
yüḫâdi`ûne-llâhe velleẕîne âmenû. vemâ yaḫde`ûne illâ enfüsehüm vemâ yeş`urûn.
Arapça:
يُخَادِعُونَ اللَّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلَّا أَنفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
Türkçe:
Allah'ı ve inanmış olanları aldatma yoluna giderler. Gerçekte ise onlar öz benliklerinden başkasını aldatmıyorlar. Ne var ki, bunun farkında olamıyorlar.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki sırf kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar.
Diyanet Vakfı:
Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah'ı ve müminleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir.
İngilizce:
Fain would they deceive Allah and those who believe, but they only deceive themselves, and realise (it) not!
Fransızca:
Ils cherchent à tromper Allah et les croyants; mais ils ne trompent qu'eux-mêmes, et ils ne s'en rendent pas compte.
Almanca:
Täuschen wollen sie ALLAH und diejenigen, die den Iman verinnerlicht haben. Doch sie täuschen niemanden außer sich selbst, nur sie merken es nicht.
Rusça:
Они пытаются обмануть Аллаха и верующих, но обманывают только самих себя и не осознают этого.
Açıklama:

fî ḳulûbihim meraḍun fezâdehümü-llâhü meraḍâ. velehüm `aẕâbün elîmüm bimâ kânû yekẕibûn.
Arapça:
فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَهُمُ اللَّهُ مَرَضًا ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
Türkçe:
Kalplerinde bir hastalık vardır da Allah onları hastalık yönünden daha ileri götürmüştür. Ve onlar için, yalancılık etmiş olmaları yüzünden acıklı bir azap öngörülmüştür.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını arttırmıştır. Yalan söylemelerine karşılık onlara elem verici bir azab vardır.
Diyanet Vakfı:
Onların kalblerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elim bir azap vardır.
İngilizce:
In their hearts is a disease; and Allah has increased their disease: And grievous is the penalty they (incur), because they are false (to themselves).
Fransızca:
Il y a dans leurs coeurs une maladie (de doute et d'hypocrisie), et Allah laisse croître leur maladie. Ils auront un châtiment douloureux, pour avoir menti.
Almanca:
In ihren Herzen ist Krankheit , so mehrte ALLAH sie mit Krankheit, und für sie ist qualvolle Peinigung bestimmt für das, was sie zu lügen pflegten.
Rusça:
Их сердца поражены недугом. Да усилит Аллах их недуг! Им уготованы мучительные страдания за то, что они лгали.
Açıklama:

veiẕâ ḳîle lehüm lâ tüfsidû fi-l'arḍi ḳâlû innemâ naḥnü muṣliḥûn.
Arapça:
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ قَالُوا إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ
Türkçe:
Onlara, "Yeryüzünde bozgun çıkarmayın" dendiğinde, "Tam tersine, bizler barış ve esenlik getirenleriz!" demişlerdir.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hem onlara: "Yeryüzünde fesat çıkarmayın." denildiğinde: "Biz ancak ıslah edicileriz." derler.
Diyanet Vakfı:
Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, "Biz ancak ıslah edicileriz" derler.
İngilizce:
When it is said to them: "Make not mischief on the earth," they say: "Why, we only Want to make peace!"
Fransızca:
Et quand on leur dit : "Ne semez pas la corruption sur la terre", ils disent : "Au contraire nous ne sommes que des réformateurs ! "
Almanca:
Und als ihnen gesagt wurde: "Richtet kein Verderben an auf Erden!", sagten sie: "Wir sind doch nur gottgefällig Guttuende."
Rusça:
Когда им говорят: "Не распространяйте нечестия на земле!" - они отвечают: "Только мы и устанавливаем порядок".
Açıklama:

elâ innehüm hümü-lmüfsidûne velâkil lâ yeş`urûn.
Arapça:
أَلَا إِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلَٰكِن لَّا يَشْعُرُونَ
Türkçe:
Dikkat edin, gerçekte onlar, bozgun getirenlerin ta kendileridir de bunun bilincinde olmuyorlar.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İyi bilin ki, onlar ortalığı bozanların ta kendileridir, fakat anlamazlar.
Diyanet Vakfı:
Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lakin anlamazlar.
İngilizce:
Of a surety, they are the ones who make mischief, but they realise (it) not.
Fransızca:
Certes, ce sont eux les véritables corrupteurs, mais ils ne s'en rendent pas compte.
Almanca:
Aber sicher, sie sind die Verderben-Anrichtenden, doch sie merken es nicht.
Rusça:
Воистину, именно они распространяют нечестие, но они не осознают этого.
Açıklama:

veiẕâ ḳîle lehüm âminû kemâ âmene-nnâsü ḳâlû enü'minü kemâ âmene-ssüfehâ'. elâ innehüm hümü-ssüfehâü velâkil lâ ya`lemûn.
Arapça:
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ آمِنُوا كَمَا آمَنَ النَّاسُ قَالُوا أَنُؤْمِنُ كَمَا آمَنَ السُّفَهَاءُ ۗ أَلَا إِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَاءُ وَلَٰكِن لَّا يَعْلَمُونَ
Türkçe:
Onlara, "İnsanların inandığı gibi siz de inanın" dendiğinde, "Yani biz de kafası çalışmayan zavallılar gibi inanalım mı?" derler. Haberiniz olsun ki, kafası çalışmayan düşük seviyeliler onların ta kendileridir; fakat bilmiyorlar.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlara: "İnsanların (müslümanların) inandığı gibi inanın." denilince, "Biz de o beyinsizlerin inandığı gibi mi inanacağız?" derler. İyi bilin ki, asıl beyinsiz kendileridir fakat bilmezler.
Diyanet Vakfı:
Onlara: İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin, denildiği vakit "Biz hiç, sefihlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!" derler. Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler (veya bilmezlikten gelirler).
İngilizce:
When it is said to them: "Believe as the others believe:" They say: "Shall we believe as the fools believe?" Nay, of a surety they are the fools, but they do not know.
Fransızca:
Et quand on leur dit : "Croyez comme les gens ont cru", ils disent : "Croirons-nous comme ont cru les faibles d'esprit ? " Certes, ce sont eux les véritables faibles d'esprit, mais ils ne le savent pas.
Almanca:
Und als ihnen gesagt wurde: "Verinnerlicht den Iman, wie die (anderen) Menschen den Iman verinnerlicht haben", sagten sie: "Sollen wir etwa den Iman verinnerlichen, wie die Beschränkten den Iman verinnerlicht haben?" Jedenfalls sind sie die Beschränkten, doch sie wissen es nicht.
Rusça:
Когда им говорят: "Уверуйте так, как уверовали люди", - они отвечают: "Неужели мы уверуем так, как уверовали глупцы?" Воистину, именно они являются глупцами, но они не знают этого.
Açıklama:

veiẕâ leḳu-lleẕîne âmenû ḳâlû âmennâ. veiẕâ ḫalev ilâ şeyâṭînihim ḳâlû innâ me`aküm innemâ naḥnü müstehziûn.
Arapça:
وَإِذَا لَقُوا الَّذِينَ آمَنُوا قَالُوا آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْا إِلَىٰ شَيَاطِينِهِمْ قَالُوا إِنَّا مَعَكُمْ إِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِئُونَ
Türkçe:
Bunlar iman etmiş olanlarla yüzyüze geldiklerinde, "İman ettik" derler. Kendi şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarına ise söyledikleri şudur: "Hiç kuşkunuz olmasın biz sizinleyiz. Gerçek olan şu ki, biz alay edip duran kişileriz."
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar iman edenlere rastladıkları zaman: "İnandık" derler. Fakat şeytanlarıyle yalnız kaldıkları zaman: "Biz, sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay ediyoruz." derler.
Diyanet Vakfı:
(Bu münafıklar) müminlerle karşılaştıkları vakit "(Biz de) iman ettik" derler. (Kendilerini saptıran) şeytanları ile başbaşa kaldıklarında ise: Biz sizinle beraberiz, biz onlarla (müminlerle) sadece alay ediyoruz, derler.
İngilizce:
When they meet those who believe, they say: "We believe;" but when they are alone with their evil ones, they say: "We are really with you: We (were) only jesting."
Fransızca:
Quand ils rencontrent ceux qui ont cru, ils disent : "Nous croyons"; mais quand ils se trouvent seuls avec leurs diables, ils disent : "Nous sommes avec vous; en effet, nous ne faisions que nous moquer (d'eux)".
Almanca:
Und als sie denjenigen begegnet sind, die den Iman verinnerlicht haben, sagten sie: "Wir haben den Iman verinnerlicht." Jedoch als sie sich alleine unter ihren Satanen befanden, sagten sie: "Wir sind mit euch, wir sind lediglich Spötter!"
Rusça:
Когда они встречают верующих, то говорят: "Мы уверовали". Когда же они остаются наедине со своими дьяволами, они говорят: "Воистину, мы - с вами. Мы лишь издеваемся".
Açıklama:

allâhü yestehziü bihim veyemüddühüm fî ṭugyânihim ya`mehûn.
Arapça:
اللَّهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Türkçe:
Allah onlarla alay ediyor ve onları, kendi azgınlıkları içinde bocalar bir halde sürüklüyor.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Asıl) Allah onlarla alay eder ve taşkınlıkları içinde serserice dolaşmalarına mühlet verir.
Diyanet Vakfı:
Gerçekte, Allah onlarla istihza (alay) eder de azgınlıklarında onlara fırsat verir, bu yüzden onlar bir müddet başıboş dolaşırlar.
İngilizce:
Allah will throw back their mockery on them, and give them rope in their trespasses; so they will wander like blind ones (To and fro).
Fransızca:
C'est Allah qui Se moque d'eux et les endurcira dans leur révolte et prolongera sans fin leur égarement.
Almanca:
ALLAH vergilt ihnen ihren Spott und läßt sie in ihrer Maßlosigkeit bestärken - sie bleiben verblendet.
Rusça:
Аллах поиздевается над ними и увеличит их беззаконие, в котором они скитаются вслепую.
Açıklama:

ülâike-lleẕîne-şteravu-ḍḍalâlete bilhüdâ. femâ rabiḥat ticâratühüm vemâ kânû mühtedîn.
Arapça:
أُولَٰئِكَ الَّذِينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدَىٰ فَمَا رَبِحَت تِّجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُوا مُهْتَدِينَ
Türkçe:
İşte bunlar, doğruluk ve aydınlığı verip karanlık ve sapıklığı satın aldılar da ticaretleri hiçbir kazanç sağlamadı. Bir yol-yordama girebilmiş de değillerdir.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İşte onlar o kimselerdir ki, hidayet karşılığında sapıklığı satın aldılar da, ticaretleri kâr etmedi, doğru yolu da bulamadılar.
Diyanet Vakfı:
İşte onlar, hidayete karşılık dalaleti satın alanlardır. Ancak onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir.
İngilizce:
These are they who have bartered Guidance for error: But their traffic is profitless, and they have lost true direction,
Fransızca:
Ce sont eux qui ont troqué le droit chemin contre l'égarement. Eh bien, leur négoce n'a point profité. Et ils ne sont pas sur la bonne voie.
Almanca:
Diese sind diejenigen, die das Abirren gegen die Rechtleitung eintauschten, so war weder ihr Handel gewinnbringend, noch waren sie rechtgeleitet.
Rusça:
Они - те, которые купили заблуждение за верное руководство. Но сделка не принесла им прибыли, и они не последовали прямым путем.
Açıklama:

meŝelühüm kemeŝeli-lleẕi-stevḳade nârâ. felemmâ eḍâet mâ ḥavlehû ẕehebe-llâhü binûrihim veterakehüm fî żulümâtil lâ yübṣirûn.
Arapça:
مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَارًا فَلَمَّا أَضَاءَتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللَّهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ فِي ظُلُمَاتٍ لَّا يُبْصِرُونَ
Türkçe:
Onların durumu şu kişinin durumuna benzer: Bir ateş tutuşturmak istedi. Ateş, çevresindekileri aydınlattığında, Allah onların ışığını giderdi ve onları karanlıklar içinde bıraktı; artık görmezler.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onların durumu, bir ateş yakanın durumu gibidir. (Ateş) çevresini aydınlatır aydınlatmaz Allah onların (gözlerinin) nurlarını giderdi ve onları karanlıklar içinde bıraktı, artık görmezler.
Diyanet Vakfı:
Onların (münafıkların) durumu, (karanlık gecede) bir ateş yakan kimse misalidir. O ateş yanıp da etrafını aydınlattığı anda Allah, hemen onların aydınlığını giderir ve onları karanlıklar içinde bırakır; (artık hiçbir şeyi) görmezler.
İngilizce:
Their similitude is that of a man who kindled a fire; when it lighted all around him, Allah took away their light and left them in utter darkness. So they could not see.
Fransızca:
Ils ressemblent à quelqu'un qui a allumé un feu; puis quand le feu a illuminé tout à l'entour, Allah a fait disparaître leur lumière et les a abandonnés dans les ténèbres où ils ne voient plus rien.
Almanca:
Ihr Gleichnis ähnelt dem Gleichnis desjenigen, der Feuer anzumachen suchte, und nachdem es seine Umgebung erhellt hatte, nahm ALLAH ihnen ihr Licht weg und ließ sie in Finsternissen zurück - sie können nicht sehen.
Rusça:
Они подобны тому, кто разжег огонь. Когда же огонь озарил все вокруг него, Аллах лишил их света и оставил их в темноте, где они ничего не видят.
Açıklama:

ṣummüm bükmün `umyün fehüm lâ yerci`ûn.
Arapça:
صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَ
Türkçe:
Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onlar artık dönmezler.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler.
Diyanet Vakfı:
Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple onlar geri dönemezler.
İngilizce:
Deaf, dumb, and blind, they will not return (to the path).
Fransızca:
Sourds, muets, aveugles, ils ne peuvent donc pas revenir (de leur égarement).
Almanca:
Sie sind taub, stumm und blind, so kehren sie nicht um.
Rusça:
Глухие, немые, слепые! Они не вернутся на прямой путь.
Açıklama:
Pages
