
emme-ssefînetü fekânet limesâkîne ya`melûne fi-lbaḥri feerattü en e`îbehâ vekâne verâehüm meliküy ye'ḫuẕü külle sefînetin gaṣbâ.
Türkçe:
"Gemiden başlayayım: O gemi, denizde işçilik yapan bir grup yoksulundu. Ben onu kusurlu hale getirmek istedim. Çünkü biraz ötelerinde bir kral vardı; tüm gemilere zorla el koyuyordu."
İngilizce:
As for the boat, it belonged to certain men in dire want: they plied on the water: I but wished to render it unserviceable, for there was after them a certain king who seized on every boat by force.
Fransızca:
Pour ce qui est du bateau, il appartenait à des pauvres gens qui travaillaient en mer. Je voulais donc le rendre défectueux, car il y avait derrière eux un roi qui saisissait de force tout bateau.
Almanca:
Hinsichtlich des Schiffes: Dieses war im Besitz armer Menschen, welche auf dem Meere arbeiteten. Und ich wollte es mangelhaft machen, denn vor ihnen gab es einen König, der sich jedes (guten) Schiffs gewaltsam bemächtigte.
Rusça:
Что касается корабля, то он принадлежал беднякам, которые трудились в море. Я захотел повредить его, потому что перед ними находился царь, который силой отнимал все целые корабли.
Arapça:
أَمَّا السَّفِينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاكِينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ فَأَرَدتُّ أَنْ أَعِيبَهَا وَكَانَ وَرَاءَهُم مَّلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَفِينَةٍ غَصْبًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Gemi, denizde çalışan bir kaç yoksula aitti. Onu kusurlu kılmak istedim, çünkü onların ilerisinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı.
Diyanet Vakfı:
"Gemi var ya, o, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu kılmak istedim. (Çünkü) onların arkasında, her (sağlam) gemiyi gasbetmekte olan bir kral vardı."

veemme-lgulâmü fekâne ebevâhü mü'mineyni feḫaşînâ ey yürhiḳahümâ ṭugyânev veküfrâ.
Türkçe:
"Oğlan çocuğa gelince: Onun anası-babası inanmış kişilerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkâra sürüklemesinden korktuk."
İngilizce:
As for the youth, his parents were people of Faith, and we feared that he would grieve them by obstinate rebellion and ingratitude (to Allah and man).
Fransızca:
Quant au garçon, ses père et mère étaient des croyants; nous avons craint qu'il ne leur imposât la rébellion et la mécréance.
Almanca:
Und hinsichtlich des Jungen: Dessen Eltern waren beide Mumin, und wir 2 fürchteten, daß er beide mit Ausschweifung und Kufr überzieht.
Rusça:
Что касается мальчика, то его родители являются верующими, и мы опасались, что он будет притеснять их по причине своего беззакония и неверия.
Arapça:
وَأَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ أَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَشِينَا أَن يُرْهِقَهُمَا طُغْيَانًا وَكُفْرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Oğlana gelince, onun anababası mümin kimselerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkâra sürüklemesinden korktuk.
Diyanet Vakfı:
"Erkek çocuğa gelince, onun ana-babası, mümin kimselerdi. Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk."

feeradnâ ey yübdilehümâ rabbühümâ ḫayram minhü zekâtev veaḳrabe ruḥmâ.
Türkçe:
"Diledik ki, Rableri onlara o çocuktan temizlikçe daha üstün, merhametçe daha gelişmişini versin."
İngilizce:
So we desired that their Lord would give them in exchange (a son) better in purity (of conduct) and closer in affection.
Fransızca:
Nous avons donc voulu que leur Seigneur leur accordât en échange un autre plus pur et plus affectueux.
Almanca:
Dann wollten wir, daß ihr HERR ihnen an seiner Stelle (ein Kind) gibt, welches lauterer und barmherziger als dieser ist.
Rusça:
Мы захотели, чтобы Господь их даровал им вместо него того, кто будет чище и милосерднее к своим близким.
Arapça:
فَأَرَدْنَا أَن يُبْدِلَهُمَا رَبُّهُمَا خَيْرًا مِّنْهُ زَكَاةً وَأَقْرَبَ رُحْمًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İstedik ki Rabbleri onun yerine kendilerine ondan temizlikçe daha hayırlı ve daha çok merhamet eden birini versin.
Diyanet Vakfı:
(Devam etti:) "Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin."

veemme-lcidâru fekâne ligulâmeyni yetîmeyni fi-lmedîneti vekâne taḥtehû kenzül lehümâ vekâne ebûhümâ ṣâliḥâ. feerâde rabbüke ey yeblügâ eşüddehümâ veyestaḫricâ kenzehümâ. raḥmetem mir rabbik. vemâ fe`altühû `an emrî. ẕâlike te'vîlü mâ lem tesṭi` `aleyhi ṣabrâ.
Türkçe:
"Ve duvar. Duvar, o kentte yaşayan iki yetim oğlanındı. Altında, oğlanlara ait bir define vardı. Oğlanların babası da hayır ve barış seven bir kimse olarak yaşamıştı. Rabbin istedi ki, o çocuklar ergenliklerine ulaşsınlar da Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarsınlar. Ben bunları kendi buyruğumun sonucu olarak yapmadım. İşte senin sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin içyüzü budur."
İngilizce:
As for the wall, it belonged to two youths, orphans, in the Town; there was, beneath it, a buried treasure, to which they were entitled: their father had been a righteous man: So thy Lord desired that they should attain their age of full strength and get out their treasure - a mercy (and favour) from thy Lord. I did it not of my own accord. Such is the interpretation of (those things) over which thou wast unable to hold patience.
Fransızca:
Et quant au mur, il appartenait à deux garçons orphelins de la ville, et il y avait dessous un trésor à eux; et leur père était un homme vertueux. Ton Seigneur a donc voulu que tous deux atteignent leur maturité et qu'ils extraient, [eux-mêmes] leur trésor, par une miséricorde de ton Seigneur. Je ne l'ai d'ailleurs pas fait de mon propre chef. Voilà l'interprétation de ce que tu n'as pas pu endurer avec patience".
Almanca:
Und hinsichtlich der Mauer: Sie gehörte zwei Waisenjungen in der Stadt. Und darunter lag ein Schatz, der für beide bestimmt war. Und ihr Vater war ein gottgefällig Guttuender. So wollte dein HERR, daß beide erwachsen werden und ihren Schatz ausgraben - aus Gnade von deinem HERRN. Und ich habe dies nicht aus eigenem Erwägen getan. Dies ist die Deutung dessen, wofür du keine Geduld aufbringen konntest.
Rusça:
Что же касается стены, то она принадлежала двум осиротевшим мальчикам из города. Под ней находился их клад. Их отец был праведником, и твой Господь пожелал, чтобы они достигли зрелого возраста и извлекли свой клад по милости твоего Господа. Я не поступал по своему усмотрению. Вот толкование того, к чему ты не смог отнестись с терпением".
Arapça:
وَأَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَتِيمَيْنِ فِي الْمَدِينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنزٌ لَّهُمَا وَكَانَ أَبُوهُمَا صَالِحًا فَأَرَادَ رَبُّكَ أَن يَبْلُغَا أَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنزَهُمَا رَحْمَةً مِّن رَّبِّكَ ۚ وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ أَمْرِي ۚ ذَٰلِكَ تَأْوِيلُ مَا لَمْ تَسْطِع عَّلَيْهِ صَبْرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Duvar ise, o şehirde iki yetim oğlana ait idi. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Onun için Rabbin istedi ki o iki çocuk erginlik çağlarına ersinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ve ben bunların hiçbirini kendiliğimden yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin içyüzleri budur.
Diyanet Vakfı:
"Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir hazine vardı; babaları ise iyi bir kimse idi. Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ben bunu da kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur."

veyes'elûneke `an ẕi-lḳarneyn. ḳul seetlû `aleyküm minhü ẕikrâ.
Türkçe:
Sana Zülkarneyn'den de sorarlar: De ki: "Size ondan bir hatıra okuyacağım."
İngilizce:
They ask thee concerning Zul-qarnain. Say, "I will rehearse to you something of his story."
Fransızca:
Et ils t'interrogent sur Zul-Qarnayn. Dis : "Je vais vous en citer quelque fait mémorable".
Almanca:
Und sie fragen dich nach Dhul-qarnain. Sag: "Ich werde euch etwas über ihn vortragen."
Rusça:
Они спрашивают тебя о Зуль Карнейне. Скажи: "Я прочту вам поучительный рассказ о нем".
Arapça:
وَيَسْأَلُونَكَ عَن ذِي الْقَرْنَيْنِ ۖ قُلْ سَأَتْلُو عَلَيْكُم مِّنْهُ ذِكْرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bir de sana Zülkarneyn'den soruyorlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacağım.
Diyanet Vakfı:
(Resulüm!) Sana Zülkarneyn hakkında soru sorarlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacağım.

innâ mekkennâ lehû fi-l'arḍi veâteynâhü min külli şey'in sebebâ.
Türkçe:
Biz onun için yeryüzünde güç ve saltanat hazırladık ve ona herşeyden bir sebep verdik.
İngilizce:
Verily We established his power on earth, and We gave him the ways and the means to all ends.
Fransızca:
Vraiment, Nous avons affermi sa puissance sur terre, et Nous lui avons donné libre voie à toute chose.
Almanca:
Gewiß, WIR gewährten ihm Macht auf Erden und gaben ihm zu jeder Sache einen Zugang.
Rusça:
Воистину, Мы наделили его властью на земле и одарили его всякими возможностями.
Arapça:
إِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْأَرْضِ وَآتَيْنَاهُ مِن كُلِّ شَيْءٍ سَبَبًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Gerçekten biz onu (Zülkarneyn'i) yeryüzünde iktidar sahibi yaptık ve ona ulaşmak istediği her şeyi elde etmesinin bir yolunu verdik.
Diyanet Vakfı:
Gerçekten biz onu yeryüzünde iktidar ve kudret sahibi kıldık, ona (muhtaç olduğu) her şey için bir sebep (bir vasıta ve yol) verdik.

feetbe`a sebebâ.
Türkçe:
O da bir sebebi izledi.
İngilizce:
One (such) way he followed,
Fransızca:
Il suivit donc une voie.
Almanca:
Dann folgte er einem Weg.
Rusça:
Он отправился в путь.
Arapça:
فَأَتْبَعَ سَبَبًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Derken o da bu yollardan birini tutup gitti.
Diyanet Vakfı:
O da bir yol tutup gitti.

ḥattâ iẕâ belega magribe-şşemsi vecedehâ tagrubü fî `aynin ḥamietiv vevecede `indehâ ḳavmâ. ḳulnâ yâ ẕe-lḳarneyni immâ en tü`aẕẕibe veimmâ en tetteḫiẕe fîhim ḥusnâ.
Türkçe:
Nihayet, Güneş'in battığı yere varınca onu kara balçıklı bir gözede batar buldu. Onun yanında bir de kavim buldu. Dedik ki: "Ey Zülkarneyn, ya bunlara azap edersin ya da haklarında güzel bir tavrı esas alırsın."
İngilizce:
Until, when he reached the setting of the sun, he found it set in a spring of murky water: Near it he found a People: We said: "O Zul-qarnain! (thou hast authority,) either to punish them, or to treat them with kindness."
Fransızca:
Et quand il eut atteint le Couchant, il trouva que le soleil se couchait dans une source boueuse , et, après d'elle il trouva une peuplade [impie]. Nous dîmes : "ô Zul-Qarnayn ! ou tu les châties, ou tu uses de bienveillance à leur égard".
Almanca:
Als er dann (den Ort) des Sonnenuntergangs erreichte, fand er sie so, daß sie in einer schlammigen Quelle untergehe, und er fand in ihrer Nähe Leute. WIR sagten: "Dhul-qarnain! Entweder peinigst du sie, oder du gewährst ihnen Gutes."
Rusça:
Когда он прибыл туда, где закатывается солнце, он обнаружил, что оно закатывается в мутный (или горячий) источник. Около него он нашел народ. Мы сказали: "О Зуль Карнейн! Либо ты накажешь их, либо сделаешь им добро".
Arapça:
حَتَّىٰ إِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ فِي عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِندَهَا قَوْمًا ۗ قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ إِمَّا أَن تُعَذِّبَ وَإِمَّا أَن تَتَّخِذَ فِيهِمْ حُسْنًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Nihayet güneşin battığı yere vardığı zaman, güneşi, (sanki) kara bir balçıkta batıyor buldu. Bir de bunun yanında bir kavim buldu. Biz ona dedik ki: "Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi davranırsın."
Diyanet Vakfı:
Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu. Onun yanında (orada) bir kavme rastladı. Bunun üzerine biz: Ey Zülkarneyn! Onlara ya azap edecek veya haklarında iyilik etme yolunu seçeceksin, dedik.

ḳâle emmâ men żaleme fesevfe nü`aẕẕibühû ŝümme yüraddü ilâ rabbihî feyü`aẕẕibühû `aẕâben nükrâ.
Türkçe:
Dedi: "Zulmedene azap edeceğiz; sonra Rabbine döndürülecek; O da onu görülmedik bir azaba çeker."
İngilizce:
He said: "Whoever doth wrong, him shall we punish; then shall he be sent back to his Lord; and He will punish him with a punishment unheard-of (before).
Fransızca:
Il dit : "Quant à celui qui est injuste, nous le châtierons; ensuite il sera ramené vers son Seigneur qui le punira d'un châtiment terrible.
Almanca:
Er sagte: "Hinsichtlich dessen, der Unrecht beging, den werden wir peinigen, dann wird er zu seinem HERRN zurückgebracht, dann wird ER ihn einer ungeheuerlichen Peinigung unterziehen.
Rusça:
Он сказал: "Того, кто поступает несправедливо, мы накажем, а потом его возвратят к его Господу, и Он подвергнет его тяжким мучениям.
Arapça:
قَالَ أَمَّا مَن ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ ثُمَّ يُرَدُّ إِلَىٰ رَبِّهِ فَيُعَذِّبُهُ عَذَابًا نُّكْرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O da demişti ki: "Kim haksızlık ederse muhakkak ona azab edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, O da onu görülmemiş bir azabla cezalandırır."
Diyanet Vakfı:
O, şöyle dedi: "Haksızlık edeni cezalandıracağız; sonra o, Rabbine gönderilecek; sonra Allah da ona korkunç bir azap uygulayacak."

veemmâ men âmene ve`amile ṣâliḥan felehû cezâen-lḥusnâ. veseneḳûlü lehû min emrinâ yüsrâ.
Türkçe:
"İman edip hayra ve barışa yönelik iş yapana gelince, onun için ödül olarak en güzeli var. Ve ona, buyruğumuzdan, kolay olanı söyleyeceğiz."
İngilizce:
But whoever believes, and works righteousness,- he shall have a goodly reward, and easy will be his task as We order it by our Command.
Fransızca:
Et quant à celui qui croit et fait bonne oeuvre, il aura, en retour, la plus belle récompense. Et nous lui donnerons des ordres faciles à exécuter".
Almanca:
Doch hinsichtlich dessen, der den Iman verinnerlichte und gottgefällig Gutes tat, für den ist die gute Belohnung bestimmt, und wir werden ihm Leichtes gebieten."
Rusça:
Тому же, кто уверовал и поступает праведно, будет наилучшее воздаяние, и мы скажем ему наши легкие повеления".
Arapça:
وَأَمَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُ جَزَاءً الْحُسْنَىٰ ۖ وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ أَمْرِنَا يُسْرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Amma her kim de iman edip iyi bir iş yaparsa, buna da en güzel mükâfat vardır. Biz ona dünyada kolaylık gösterir zor işlere koşmayız.
Diyanet Vakfı:
"İman edip de iyi davranan kimseye gelince, onun için de en güzel bir karşılık vardır. Ve buyruğumuzdan, ona kolay olanını söyleyeceğiz."
Pages
