
vetilke-lḳurâ ehleknâhüm lemmâ żalemû vece`alnâ limehlikihim mev`idâ.
Türkçe:
İşte sana bir yığın kent/medeniyet. Zulme saptıklarında onları helâk ettik. Onları helâk etmek için de bir süre belirlemiştik.
İngilizce:
Such were the populations we destroyed when they committed iniquities; but we fixed an appointed time for their destruction.
Fransızca:
Et voilà les villes que Nous avons fait périr quand leurs peuples commirent des injustices et Nous avons fixé un rendez-vous pour leur destruction.
Almanca:
Und diese Ortschaften haben WIR zugrunde gerichtet, nachdem sie Unrecht begingen. Und WIR setzten für ihr Zugrunde-Richten einen Termin fest.
Rusça:
Мы погубили эти города, когда они стали поступать несправедливо, и установили для их погибели срок.
Arapça:
وَتِلْكَ الْقُرَىٰ أَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِم مَّوْعِدًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İşte zulmettikleri için helak ettiğimiz şehirler! Biz onların helâkleri için de belirli bir zaman tayin etmiştik.
Diyanet Vakfı:
İşte şu ülkeler; zulmettikleri zaman onları helak ettik. Onları helak etmek için de belli bir zaman tayin etmiştik.

veiẕ ḳâle mûsâ lifetâhü lâ ebraḥu ḥattâ eblüga mecme`a-lbaḥrayni ev emḍiye ḥuḳubâ.
Türkçe:
Bir zaman Mûsa, genç dostuna şöyle demişti: "İki denizin birleştiği yere kadar hiç durmadan yürüyeceğim yahut da seneler ve seneler harcayacağım."
İngilizce:
Behold, Moses said to his attendant, "I will not give up until I reach the junction of the two seas or (until) I spend years and years in travel."
Fransızca:
(Rappelle-toi) quand Moïse dit à son valet : "Je n'arrêterai pas avant d'avoir atteint le confluent des deux mers, dussé-je marcher de longues années".
Almanca:
(Und erinnere daran), als Musa seinem Dienstjungen sagte: "Ich werde (das Reisen) nicht unterbrechen, bis ich die Vereinigung beider Meere erreiche, auch wenn ich doch für längere Zeit reisen muß.
Rusça:
Вот Муса (Моисей) сказал своему слуге: "Я не остановлюсь, пока не дойду до места слияния двух морей или пока не потрачу на путешествие долгие годы".
Arapça:
وَإِذْ قَالَ مُوسَىٰ لِفَتَاهُ لَا أَبْرَحُ حَتَّىٰ أَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ أَوْ أَمْضِيَ حُقُبًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ey Muhammed! Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim, yahut senelerce gideceğim."
Diyanet Vakfı:
Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: "Durup dinlenmeyeceğim; ta iki denizin birleştiği yere kadar varacağım, yahut senelerce yürüyeceğim."

felemmâ belegâ mecme`a beynihimâ nesiyâ ḥûtehümâ fetteḫaẕe sebîlehû fi-lbaḥri serabâ.
Türkçe:
Bu ikisi, iki denizin birleştiği yere vardıklarında, balıklarını unuttular. Bunun üzerine balık da denizde bir deliğe doğru yola koyuldu.
İngilizce:
But when they reached the Junction, they forgot (about) their Fish, which took its course through the sea (straight) as in a tunnel.
Fransızca:
Puis, lorsque tous deux eurent atteint le confluent, ils oublièrent leur poisson qui prit alors librement son chemin dans la mer.
Almanca:
Und als sie die Vereinigung der 2 beiden (Meere) erreichten, vergaßen sie ihren Fisch, dann nahm er seinen Weg ins Meer durch einen Hohlraum.
Rusça:
Когда они дошли до места их слияния, они забыли свою рыбу, и она двинулась в путь по морю, словно по подземному ходу.
Arapça:
فَلَمَّا بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا نَسِيَا حُوتَهُمَا فَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَبًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bunun üzerine ikisi de iki denizin birleştiği yere vardıklarında balıklarını unuttular. Bu arada balık, denizde yolunu bulup kaybolmuştu.
Diyanet Vakfı:
Her ikisi, iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını unuttular. Balık, denizde bir yol tutup gitmişti.

felemmâ câvezâ ḳâle lifetâhü âtinâ gadâenâ. leḳad leḳînâ min seferinâ hâẕâ neṣabâ.
Türkçe:
Orayı geçtiklerinde Mûsa, genç arkadaşına dedi ki: "Hadi, getir şu sabah yemeğimizi. Vallahi bu yolculuğumuz yüzünden epey çektik."
İngilizce:
When they had passed on (some distance), Moses said to his attendant: "Bring us our early meal; truly we have suffered much fatigue at this (stage of) our journey."
Fransızca:
Puis, lorsque tous deux eurent dépassé [cet endroit,] il dit son valet : "Apporte-nous notre déjeuner : nous avons rencontré de la fatigue dans notre présent voyage".
Almanca:
Und nachdem sie von da weiterzogen, sagte er seinem Dienstjungen: "Bereite uns unser Mittagessen, gewiß, bereits haben wir auf dieser unserer Reise große Mühe gehabt.
Rusça:
Когда они прошли дальше, он сказал своему слуге: "Подавай наш обед. Мы почувствовали в этом путешествии нашем усталость".
Arapça:
فَلَمَّا جَاوَزَا قَالَ لِفَتَاهُ آتِنَا غَدَاءَنَا لَقَدْ لَقِينَا مِن سَفَرِنَا هَٰذَا نَصَبًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İki denizin birleştiği yeri geçtikleri zaman, Musa genç arkadaşına: "Kuşluk yemeğimizi getir. Gerçekten biz bu yolculuğumuzda epey yorulduk" dedi.
Diyanet Vakfı:
(Buluşma yerlerini) geçip gittiklerinde Musa genç adamına: Kuşluk yemeğimizi getir bize. Hakikaten şu yolculuğumuz yüzünden başımıza (epeyce) sıkıntı geldi, dedi.

ḳâle era'eyte iẕ eveynâ ile-ṣṣaḫrati feinnî nesîtü-lḥût. vemâ ensânîhü ille-şşeyṭânü en eẕkürah. vetteḫaẕe sebîlehû fi-lbaḥr. `acebâ.
Türkçe:
Genç adam dedi: "Bak sen şu işe, hani kayaya sığınmıştık ya, işte o sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana unutturan, şeytandan başkası değildi. Balık, denizin içinde acaip bir biçimde yolunu tuttu."
İngilizce:
He replied: "Sawest thou (what happened) when we betook ourselves to the rock? I did indeed forget (about) the Fish: none but Satan made me forget to tell (you) about it: it took its course through the sea in a marvellous way!"
Fransızca:
[Le valet lui] dit : "Quand nous avons pris refuge près du rocher, vois-tu, j'ai oublié le poisson - le Diable seul m'a fait oublier de (te) le rappeler - et il a curieusement pris son chemin dans la mer".
Almanca:
Er sagte: "Wie siehst du es? Als wir am Felsen rasteten, habe ich doch den Fisch vergessen. Und nichts hat mich ihn vergessen lassen außer dem Satan, damit ich mich daran nicht erinnere. Und er nahm auf seltsame Weise seinen Weg ins Meer.
Rusça:
Он сказал: "Помнишь, как мы укрылись под скалой? Я забыл о рыбе, и только сатана заставил меня не вспомнить о ней. Она же отправилась в путь по морю чудесным образом".
Arapça:
قَالَ أَرَأَيْتَ إِذْ أَوَيْنَا إِلَى الصَّخْرَةِ فَإِنِّي نَسِيتُ الْحُوتَ وَمَا أَنسَانِيهُ إِلَّا الشَّيْطَانُ أَنْ أَذْكُرَهُ ۚ وَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ عَجَبًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Adam: "Gördün mü! dedi. Kayaya sığındığımız vakit doğrusu ben balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı, muhakkak şeytan bana unutturdu. O denizde garip bir yol tutup gitmişti."
Diyanet Vakfı:
(Genç adam:) Gördün mü! dedi, kayaya sığındığımız sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı. O, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti.

ḳâle ẕâlike mâ künnâ nebgi. ferteddâ `alâ âŝârihimâ ḳaṣaṣâ.
Türkçe:
Mûsa: "Arayıp durduğumuz işte o idi." dedi. Bunun üzerine kendi izlerini sürerek gerisingeri döndüler.
İngilizce:
Moses said: "That was what we were seeking after:" So they went back on their footsteps, following (the path they had come).
Fransızca:
[Moïse] dit : "Voilà ce que nous cherchions". Puis, ils retournèrent sur leurs pas, suivant leurs traces.
Almanca:
Er sagte: "Das ist genau, was wir anstreben." Dann kehrten beide ihren Spuren folgend zurück.
Rusça:
Он сказал: "Это - то, чего мы желали!" Они вдвоем вернулись назад по своим следам.
Arapça:
قَالَ ذَٰلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِ ۚ فَارْتَدَّا عَلَىٰ آثَارِهِمَا قَصَصًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Musa da demişti ki: "İşte aradığımız o idi." Bunun üzerine izlerine dönüp gerisin geri gittiler.
Diyanet Vakfı:
Musa: İşte aradığımız o idi, dedi. Hemen izlerinin üzerine geri döndüler.

fevecedâ `abdem min `ibâdinâ âteynâhü raḥmetem min `indinâ ve`allemnâhü mil ledünnâ `ilmâ.
Türkçe:
Orada, kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lütfumuzdan bir ilim öğretmiştik.
İngilizce:
So they found one of Our servants, on whom We had bestowed Mercy from Ourselves and whom We had taught knowledge from Our own Presence.
Fransızca:
Ils trouvèrent l'un de Nos serviteurs à qui Nous avions donné une grâce, de Notre part, et à qui Nous avions enseigné une science émanant de Nous.
Almanca:
Dann fanden sie einen Diener von Unseren Dienern, dem WIR Gnade von Uns zuteil werden ließen und den WIRWissen von Uns lehrten.
Rusça:
Они встретили одного из Наших рабов, которого Мы одарили милостью от Нас и обучили из того, что Нам известно.
Arapça:
فَوَجَدَا عَبْدًا مِّنْ عِبَادِنَا آتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِّنْ عِندِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِن لَّدُنَّا عِلْمًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Nihayet kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.
Diyanet Vakfı:
Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet (vahiy ve peygamberlik) vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.

ḳâle lehû mûsâ hel ettebi`uke `alâ en tü`allimeni mimmâ `ullimte ruşdâ.
Türkçe:
Mûsa ona dedi ki: "Sana öğretilenden bana da bir olgunluk/bir bilgi öğretmen şartıyla sana tâbi olayım mı?"
İngilizce:
Moses said to him: "May I follow thee, on the footing that thou teach me something of the (Higher) Truth which thou hast been taught?"
Fransızca:
Moïse lui dit : "Puis-je suivre, à la condition que tu m'apprennes de ce qu'on t'a appris concernant une bonne direction ? ".
Almanca:
Musa sagte zu ihm: "Darf ich dir folgen, so daß du mich von dem lehrst, was dir vom Guten gelehrt wurde?"
Rusça:
Муса (Моисей) сказал ему (Хидру): "Могу ли я последовать за тобой, чтобы ты научил меня о прямом пути тому, чему ты обучен?"
Arapça:
قَالَ لَهُ مُوسَىٰ هَلْ أَتَّبِعُكَ عَلَىٰ أَن تُعَلِّمَنِ مِمَّا عُلِّمْتَ رُشْدًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Musa ona: "Allah'ın sana öğrettiği ilim ve hikmetten bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim?" dedi.
Diyanet Vakfı:
Musa ona: Sana öğretilenden, bana, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için sana tabi olayım mı? dedi.

ḳâle inneke len testeṭî`a me`iye ṣabrâ.
Türkçe:
Dedi: "Doğrusu sen benimle beraberliğe dayanamazsın."
İngilizce:
(The other) said: "Verily thou wilt not be able to have patience with me!"
Fransızca:
[L'autre] dit : "Vraiment, tu ne pourras jamais être patient avec moi.
Almanca:
Er sagte: "Gewiß, du wirst mit mir keine Geduld haben können.
Rusça:
Он сказал: "У тебя не хватит терпения находиться рядом со мной.
Arapça:
قَالَ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Hızır) dedi ki: "Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin.
Diyanet Vakfı:
Dedi ki: Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin.

vekeyfe taṣbiru `alâ mâ lem tüḥiṭ bihî ḫubrâ.
Türkçe:
"Havsalanın almadığı bir şeye nasıl dayanacaksın?"
İngilizce:
And how canst thou have patience about things about which thy understanding is not complete?
Fransızca:
Comment endurerais-tu sur des choses que tu n'embrasses pas par ta connaissance ? ".
Almanca:
Und wie kannst du Geduld aufbringen für das, wofür du über keine Mitteilung verfügst?"
Rusça:
Как ты сможешь терпеливо относиться к тому, что ты не объемлешь знанием?"
Arapça:
وَكَيْفَ تَصْبِرُ عَلَىٰ مَا لَمْ تُحِطْ بِهِ خُبْرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İçyüzünü kavrayamadığın şeye nasıl sabredeceksin?
Diyanet Vakfı:
(İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?
Pages
