Al-Kahf—الكهف

veḳuli-lḥaḳḳu mir rabbiküm femen şâe felyü'miv vemen şâe felyekfür innâ a`tednâ liżżâlimîne nâran eḥâṭa bihim sürâdiḳuhâ. veiy yestegîŝû yügâŝû bimâin kelmühli yeşvi-lvucûh. bi'se-şşerâb. vesâet mürtefeḳâ.

Türkçe:
Ve de ki: "Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin." Biz, zalimler için öyle bir ateş hazırladık ki, çadırı/duvarı/dumanı onları çepeçevre kuşatmıştır. Eğer yardım dileseler, erimiş maden gibi yüzleri pişiren bir su ile yardımlarına koşulur. O ne kötü içecek, o ne kötü sığınak/dayanak!
İngilizce:
Say, "The truth is from your Lord": Let him who will believe, and let him who will, reject (it): for the wrong-doers We have prepared a Fire whose (smoke and flames), like the walls and roof of a tent, will hem them in: if they implore relief they will be granted water like melted brass, that will scald their faces, how dreadful the drink! How uncomfortable a couch to recline on!
Fransızca:
Et dis : "La vérité émane de votre Seigneur". Quiconque le veut, qu'il croit, et quiconque le veut qu'il mécroie". Nous avons préparé pour les injustes un Feu dont les flammes les cernent. Et s'ils implorent à boire on les abreuvera d'une eau comme du métal fondu brûlant les visages. Quelle mauvaise boisson et quelle détestable demeure !
Almanca:
Und sag: "Die Wahrheit ist von eurem HERRN. Wer will, der soll den Iman verinnerlichen, und wer will, der soll Kufr betreiben." WIR bereiteten für die Unrecht-Begehenden ein Feuer, dessen Rauch sie umzingelt. Und wenn sie um Hilfe rufen, wird Ihrem Hilferuf entsprochen mit Wasser wie das Geschmolzene, das die Gesichter schmort. Erbärmlich ist der Trank und verhängnisvoll ist der Ort zum Anlehnen.
Rusça:
Скажи: "Истина - от вашего Господа. Кто хочет, пусть верует, а кто не хочет, пусть не верует". Мы приготовили для беззаконников Огонь, стены которого будут окружать их со всех сторон. Если они станут просить о помощи, то им помогут водой, подобной расплавленному металлу (или осадку масла), которая обжигает лицо. Мерзкий напиток и скверная обитель!
Arapça:
وَقُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ ۖ فَمَن شَاءَ فَلْيُؤْمِن وَمَن شَاءَ فَلْيَكْفُرْ ۚ إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ نَارًا أَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا ۚ وَإِن يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ ۚ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءَتْ مُرْتَفَقًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ve de ki: O hak Rabbimizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Çünkü biz zalimler için öyle bir ateş hazırlamışız ki, duvarları, çepeçevre onları içine alacaktır. Eğer feryad edip yardım isteseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. O ne kötü bir içecek ve ne kötü bir dayanma yeri!
Diyanet Vakfı:
Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin. Biz, zalimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepe çevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) imdat dileyecek olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. Ne fena bir içecek ve ne kötü bir kalma yeri!

inne-lleẕîne âmenû ve`amilu-ṣṣâliḥâti innâ lâ nüḍî`u ecra men aḥsene `amelâ.

Türkçe:
İman edip hayra ve barışa yönelik ameller sergileyenlere gelince, kuşkusuz ki biz, güzel iş yapanların ödülünü yitirmeyeceğiz.
İngilizce:
As to those who believe and work righteousness, verily We shall not suffer to perish the reward of any who do a (single) righteous deed.
Fransızca:
Ceux qui croient et font de bonnes oeuvres... vraiment Nous ne laissons pas perdre la récompense de celui qui fait le bien.
Almanca:
Gewiß, diejenigen, die den Iman verinnerlichten und gottgefällig Gutes taten, gewiß, WIR lassen die Belohnung dessen, der Gutes tat, auf keinen Fall verloren gehen.
Rusça:
А что до тех, которые уверовали и вершили праведные дела, то ведь Мы не теряем награды тех, кто совершал добро.
Arapça:
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ إِنَّا لَا نُضِيعُ أَجْرَ مَنْ أَحْسَنَ عَمَلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İman edip de güzel davranışlarda bulunanlar var ya, şüphe yok ki biz öyle güzel işler yapanların mükafatını zayi etmeyiz.
Diyanet Vakfı:
İman edip de güzel davranışlarda bulunanlar (bilmelidirler ki) biz, güzel işler yapanların ecrini zayi etmeyiz.

ülâike lehüm cennâtü `adnin tecrî min taḥtihimü-l'enhâru yüḥallevne fîhâ min esâvira min ẕehebiv veyelbesûne ŝiyâben ḫuḍram min sündüsiv veistebraḳim müttekiîne fîhâ `ale-l'erâik. ni`me-ŝŝevâb. veḥasünet mürtefeḳâ.

Türkçe:
Bunlar için, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekten yeşil giysiler giyip koltuklar üzerine kurulacaklar. O ne güzel karşılık, o ne güzel dayanak!
İngilizce:
For them will be Gardens of Eternity; beneath them rivers will flow; they will be adorned therein with bracelets of gold, and they will wear green garments of fine silk and heavy brocade: They will recline therein on raised thrones. How good the recompense! How beautiful a couch to recline on!
Fransızca:
Voilà ceux qui auront les jardins du séjour (éternel) sous lesquels coulent les ruisseaux. Ils y seront parés de bracelets d'or et se vêtiront d'habits verts de soie fine et de brocart, accoudés sur des divans (bien ornés). Quelle bonne récompense et quelle belle demeure !
Almanca:
Für diese sind Dschannat von 'Adn bestimmt, die von Flüssen durchflossen sind. Darin werden sie mit Armbändern aus Gold geschmückt und sie werden grüne Kleidung aus Sundos und Istabraq tragen - angelehnt darin auf Liegen. Die beste Belohnung (ist dies) und schön gemacht ist der Ort zum Anlehnen.
Rusça:
Именно им уготованы сады Эдема, в которых текут реки. Они будут украшены золотыми браслетами и облачены в зеленые одеяния из атласа и парчи. Они будут возлежать там на ложах, прислонившись. Замечательное вознаграждение и прекрасная обитель!
Arapça:
أُولَٰئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِن ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَابًا خُضْرًا مِّن سُندُسٍ وَإِسْتَبْرَقٍ مُّتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ ۚ نِعْمَ الثَّوَابُ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İşte onlara Adn cennetleri vardır; altlarından ırmaklar akar, orada altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyerek koltuklar üzerine dayanıp kurulacaklar. O ne güzel karşılık ve ne güzel kalma yeri!
Diyanet Vakfı:
İşte onlara, alt taraflarından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Onlar Adn cennetlerinde tahtlar üzerine kurularak orada altın bileziklerle bezenecekler; ince ve kalın dibadan yeşil elbiseler giyecekler. Ne güzel karşılık ve ne güzel kalma yeri!

vaḍrib lehüm meŝeler racüleyni ce`alnâ lieḥadihimâ cenneteyni min a`nâbiv veḥafefnâhümâ binaḫliv vece`alnâ beynehümâ zer`â.

Türkçe:
Onlara örnek olarak şu iki adamı ver: Bunlardan birine, üzümlerden oluşan iki bağlık vermiş, bağların çevresini hurmalarla donatmış, aralarına da ekinler serpiştirmiştik.
İngilizce:
Set forth to them the parable of two men: for one of them We provided two gardens of grape-vines and surrounded them with date palms; in between the two We placed corn-fields.
Fransızca:
Donne-leur l'exemple de deux hommes : à l'un d'eux Nous avons assigné deux jardins de vignes que Nous avons entourés de palmiers et Nous avons mis entre les deux jardins des champs cultivés.
Almanca:
Und präge ihnen ein Gleichnis von zwei Männern. Einem von ihnen gaben WIR zwei Dschannat mit Rebstöcken, die WIR beide mit Dattelpalmen umgaben, und zwischen beiden ließen WIR Gewächs sein.
Rusça:
Приведи им притчу о двух мужах. Одному из них Мы устроили два виноградника, оградили их пальмами и поместили между ними ниву.
Arapça:
۞ وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلًا رَّجُلَيْنِ جَعَلْنَا لِأَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ أَعْنَابٍ وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlara, şu iki adamı misal olarak anlat: Biz bunlardan birine her türlü üzümden iki bağ vermişiz, her ikisinin etrafını hurmalarla donatmışız, aralarında da bir ekinlik yapmışız.
Diyanet Vakfı:
Onlara, şu iki adamı misal olarak anlat: Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik.

kilte-lcenneteyni âtet ükülehâ velem tażlim minhü şey'ev vefeccernâ ḫilâlehümâ neherâ.

Türkçe:
İki bağ da yemişlerini vermiş o adamdan hiçbir şeyi eksik bırakmamıştı. İkisinin ortasından bir de nehir fışkırtmışız.
İngilizce:
Each of those gardens brought forth its produce, and failed not in the least therein: in the midst of them We caused a river to flow.
Fransızca:
Les deux jardins produisaient leur récolte sans jamais manquer. Et Nous avons fait jaillir entre eux un ruisseau.
Almanca:
Beide Dschannat brachten ihre Früchte hervor und verwuchsen nichts davon. Und WIR ließen darin einen Fluß entspringen.
Rusça:
Оба сада приносили плоды, и ничто из них не пропадало, а между ними Мы проложили реку.
Arapça:
كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ آتَتْ أُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِم مِّنْهُ شَيْئًا ۚ وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbir şey noksan bırakmamış, ikisinin ortasından bir de nehir akıtmışız.
Diyanet Vakfı:
İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbirini eksik bırakmamıştı. İkisinin arasından bir de ırmak fışkırtmıştık.

vekâne lehû ŝemer. feḳâle liṣâḥibihî vehüve yüḥâviruhû ene ekŝeru minke mâlev vee`azzü neferâ.

Türkçe:
Adamın başka bir geliri de vardı. Bu yüzden, arkadaşlarıyla konuştuğu bir sırada ona şöyle demişti: "Ben, malca senden zengin, insan unsuru bakımından da güçlü ve onurluyum."
İngilizce:
(Abundant) was the produce this man had : he said to his companion, in the course of a mutual argument: "more wealth have I than you, and more honour and power in (my following of) men."
Fransızca:
Et il avait des fruits et dit alors à son compagnon avec qui il conversait : "Je possède plus de bien que toi, et je suis plus puissant que toi grâce à mon clan".
Almanca:
Und er verfügte über Früchteertrag, dann sagte er seinem Gefährten, während er mit ihm einen Dialog führte: "Ich verfüge über mehr Vermögen als du und bin dazu noch überlegener an Gefolge."
Rusça:
У него были плоды (или богатство), и он сказал своему товарищу, беседуя с ним: "У меня больше имущества и помощников, чем у тебя".
Arapça:
وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌ فَقَالَ لِصَاحِبِهِ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَنَا أَكْثَرُ مِنكَ مَالًا وَأَعَزُّ نَفَرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İki bağın sahibinin ayrıca başka geliri vardı. Bundan dolayı bu adam arkadaşıyla münakaşa ederken: "Ben malca senden daha zengin ve insan sayısı bakımından da senden daha güçlü ve üstünüm" dedi.
Diyanet Vakfı:
Bu adamın başka geliri de vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona şöyle dedi: "Ben, servetçe senden daha zenginim; insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm."

vedeḫale cennetehû vehüve żâlimül linefsih. ḳâle mâ eżunnü en tebîde hâẕihî ebedâ.

Türkçe:
Ve böylece, öz benliğine zulüm ede ede bağlığına girdi. Şöyle konuştu: "Bunun sonsuza değin yok olacağını sanmıyorum."
İngilizce:
He went into his garden in a state (of mind) unjust to his soul: He said, "I deem not that this will ever perish,
Fransızca:
Il entra dans son jardin coupable envers lui-même [par sa mécréance]; il dit : "Je ne pense pas que ceci puisse jamais périr,
Almanca:
Und er trat in seine Dschanna ein, während er gegen sich selbst Unrecht beging, er sagte: "Ich glaube nicht, daß diese jemals vergänglich sein wird.
Rusça:
Он вошел в свой сад, поступая несправедливо по отношению к себе, и сказал: "Я не думаю, что он когда-нибудь исчезнет.
Arapça:
وَدَخَلَ جَنَّتَهُ وَهُوَ ظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ قَالَ مَا أَظُنُّ أَن تَبِيدَ هَٰذِهِ أَبَدًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Adam, bu şekilde kendine zulmederek bağına girdi ve şöyle dedi: "Bunun hiç yok olacağını sanmıyorum"
Diyanet Vakfı:
(Böyle gurur ve kibirle) kendisine zulmederek bağına girdi. Şöyle dedi: "Bunun, hiçbir zaman yok olacağını sanmam."

vemâ eżunnü-ssâ`ate ḳâimetev veleir rudittü ilâ rabbî leecidenne ḫayram minhâ münḳalebâ.

Türkçe:
"Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Ama eğer Rabbime döndürülüp götürülürsem, bundan daha iyisini bulacağımdan eminim."
İngilizce:
Nor do I deem that the Hour (of Judgment) will (ever) come: Even if I am brought back to my Lord, I shall surely find (there) something better in exchange.
Fransızca:
et je ne pense pas que l'Heure viendra. Et si on me ramène vers mon Seigneur, je trouverai certes meilleur lieu de retour que ce jardin.
Almanca:
2 Und ich glaube nicht, daß die Stunde (der Jüngste Tag) zustande kommt. Und selbst wenn ich zu meinem HERRN zurückgebracht werde, werde ich auf jeden Fall eine bessere Rückkehr als diese vorfinden."
Rusça:
Я не думаю, что настанет Час. Если же меня возвратят к моему Господу, то по возвращении я обрету там нечто еще более прекрасное".
Arapça:
وَمَا أَظُنُّ السَّاعَةَ قَائِمَةً وَلَئِن رُّدِدتُّ إِلَىٰ رَبِّي لَأَجِدَنَّ خَيْرًا مِّنْهَا مُنقَلَبًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kıyametin kopacağını da zannetmem. Şayet Rabbimin huzuruna götürürlürsem, muhakkak orada bundan daha hayırlı bir sonuç bulurum.
Diyanet Vakfı:
"Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Şayet Rabbimin huzuruna götürülürsem, hiç şüphem yok ki, (orada) bundan daha hayırlı bir akıbet bulurum."

ḳâle lehû ṣâḥibühû vehüve yüḥâviruhû ekeferte billeẕî ḫaleḳake min türâbin ŝümme min nuṭfetin ŝümme sevvâke racülâ.

Türkçe:
Kendisiyle konuşan arkadaşı ona dedi ki: "Sen, seni topraktan, sonra meniden yaratıp sonra da bir adam olarak biçimlendiren kudrete nankörlük mü ettin?"
İngilizce:
His companion said to him, in the course of the argument with him: "Dost thou deny Him Who created thee out of dust, then out of a sperm-drop, then fashioned thee into a man?
Fransızca:
Son compagnon lui dit, tout en conversant avec lui : "Serais-tu mécréant envers Celui qui t'a créé de terre, puis de sperme et enfin t'a façonné en homme ?
Almanca:
Sein Gefährte sagte ihm, während er mit ihm den Dialog führte: "Betreibst du etwa Kufr gegenüber Dem, Der dich aus Erde erschuf, dann aus einer Nutfa , dann machte (ER) dich zu einem Mann?!
Rusça:
Товарищ его, беседуя с ним, сказал: "Неужели ты не веруешь в Того, Кто сотворил тебя их земли, потом - из капли, а потом сделал тебя мужчиной?
Arapça:
قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَكَفَرْتَ بِالَّذِي خَلَقَكَ مِن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ سَوَّاكَ رَجُلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bunun üzerine kendisiyle münakaşa eden arkadaşı da ona şöyle dedi: "Seni topraktan, sonra seni bir damla sudan yaratan, daha sonra da seni insan haline getireni mi inkar ediyorsun?
Diyanet Vakfı:
Karşılıklı konuşan arkadaşı ona hitaben: "Sen, dedi, seni topraktan, sonra nutfeden (spermadan) yaratan, daha sonra seni bir adam biçimine sokan Allah'ı inkar mı ettin?"

lâkinnâ hüve-llâhü rabbî velâ üşrikü birabbî eḥadâ.

Türkçe:
"Lâkin, o Allah benim Rabbimdir. Ve ben, Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam."
İngilizce:
But (I think) for my part that He is Allah, My Lord, and none shall I associate with my Lord.
Fransızca:
Quant à moi, c'est Allah qui est mon Seigneur; et je n'associe personne à mon Seigneur ?
Almanca:
Doch ER ist ALLAH, mein HERR. Und ich geselle meinem HERRN niemanden bei.
Rusça:
Что же касается меня, то мой Господь - Аллах, и я никого не приобщаю в сотоварищи к моему Господу.
Arapça:
لَّٰكِنَّا هُوَ اللَّهُ رَبِّي وَلَا أُشْرِكُ بِرَبِّي أَحَدًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Fakat ben iman ederek diyorum ki: O Allah, benim Rabbimdir, ben Rabbime kimseyi ortak koşmam.
Diyanet Vakfı:
"Fakat O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam."

Pages

Al-Kahf—الكهف beslemesine abone olun.