An-Nahl—النحل

veḳîle lilleẕîne-tteḳav mâẕâ enzele rabbüküm. ḳâlû ḫayrâ. lilleẕîne aḥsenû fî hâẕihi-ddünyâ ḥaseneh. veledâru-l'âḫirati ḫayr. veleni`me dâru-lmütteḳîn.

Türkçe:
Korunup sakınanlara, "Rabbiniz ne indirdi" dendiğinde şöyle dediler: "Hayır indirdi." Bu dünyada güzel düşünüp güzel davrananlara güzellik vardır. Âhiret yurdu elbette ki daha hayırlıdır. Gerçekten ne güzelmiş takva sahiplerinin yurdu!
İngilizce:
To the righteous (when) it is said, "What is it that your Lord has revealed?" they say, "All that is good." To those who do good, there is good in this world, and the Home of the Hereafter is even better and excellent indeed is the Home of the righteous,-
Fransızca:
Et on dira à ceux qui étaient pieux : "Qu'a fait descendre votre Seigneur ? " Ils diront : "Un bien". Ceux qui font les bonnes oeuvres auront un bien ici-bas; mais la demeure de l'au-delà est certes meilleure. Combien agréable sera la demeure des pieux !
Almanca:
Und denjenigen, die Taqwa gemäß handelten, wurde gesagt: "Was sandte euer HERR hinab?" Sie sagten: "Nur Gutes!" Denjenigen, die in diesem Diesseits Ihsan gemäß handelten, ist Gutes bestimmt. Doch die Wohnstätte des Jenseits ist noch besser. Und zweifelsohne hervorragend ist die Wohnstätte der Muttaqi.
Rusça:
Когда богобоязненных спрашивают: "Что ниспослал вам Господь?" - они говорят: "Благо". Тем, кто творил в этом мире добро, будет воздано добром. А Последняя обитель будет еще лучше. Как же прекрасна Обитель богобоязненных!
Arapça:
۞ وَقِيلَ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا مَاذَا أَنزَلَ رَبُّكُمْ ۚ قَالُوا خَيْرًا ۗ لِّلَّذِينَ أَحْسَنُوا فِي هَٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ ۚ وَلَدَارُ الْآخِرَةِ خَيْرٌ ۚ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّقِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kötülüklerden sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" denilince: "Hayır indirdi" derler. Bu dünyada güzel amel işleyenlere güzel bir mükafat var. Elbette ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Allah'tan korkanların yurdu ne güzeldir!
Diyanet Vakfı:
(Kötülüklerden) sakınanlara: Rabbiniz ne indirdi? denildiğinde, "Hayır (indirdi)" derler. Bu dünyada güzel davrananlara, güzel mükafat vardır. Ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu gerçekten güzeldir!

cennâtü `adniy yedḫulûnehâ tecrî min taḥtihe-l'enhâru lehüm fîhâ mâ yeşâûn. keẕâlike yeczi-llâhü-lmütteḳîn.

Türkçe:
Adn cennetleri... Girecekler içlerine. Altlarından ırmaklar akacak. Orada diledikleri şey kendilerinin olacak. Allah, korunup sakınanları işte böyle ödüllendirir.
İngilizce:
Gardens of Eternity which they will enter: beneath them flow (pleasant) rivers: they will have therein all that they wish: thus doth Allah reward the righteous,-
Fransızca:
Les jardins du séjour (éternel), où ils entreront et sous lesquels coulent les ruisseaux. Ils auront là ce qu'ils voudront; c'est ainsi qu'Allah récompense les pieux.
Almanca:
'Adn-Dschannat werden sie betreten, die von Flüssen durchflossen werden. In ihnen bekommen sie, was sie sich wünschen. Solcherart vergilt ALLAH den Muttaqi,
Rusça:
Они войдут в сады Эдема, в которых текут реки. Они получат там все, чего пожелают. Так Аллах воздает богобоязненным,
Arapça:
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ۖ لَهُمْ فِيهَا مَا يَشَاءُونَ ۚ كَذَٰلِكَ يَجْزِي اللَّهُ الْمُتَّقِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O girecekleri yer, Adn cennetleridir ki, altından ırmaklar akar. Orada Allah'tan korkanlara diledikleri nimetler vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle mükafatlandırır.
Diyanet Vakfı:
(O yurt,) girecekleri, zemininden ırmaklar akan Adn cennetleridir. Onlar için orada kendilerine diledikleri her şey vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle mükafatlandırır.

elleẕîne teteveffâhümü-lmelâiketü ṭayyibîne yeḳûlûne selâmün `aleykümü-dḫulü-lcennete bimâ küntüm ta`melûn.

Türkçe:
Melekler, canlarını temiz insanlar olarak aldıklarına şöyle derler: "Selam size, yapıp ettiklerinize karşılık olarak girin cennete!"
İngilizce:
(Namely) those whose lives the angels take in a state of purity, saying (to them), "Peace be on you; enter ye the Garden, because of (the good) which ye did (in the world)."
Fransızca:
Ceux dont les Anges reprennent l'âme - alors qu'ils sont bons - [les Anges leur] disent : "Paix sur vous ! Entrez au Paradis, pour ce que vous faisiez".
Almanca:
denjenigen, deren Leben die Engel beenden, während sie rein sind. Sie (die Engel) sagen: "Salam sei mit euch, tretet in Dschanna ein wegen dem, was ihr zu tun pflegtet."
Rusça:
которых ангелы упокоивают праведниками. Они говорят: "Мир вам! Войдите в Рай благодаря тому, что вы совершали".
Arapça:
الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ طَيِّبِينَ ۙ يَقُولُونَ سَلَامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُوا الْجَنَّةَ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Takva sahipleri o kimselerdir ki, melekler, canlarını hoş ve rahat halde alırlar. "Selam size, yapmış olduğunuz güzel işlerin mükafatı olarak girin cennet'e..." derler.
Diyanet Vakfı:
(Onlar,) meleklerin, "Size selam olsun. Yapmış olduğunuz (iyi) işlere karşılık cennete girin" diyerek tertemiz olarak canlarını aldıkları kimselerdir.

hel yenżurûne illâ en te'tiyehümü-lmelâiketü ev ye'tiye emru rabbik. keẕâlike fe`ale-lleẕîne min ḳablihim. vemâ żalemehümü-llâhü velâkin kânû enfüsehüm yażlimûn.

Türkçe:
Neyi bekliyorlar? Kendilerine meleklerin gelmesini mi, yoksa Allah'ın emrinin gelmesini mi? Onlardan öncekiler de aynen böyle yapmışlardı. Allah onlara zulüm etmemişti. Tam aksine, onlar kendi kendilerine zulüm ediyorlardı.
İngilizce:
Do the (ungodly) wait until the angels come to them, or there comes the Command of thy Lord (for their doom)? So did those who went before them. But Allah wronged them not: nay, they wronged their own souls.
Fransızca:
[Les infidèles] attendent-ils que les Anges leur viennent, ou que survienne l'ordre de ton Seigneur ? Ainsi agissaient les gens avant eux. Allah ne les a pas lésés; mais ils faisaient du tort à eux-mêmes.
Almanca:
Warten sie etwa auf etwas anderes außer darauf, daß zu ihnen die Engel kommen oder daß die Bestimmung deines HERRN eintrifft?! Solcherart handelten 1 diejenigen vor ihnen. Und ALLAH hat ihnen kein Unrecht angetan, sondern sie pflegten sich selbst Unrecht anzutun.
Rusça:
Неужели они ждут чего-либо иного, кроме ангелов или веления твоего Господа? Так же поступали те, которые жили прежде. Аллах не был несправедлив к ним - они сами поступали несправедливо по отношению к себе.
Arapça:
هَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا أَن تَأْتِيَهُمُ الْمَلَائِكَةُ أَوْ يَأْتِيَ أَمْرُ رَبِّكَ ۚ كَذَٰلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ ۚ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللَّهُ وَلَٰكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ancak kendilerine, ruhlarını alacak meleklerin gelmesini veya Rabbinin azab emrinin (kıyametin) gelip çatmasını bekliyorlar! Kendilerinden öncekiler de böyle yapmışlardı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmetmişlerdi.
Diyanet Vakfı:
(Kafirler) kendilerine meleklerin gelmesinden veya Rablerinin emrinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.

feeṣâbehüm seyyietü mâ `amilû veḥâḳa bihim mâ kânû bihî yestehziûn.

Türkçe:
Sonunda, yapıp ettiklerinin kötülükleri başlarına musibet olmuş, alay edip durdukları şey kendilerini sarıvermiştir.
İngilizce:
But the evil results of their deeds overtook them, and that very (Wrath) at which they had scoffed hemmed them in.
Fransızca:
Les méfaits qu'ils accomplissaient les atteindront, et ce dont ils se moquaient les cernera de toutes parts.
Almanca:
So trafen sie die Bosheiten dessen, was sie taten, und es umgab sie das, was sie zu verspotten pflegten.
Rusça:
Злое возмездие постигло их за то, что они творили, и окружило (или поразило) их то, над чем они издевались.
Arapça:
فَأَصَابَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bunun için, sonunda yaptıklarının cezası başlarına felaket oldu ve alay edip durdukları o azap, kendilerini kuşattı.
Diyanet Vakfı:
Sonunda yaptıklarının cezası onlara ulaştı ve alay etmekte oldukları şey onları çepeçevre kuşatıverdi.

veḳâle-lleẕîne eşrakû lev şâe-llâhü mâ `abednâ min dûnihî min şey'in naḥnü velâ âbâünâ velâ ḥarramnâ min dûnihî min şey'. keẕâlike fe`ale-lleẕîne min ḳablihim. fehel `ale-rrusüli ille-lbelâgu-lmübîn.

Türkçe:
Ortak koşanlar dediler ki: "Eğer Allah isteseydi biz de atalarımız da Allah dışında bir şeye kulluk/ibadet etmez, O'na rağmen hiçbir şeyi haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de aynen böyle yaptılar. Resullere düşen, açık bir tebliğden başkası değildir.
İngilizce:
The worshippers of false gods say: "If Allah had so willed, we should not have worshipped aught but Him - neither we nor our fathers,- nor should we have prescribed prohibitions other than His." So did those who went before them. But what is the mission of messengers but to preach the Clear Message?
Fransızca:
Et les associateurs dirent : "Si Allah avait voulu, nous n'aurions pas adoré quoi que ce soit en dehors de Lui, ni nous ni nos ancêtres; et nous n'aurions rien interdit qu'Il n'ait interdit Lui-même. Ainsi agissaient les gens avant eux. N'incombe-t-il aux messagers sinon de transmettre le message en toute clarté ?
Almanca:
Und diejenigen, die Kufr betrieben haben, sagten: "Hätte ALLAH anderes gewollt, hätten wir nichts anstelle von Ihm gedient, weder wir noch unsere Väter. Ebenfalls hätten wir nichts anstelle von Ihm für haram erklärt." Solcherart handelten diejenigen vor ihnen. Und obliegt den Gesandten etwas anderes außer dem deutlichen Verkünden?!
Rusça:
Многобожники говорят: "Если бы Аллах захотел, то ни мы, ни наши отцы не стали бы поклоняться ничему, кроме Него, и мы не стали бы запрещать что-либо вопреки Ему". Так же поступали те, которые жили прежде. Разве на посланников было возложено что-либо, кроме ясной передачи откровения?
Arapça:
وَقَالَ الَّذِينَ أَشْرَكُوا لَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا عَبَدْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ نَّحْنُ وَلَا آبَاؤُنَا وَلَا حَرَّمْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ ۚ كَذَٰلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ ۚ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah'a ortak koşanlar dediler ki: "Allah dileseydi, ne biz, ne atalarımız O'ndan başka hiçbir şeye tapmazdık ve O'nun emri dışında hiçbir şeyi haram kılmazdık" Kendilerinden öncekiler de böyle yaptılar. Buna karşı peygamberlerin vazifesi, ancak açık seçik bir tebliğden, ibarettir.
Diyanet Vakfı:
Ortak koşanlar dediler ki: "Allah dileseydi ne biz ne de babalarımız ondan başkasına tapardık. Onun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. Peygamberlerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşermi!

veleḳad be`aŝnâ fî külli ümmetir rasûlen eni-`büdü-llâhe vectenibu-ṭṭâgût. feminhüm men hede-llâhü veminhüm men ḥaḳḳat `aleyhi-ḍḍalâleh. fesîrû fi-l'arḍi fenżurû keyfe kâne `âḳibetü-lmükeẕẕibîn.

Türkçe:
Yemin olsun, biz her ümmette şöyle tebliğ yapan bir resul görevlendirdik: "Allah'a kulluk/ibadet edin, tâğutttan kaçının. Sonra bunlardan kimine Allah kılavuzluk etti, kimine de sapıklık hak oldu. Şimdi, yeryüzünde gezip dolaşın da yalanlayanların sonu nasıl olmuş görün.
İngilizce:
For We assuredly sent amongst every People a messenger, (with the Command), "Serve Allah, and eschew Evil": of the People were some whom Allah guided, and some on whom error became inevitably (established). So travel through the earth, and see what was the end of those who denied (the Truth).
Fransızca:
Nous avons envoyé dans chaque communauté un Messager, [pour leur dire]: "Adorez Allah et écartez-vous du Tagut" . Alors Allah en guida certains, mais il y en eut qui ont été destinés a l'égarement. Parcourez donc la terre, et regardez quelle fut la fin de ceux qui traitaient [Nos messagers] de menteurs.
Almanca:
Und gewiß, bereits entsandten WIR zu jeder Umma einen Gesandten: "Dient ALLAH und bleibt dem Taghut fern!" Und unter denen waren einige, die ALLAH rechtgeleitet hat, und einige, für die das Irregehen recht war. Also zieht auf Erden umher, dann seht, wie das Anschließende von den Leugnern war.
Rusça:
Мы отправили к каждой общине посланника: "Поклоняйтесь Аллаху и избегайте тагута!" Среди них есть такие, которых Аллах наставил на прямой путь, и такие, которым было справедливо предначертано заблуждение. Ступайте же по земле и посмотрите, каким был конец неверующих.
Arapça:
وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولًا أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَ ۖ فَمِنْهُم مَّنْ هَدَى اللَّهُ وَمِنْهُم مَّنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُ ۚ فَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Andolsun ki biz her ümmete, "Allah'a ibadet edin ve putlara tapmaktan sakının." diye bir peygamber gönderdik. Allah, bu ümmetlerden bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık hak olmuştur. Şimdi yer yüzünde bir gezip dolaşın da bakın ki, peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu bir görün?
Diyanet Vakfı:
Andolsun ki biz, "Allah'a kulluk edin ve Tağut'tan sakının" diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkar edenlerin sonu nasıl olmuştur!

in taḥriṣ `alâ hüdâhüm feinne-llâhe lâ yehdî mey yüḍillü vemâ lehüm min nâṣirîn.

Türkçe:
Sen onların iyiye ve doğruya ulaşmalarını tutkuyla istesen de Allah, saptırdığına yol göstermez. Hiçbir yardımcıları da olmaz onların.
İngilizce:
If thou art anxious for their guidance, yet Allah guideth not such as He leaves to stray, and there is none to help them.
Fransızca:
Même si tu désirais ardemment qu'ils soient guidés... [Sache] qu'Allah ne guide pas ceux qui s'égarent. Et ils n'auront pas de secoureurs.
Almanca:
Selbst wenn du dich sorgfältig um ihre Rechtleitung bemühst, so leitet ALLAH doch keinen recht, den ER abirren läßt. Und für sie gibt es keine Beistehenden.
Rusça:
Как бы ты ни хотел наставить их на прямой путь, Аллах не наставляет на прямой путь тех, кого Он вводит в заблуждение, и не будет у них помощников.
Arapça:
إِن تَحْرِصْ عَلَىٰ هُدَاهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَن يُضِلُّ ۖ وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Ey Muhammed!) Sen o kâfirlerin hidayete ermelerini ne kadar istesen de Allah, saptırdığı kimseyi hidayete erdirmez. Onların hiçbir yardımcısı da yoktur.
Diyanet Vakfı:
(Resulüm!) Sen, onların hidayete ermelerine çok düşkünlük göstersen de bil ki Allah, saptırdığı kimseyi (dilemezse) hidayete erdirmez. Onların yardımcıları da yoktur.

veaḳsemû billâhi cehde eymânihim lâ yeb`aŝü-llâhü mey yemût. belâ va`den `aleyhi ḥaḳḳav velâkinne ekŝera-nnâsi lâ ya`lemûn.

Türkçe:
Yeminlerinin tüm gücüyle, "Allah ölen kimseyi diriltmez!" diye Allah'a yemin ettiler. Hayır, öyle değil! Öleni diriltmek O'nun üzerinde hak bir vaattır, fakat insanların çokları bilmezler.
İngilizce:
They swear their strongest oaths by Allah, that Allah will not raise up those who die: Nay, but it is a promise (binding) on Him in truth: but most among mankind realise it not.
Fransızca:
Et ils jurent par Allah en prononçant leurs serments les plus solennels : "Allah ne ressuscitera pas celui qui meurt". Bien au contraire ! C'est une promesse véritable [de Sa part], mais la plupart des gens ne le savent pas.
Almanca:
Und sie legten bei ALLAH nachdrückliche Eide ab: "ALLAH erweckt nicht denjenigen, der stirbt." Doch mit Sicherheit! Dies ist ein von Ihm gemachtes Versprechen, ein Wahrhaftiges. Doch die meisten Menschen wissen es nicht.
Rusça:
Именем Аллаха они принесли величайшие клятвы о том, что Аллах не воскресит мертвецов. О нет! Это произойдет согласно истинному обещанию, но большинство людей не знает этого.
Arapça:
وَأَقْسَمُوا بِاللَّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ ۙ لَا يَبْعَثُ اللَّهُ مَن يَمُوتُ ۚ بَلَىٰ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kâfirler, "Allah ölen kimseyi diriltmez." diye en kuvvetli yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. Hayır, bu ölüleri diriltmek, Allah'ın kendisine karşı bir vaadidir. Ancak insanların çoğu bunu bilmezler.
Diyanet Vakfı:
Onlar: "Allah ölen bir kimseyi diriltmez" diye olanca güçleriyle Allah'a and içtiler. Aksine, bu O'nun bizzat kendisine karşı gerçek bir vadidir. Fakat insanların çoğu bilmez.

liyübeyyine lehümü-lleẕî yaḫtelifûne fîhi veliya`leme-lleẕîne keferû ennehüm kânû kâẕibîn.

Türkçe:
Diriltecek ki, onlara, ihtilafa düştükleri şeyi açık-seçik göstersin ve küfre sapanlar kendilerinin yalancılar olduğunu bilsinler.
İngilizce:
(They must be raised up), in order that He may manifest to them the truth of that wherein they differ, and that the rejecters of Truth may realise that they had indeed (surrendered to) Falsehood.
Fransızca:
(Ils les ressuscitera) afin qu'Il leur expose clairement ce en quoi ils divergeaient, et pour que ceux qui ont mécru sachent qu'ils ont été des menteurs.
Almanca:
Damit ER ihnen das erklärt, worüber sie uneins sind, und damit diejenigen wissen, die den Kufr betrieben haben, daß sie doch Lügner waren.
Rusça:
Он разъяснит им то, в чем они расходились во мнениях, и неверующие узнают, что они были лжецами.
Arapça:
لِيُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي يَخْتَلِفُونَ فِيهِ وَلِيَعْلَمَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّهُمْ كَانُوا كَاذِبِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah ölüleri diriltecek ki, o kâfirlerin, hakkında ihtilaf ettikleri şeyi onlara açıkça göstersin ve bunu inkâr edenler kendilerinin yalancı olduklarını bilsinler.
Diyanet Vakfı:
Hakkında ihtilaf ettikleri şeyi onlara açıklaması ve kafir olanların da kendilerinin yalancılar olduklarını bilmeleri için (Allah onları diriltecek).

Pages

An-Nahl—النحل beslemesine abone olun.