şey zannettiğiniz ortaklarımı çağırın!" Hemen çağırdılar ama onlar kendilerine cevap vermedi. Biz onların aralarına tehlikeli bir uçurum/yıkıcı bir düşmanlık koyduk.
İngilizce:
One Day He will say, "Call on those whom ye thought to be My partners," and they will call on them, but they will not listen to them; and We shall make for them a place of common perdition.
Fransızca:
Et le jour où Il dira : "Appelez ceux que vous prétendiez être Mes associés". Ils les invoqueront; mais eux ne leur répondront pas, Nous aurons placé entre eux une vallée de perdition.
Almanca:
(Und erinnere an) den Tag, wenn ER sagt: "Ruft die Mir beigesellten Partner, welche ihr erfunden habt!" Und sie haben sie gerufen, doch sie entsprachen ihnen nicht, und WIR bereiteten für sie einen Maubiq .
Rusça:
В тот день Он скажет: "Призовите Моих сотоварищей, о существовании которых вы предполагали". Они воззовут к ним, но те не ответят им. Мы воздвигнем между ними губительное место (преграду).
Arapça:
وَيَوْمَ يَقُولُ نَادُوا شُرَكَائِيَ الَّذِينَ زَعَمْتُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَجِيبُوا لَهُمْ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُم مَّوْبِقًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ve o (kıyamet) günü Allah kâfirlere şöyle buyuracak: "Ortaklarım ve şefaatçılarınız diye zannettiğiniz putlarınızı çağırın." Müşrikler onları çağırırlar, fakat kendilerine cevap vermezler. Biz, kâfirlerle ilâhları arasına ateşten bir engel koymuşuzdur.
Diyanet Vakfı:
Yine o günü (düşünün ki, Allah, kafirlere): Benim ortaklarım olduklarını ileri sürdüğünüz şeyleri çağırın! buyurur. Çağırmışlardır onları; fakat kendilerine cevap vermemişlerdir. Biz onların arasına tehlikeli bir uçurum koyduk.

verae-lmücrimûne-nnâra feżannû ennehüm müvâḳi`ûhâ velem yecidû `anhâ maṣrifâ.

Türkçe:
Suçlular, ateşi gördüler de onun içine düşeceklerini anladılar; fakat ondan kaçıp kurtulmaya bir yol bulamadılar.
İngilizce:
And the Sinful shall see the fire and apprehend that they have to fall therein: no means will they find to turn away therefrom.
Fransızca:
Et les criminels verront le Feu. Il seront alors convaincus qu'ils y tomberont et n'en trouveront pas d'échappatoire.
Almanca:
Und die schwer Verfehlenden sahen das Feuer und wußten, daß sie zweifelsohne hineingeworfen werden, und sie fanden davon kein Entrinnen mehr.
Rusça:
Грешники увидят Огонь, и им станет ясно, что они будут брошены в него. Они не найдут от него спасения!
Arapça:
وَرَأَى الْمُجْرِمُونَ النَّارَ فَظَنُّوا أَنَّهُم مُّوَاقِعُوهَا وَلَمْ يَجِدُوا عَنْهَا مَصْرِفًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Günahkârlar ateşi görmüşler de artık ona düşeceklerini anlamışlardır. Fakat ondan kaçıp sığınacak bir yer bulamazlar.
Diyanet Vakfı:
Suçlular ateşi görür görmez, orayı boylayacaklarını iyice anladılar; ondan kurtuluş yolu da bulamadılar.

veleḳad ṣarrafnâ fî hâẕe-lḳur'âni linnâsi min külli meŝel. vekâne-l'insânü ekŝera şey'in cedelâ.

Türkçe:
Yemin olsun, biz, bu Kur'an'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır.
İngilizce:
We have explained in detail in this Qur'an, for the benefit of mankind, every kind of similitude: but man is, in most things, contentious.
Fransızca:
Et assurément, Nous avons déployé pour les gens, dans ce Coran, toutes sortes d'exemples. L'homme cependant, est de tous les êtres le plus grand disputeur.
Almanca:
Und gewiß, bereits erläuterten WIR in diesem Quran für die Menschen von jedem Gleichnis, doch der Mensch ist immer der am meisten Disputierende.
Rusça:
Мы разъяснили людям в этом Коране любые притчи, но человек больше всего склонен препираться.
Arapça:
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَٰذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِن كُلِّ مَثَلٍ ۚ وَكَانَ الْإِنسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Şüphesiz biz, bu Kur'ân'da insanlara çeşitli mânâları türlü misallerle açık olarak verdik. İnsan ise, her şeyden çok mücadelecidir.
Diyanet Vakfı:
Hakikaten biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali sayıp dökmüşüzdür. Fakat tartışmaya en çok düşkün varlık insandır.

vemâ mene`a-nnâse ey yü'minû iẕ câehümü-lhüdâ veyestagfirû rabbehüm illâ en te'tiyehüm sünnetü-l'evvelîne ev ye'tiyehümü-l`aẕâbü ḳubülâ.

Türkçe:
Kendilerine hidayet geldikten sonra, insanları iman etmekten, Rablerinden af dilemekten alıkoyan şey şundan başkası değildir: Evvelkilerin yol ve yöntemlerinin kendilerine de gelmesini yahut bizzat azabın karşılarına dikilivermesini beklemek.
İngilizce:
And what is there to keep back men from believing, now that Guidance has come to them, nor from praying for forgiveness from their Lord, but that (they ask that) the ways of the ancients be repeated with them, or the Wrath be brought to them face to face?
Fransızca:
Qu'est-ce qui a donc empêché les gens de croire, lorsque le guide leur est venu, ainsi que de demander pardon à leur Seigneur, si ce n'est qu'ils veulent subir le sort des Anciens, ou se trouver face à face avec le châtiment.
Almanca:
Und nichts hinderte die Menschen daran, den Iman zu verinnerlichen - nachdem zu ihnen die Rechtleitung kam - und ihren HERRN um Vergebung bitten, außer dem Warten darauf, daß ihnen (Peinigung nach) dem Vorbild ihrer Vorfahren zuteil wird oder daß die Peinigung sie in direkter Konfrontation überkommt.
Rusça:
Что же помешало людям уверовать, когда к ним явилось верное руководство, и попросить прощения у своего Господа, если не стремление к участи первых поколений и мучениям, которые предстанут перед ними лицом к лицу?
Arapça:
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ أَن يُؤْمِنُوا إِذْ جَاءَهُمُ الْهُدَىٰ وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ إِلَّا أَن تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ أَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kendilerine doğru yolu gösteren peygamber geldiğinde insanları, iman etmekten ve Rabblerinden günahlarının mağfiretini istemekten alıkoyan şey sadece geçmiş milletlerin başlarına gelen felaketlerin kendilerine de gelmesini veya ahiret azabının ansızın göz göre göre gelip çatmasını beklemek olmuştur.
Diyanet Vakfı:
Kendilerine hidayet geldiğinde insanları iman etmekten ve Rablerinden mağfiret talep etmekten alıkoyan şey, sadece, öncekilerinin başına gelenlerin kendi başlarına da gelmesini, yahut azabın göz göre göre kendilerine gelmesini beklemeleridir!

vemâ nürsilü-lmürselîne illâ mübeşşirîne vemünẕirîn. veyücâdilü-lleẕîne keferû bilbâṭili liyüdḥiḍû bihi-lḥaḳḳa vetteḫaẕû âyâtî vemâ ünẕirû hüzüvâ.

Türkçe:
Biz, elçileri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Küfre sapanlar ise bâtıla yapışarak onunla hakkı kaydırmak için uğraşıyorlar. Onlar, ayetlerimi ve uyarıldıkları şeyleri eğlence edindiler.
İngilizce:
We only send the messengers to give Glad Tidings and to give warnings: But the unbelievers dispute with vain argument, in order therewith to weaken the truth, and they treat My Signs as a jest, as also the fact that they are warned!
Fransızca:
Et Nous n'envoyons les messagers que pour annoncer la bonne nouvelle et avertir. Et ceux qui ont mécru disputent avec de faux arguments, afin d'infirmer la vérité et prennent en raillerie Mes versets (le Coran) ainsi que ce (châtiment) dont on les a avertis.
Almanca:
Und WIR entsenden die Gesandten nur als Überbringer froher Botschaft und als Warner. Und diejenigen, die Kufr betrieben haben, argumentieren mit dem für nichtig Erklärten, damit sie mit ihm das Wahre annullieren. Und sie nahmen meine Ayat und das, wovor sie gewarnt wurden, zum Spott.
Rusça:
Мы отправляем посланников только добрыми вестниками и предостерегающими увещевателями. Однако неверующие препираются посредством лживых доводов, чтобы опровергнуть ими истину, и насмехаются над Моими знамениями и тем, от чего их предостерегают.
Arapça:
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ ۚ وَيُجَادِلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ ۖ وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَمَا أُنذِرُوا هُزُوًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Halbuki biz peygamberleri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kâfir olanlar ise hakkı, batılla ortadan kaldırmak için mücadele ediyorlar. Onlar, âyetlerimizi ve korkutuldukları azabı da alaya almışlardır.
Diyanet Vakfı:
Biz resulleri, sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kafir olanlar ise, hakkı batıla dayanarak ortadan kaldırmak için batıl yolla mücadele verirler. Onlar ayetlerimizi ve uyarıldıkları şeyleri alaya almışlardır.

vemen ażlemü mimmen ẕükkira biâyâti rabbihî fea`raḍa `anhâ venesiye mâ ḳaddemet yedâh. innâ ce`alnâ `alâ ḳulûbihim ekinneten ey yefḳahûhü vefî âẕânihim vaḳrâ. vein ted`uhüm ile-lhüdâ feley yehtedû iẕen ebedâ.

Türkçe:
Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatıldığı halde, onlardan yüz çeviren ve iki elinin hazırlayıp önden gönderdiği şeyleri unutandan daha zalim kim olabilir? Şu bir gerçek ki, biz onların kalpleri üzerine onu anlamamaları için kabuklar geçirdik, kulakları içine de ağırlıklar koyduk. Onları hidayete çağırsan da bu durumda hidayete asla ulaşamazlar.
İngilizce:
And who doth more wrong than one who is reminded of the Signs of his Lord, but turns away from them, forgetting the (deeds) which his hands have sent forth? Verily We have set veils over their hearts lest they should understand this, and over their ears, deafness, if thou callest them to guidance, even then will they never accept guidance.
Fransızca:
Quel pire injuste que celui à qui on a rappelé les versets de son Seigneur et qui en détourna le dos en oubliant ce que ses deux mains ont commis ? Nous avons placé des voiles sur leurs coeurs, de sorte qu'ils ne comprennent pas (le Coran), et mis une lourdeur dans leurs oreilles. Même si tu les appelles vers la bonne voie, jamais il ne pourront donc se guider.
Almanca:
Und keiner begeht mehr Unrecht als derjenige, der an die Ayat seines HERRN erinnert wird, und dann sich von ihnen abwendet und vergißt, was er eigenhändig erworben hat. Gewiß, WIR umhüllten ihre Herzen doch mit Bedeckung, damit sie ihn (den Quran) nicht begreifen, und machten ihre Ohren schwerhörig. Selbst dann, wenn du sie zur Rechtleitung einladen würdest, werden sie nie einer Rechtleitung folgen.
Rusça:
Кто может быть несправедливее того, кому напомнили о знамениях его Господа, а он отвернулся от них и забыл то, что совершили его руки? Мы накинули на их сердца покрывала, чтобы они не постигли его (Коран), а их уши поражены глухотой. Если даже ты призовешь их на прямой путь, они никогда не последуют прямым путем.
Arapça:
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ فَأَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ ۚ إِنَّا جَعَلْنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَن يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا ۖ وَإِن تَدْعُهُمْ إِلَى الْهُدَىٰ فَلَن يَهْتَدُوا إِذًا أَبَدًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Rabbinin âyetleriyle nasihat edilip de onlardan yüz çeviren ve daha önce işlediği günahları unutandan daha zalim kim olabilir? Biz onların kalbleri üzerine (Kur'ân'ı) anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Ey Muhammed! Sen onları doğru yola çağırsan da onlar asla hidayete ermezler.
Diyanet Vakfı:
Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır! Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları hidayete çağırsanda artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir.

verabbüke-lgafûru ẕü-rraḥmeh. lev yüâḫiẕühüm bimâ kesebû le`accele lehümü-l`aẕâb. bel lehüm mev`idül ley yecidû min dûnihî mev'ilâ.

Türkçe:
O affedici, o rahmet sahibi Rabbin, onları, kazandıkları yüzünden hesaba çekseydi, kendileri için azabı mutlaka çabuklaştırırdı. Böyle olmamıştır, ama onlar için, hiçbir kaçıp kurtulma imkânı bulamayacakları bir hesap sorma zamanı öngörülmüştür.
İngilizce:
But your Lord is Most forgiving, full of Mercy. If He were to call them (at once) to account for what they have earned, then surely He would have hastened their punishment: but they have their appointed time, beyond which they will find no refuge.
Fransızca:
Et ton Seigneur est le Pardonneur, le Détenteur de la miséricorde. S'il s'en prenait à eux pour ce qu'ils ont acquis. Il leur hâterait certes le châtiment. Mais il y a pour eux un terme fixé (pour l'accomplissement des menaces) contre lequel ils ne trouveront aucun refuge.
Almanca:
Und dein HERR ist Der Allvergebende, mit der Allgnade. Würde ER sie belangen für das, was sie sich erworben haben, hätte ER ihnen die Peinigung beschleunigt. Nein, sondern für sie ist ein Termin bestimmt, vor dem sie keine Zuflucht finden werden.
Rusça:
Твой Господь - Прощающий, Обладающий милосердием. Если бы Он стал наказывать их за то, что они приобрели, то ускорил бы их мучения, но для них назначен срок, и о
Arapça:
وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُو الرَّحْمَةِ ۖ لَوْ يُؤَاخِذُهُم بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَ ۚ بَل لَّهُم مَّوْعِدٌ لَّن يَجِدُوا مِن دُونِهِ مَوْئِلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bununla beraber rahmet sahibi olan Rabbin çok bağışlayıcıdır, tevbe eden kullarına rahmeti boldur. Eğer Allah, işledikleri günahlar yüzünden onları hemen cezalandıracak olsaydı, onlara hemen azab ederdi. Fakat onlara vaad edilen bir zaman vardır ki, o geldiğinde Allah'ın azabından bir kurtuluş yeri bulamazlar.
Diyanet Vakfı:
Senin, bağışı bol olan Rabbin merhamet sahibidir; şayet yaptıkları yüzünden onları (hemen) muaheze edecek olsaydı, onlara azabı çarçabuk verirdi. Fakat kendilerine tanınmış belli bir süre vardır ki, artık bundan kaçıp kurtulacakları bir sığınak bulamayacaklardır.

vetilke-lḳurâ ehleknâhüm lemmâ żalemû vece`alnâ limehlikihim mev`idâ.

Türkçe:
İşte sana bir yığın kent/medeniyet. Zulme saptıklarında onları helâk ettik. Onları helâk etmek için de bir süre belirlemiştik.
İngilizce:
Such were the populations we destroyed when they committed iniquities; but we fixed an appointed time for their destruction.
Fransızca:
Et voilà les villes que Nous avons fait périr quand leurs peuples commirent des injustices et Nous avons fixé un rendez-vous pour leur destruction.
Almanca:
Und diese Ortschaften haben WIR zugrunde gerichtet, nachdem sie Unrecht begingen. Und WIR setzten für ihr Zugrunde-Richten einen Termin fest.
Rusça:
Мы погубили эти города, когда они стали поступать несправедливо, и установили для их погибели срок.
Arapça:
وَتِلْكَ الْقُرَىٰ أَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِم مَّوْعِدًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İşte zulmettikleri için helak ettiğimiz şehirler! Biz onların helâkleri için de belirli bir zaman tayin etmiştik.
Diyanet Vakfı:
İşte şu ülkeler; zulmettikleri zaman onları helak ettik. Onları helak etmek için de belli bir zaman tayin etmiştik.

veiẕ ḳâle mûsâ lifetâhü lâ ebraḥu ḥattâ eblüga mecme`a-lbaḥrayni ev emḍiye ḥuḳubâ.

Türkçe:
Bir zaman Mûsa, genç dostuna şöyle demişti: "İki denizin birleştiği yere kadar hiç durmadan yürüyeceğim yahut da seneler ve seneler harcayacağım."
İngilizce:
Behold, Moses said to his attendant, "I will not give up until I reach the junction of the two seas or (until) I spend years and years in travel."
Fransızca:
(Rappelle-toi) quand Moïse dit à son valet : "Je n'arrêterai pas avant d'avoir atteint le confluent des deux mers, dussé-je marcher de longues années".
Almanca:
(Und erinnere daran), als Musa seinem Dienstjungen sagte: "Ich werde (das Reisen) nicht unterbrechen, bis ich die Vereinigung beider Meere erreiche, auch wenn ich doch für längere Zeit reisen muß.
Rusça:
Вот Муса (Моисей) сказал своему слуге: "Я не остановлюсь, пока не дойду до места слияния двух морей или пока не потрачу на путешествие долгие годы".
Arapça:
وَإِذْ قَالَ مُوسَىٰ لِفَتَاهُ لَا أَبْرَحُ حَتَّىٰ أَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ أَوْ أَمْضِيَ حُقُبًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ey Muhammed! Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim, yahut senelerce gideceğim."
Diyanet Vakfı:
Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: "Durup dinlenmeyeceğim; ta iki denizin birleştiği yere kadar varacağım, yahut senelerce yürüyeceğim."

Pages

Subscribe to 018. Kehf - (Mağara) Al-Kahf — الكهف