
vellâhü ce`ale leküm mim büyûtiküm sekenev vece`ale leküm min cülûdi-l'en`âmi büyûten testeḫiffûnehâ yevme ża`niküm veyevme iḳâmetiküm vemin aṣvâfihâ veevbârihâ veeş`ârihâ eŝâŝev vemetâ`an ilâ ḥîn.
Türkçe:
Allah size, evlerinizden huzur ve sükûn yeri yaptı. Hayvan derilerinden size, gerek güç gününüzde gerek konduğunuz sırada rahatça taşıyacağınız evler yaptı. Ayrıca, hayvanların; yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından belli bir süreye kadar kullanabileceğiniz giyimlikler, döşemelikler ve kullanım eşyası verdi.
İngilizce:
It is Allah Who made your habitations homes of rest and quiet for you; and made for you, out of the skins of animals, (tents for) dwellings, which ye find so light (and handy) when ye travel and when ye stop (in your travels); and out of their wool, and their soft fibres (between wool and hair), and their hair, rich stuff and articles of convenience (to serve you) for a time.
Fransızca:
Et Allah vous a fait de vos maisons une habitation, tout comme Il vous a procuré des maisons faites de peaux de bêtes que vous trouvez légères, le jour où vous vous déplacez et le jour où vous vous campez. De leur laine, de leur poil et de leur crin (Il vous a procuré) des effets et des objets dont vous jouissez pour un certain délai.
Almanca:
Und ALLAH machte für euch aus euren Wohnstätten Ruhestätten und machte für euch aus den An'am-Häuten Wohnstätten (Zelte), die ihr beim Tragen leicht findet, wenn ihr reist und wenn ihr euch niederlasst. Auch aus ihrer Wolle, ihren Fellen und ihren Haaren (machte ER für euch) Ausstattung und Utensilien bis zu einer bestimmten Zeit.
Rusça:
Аллах сделал для вас дома жилищами. Он также сделал для вас жилища из шкур домашнего скота, которые не обременяют вас, когда вы отправляетесь в путь или делаете привал. Он даровал вам утварь и всякие предметы из шерсти, пуха и волоса, чтобы вы пользовались ими до определенного времени.
Arapça:
وَاللَّهُ جَعَلَ لَكُم مِّن بُيُوتِكُمْ سَكَنًا وَجَعَلَ لَكُم مِّن جُلُودِ الْأَنْعَامِ بُيُوتًا تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ إِقَامَتِكُمْ ۙ وَمِنْ أَصْوَافِهَا وَأَوْبَارِهَا وَأَشْعَارِهَا أَثَاثًا وَمَتَاعًا إِلَىٰ حِينٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah size evlerinizden bir huzur ve dinlenme yeri yaptı. Hayvanların derilerinden gerek yolculuğunuzda ve gerekse konaklama zamanlarınızda kolayca taşıyacağınız hafif evler (çadırlar v. s.) ve yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir süreye kadar (giyinecek, kuşanacak, serilecek ve döşenecek) bir eşya ve ticaret malı yaptı.
Diyanet Vakfı:
Allah, evlerinizi sizin için bir huzur ve sükun yeri yaptı ve sizin için davar derilerinden gerek göç gününüzde, gerekse konaklama gününüzde, kolayca taşıyacağınız evler; yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir süreye kadar (faydalanacağınız) bir ev eşyası ve bir ticaret malı meydana getirdi.

vellâhü ce`ale leküm mimmâ ḫaleḳa żilâlev vece`ale leküm mine-lcibâli eknânev vece`ale leküm serâbîle teḳîkümü-lḥarra veserabîle teḳîküm be'seküm. keẕâlike yütimmü ni`metehû `aleyküm le`alleküm tüslimûn.
Türkçe:
Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler oluşturdu. Dağlardan sizin için sığınak evler yaptı. Sizin için, sıcaktan koruyacak elbiselerle savaşta koruyacak elbiseler de yaptı. İşte nimetini üzerinizde böyle tamamlıyor ki, O'na teslim olup esenliğe ulaşabilesiniz.
İngilizce:
It is Allah Who made out of the things He created, some things to give you shade; of the hills He made some for your shelter; He made you garments to protect you from heat, and coats of mail to protect you from your (mutual) violence. Thus does He complete His favours on you, that ye may bow to His Will (in Islam).
Fransızca:
Et de ce qu'Il a créé, Allah vous a procuré des ombres. Et Il vous a procuré des abris dans les montagnes. Et Il vous a procuré des vêtements qui vous protègent de la chaleur, ainsi que des vêtements [cuirasses, armures] qui vous protègent de votre propre violence. C'est ainsi qu'Allah parachève sur vous Son bienfait, peut-être que vous vous soumettez.
Almanca:
Und ALLAH machte für euch Schatten von dem, was ER erschuf, und machte für euch aus den Felsenbergen ausgemeißelte Wohnungen. Und ER machte für euch Bekleidungen, die euch vor der Hitze schützen, und Bekleidungen, die euch vor eurer Gewalttätigkeit (gegeneinander) schützen. Solcherart vervollständigt ALLAH euch Seine Gabe, damit ihr den Islam praktiziert.
Rusça:
Аллах даровал вам тень от того, что Он сотворил. Он устроил для вас убежища в горах, сотворил для вас одеяния, которые оберегают вас от жары, и доспехи, которые защищают вас от причиняемого вами вреда. Так Он доводит до конца Свою милость к вам, - быть может, вы станете мусульманами.
Arapça:
وَاللَّهُ جَعَلَ لَكُم مِّمَّا خَلَقَ ظِلَالًا وَجَعَلَ لَكُم مِّنَ الْجِبَالِ أَكْنَانًا وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَابِيلَ تَقِيكُمُ الْحَرَّ وَسَرَابِيلَ تَقِيكُم بَأْسَكُمْ ۚ كَذَٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı ve sizin için dağlarda barınaklar yarattı. Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyan elbiseler (zırhlar) yarattı. İşte böylece Allah müslüman olasınız diye üzerinize nimetini tamamlamaktadır.
Diyanet Vakfı:
Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı. Dağlarda da sizin için barınaklar yarattı. Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar yarattı. İşte böylece Allah, müslüman olmanız için üzerinize nimetini tamamlıyor.

fein tevellev feinnemâ `aleyke-lbelâgu-lmübîn.
Türkçe:
Yine de yüz çevirirlerse artık sana düşen, açık bir tebliğden başka şey değildir.
İngilizce:
But if they turn away, thy duty is only to preach the clear Message.
Fransızca:
S'ils se détournent... il ne t'incombe que la communication claire.
Almanca:
Sollten sie sich dann abwenden, dann obliegt dir ausschließlich das deutliche Verkünden.
Rusça:
Если же они отвернутся, то ведь на тебя возложена только ясная передача откровения.
Arapça:
فَإِن تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُبِينُ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Buna rağmen eğer yüz çevirirlerse, ey Muhammed! Artık sana düşen sadece açık bir şekilde tebliğden ibarettir.
Diyanet Vakfı:
(Ey Resulüm!) Yine de yüz çevirirlerse, artık sana düşen ancak açık bir tebliğden ibarettir.

ya`rifûne ni`mete-llâhi ŝümme yünkirûnehâ veekŝeruhümü-lkâfirûn.
Türkçe:
Allah'ın nimetini biliyorlar, sonra da onu inkâr ediyorlar. Çoğu nankördür bunların.
İngilizce:
They recognise the favours of Allah; then they deny them; and most of them are (creatures) ungrateful.
Fransızca:
Ils reconnaissent le bienfait d'Allah; puis, ils le retient. Et la plupart d'entre eux sont des ingrats.
Almanca:
Sie kennen ALLAHs Gabe, dann leugnen sie diese ab. Und die meisten von ihnen sind die Kafir.
Rusça:
Они узнают милость Аллаха, а затем отрицают ее, поскольку большинство из них - неверующие.
Arapça:
يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللَّهِ ثُمَّ يُنكِرُونَهَا وَأَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hem Allah'ın nimetini bilirler, sonra da onu inkâr ederler. Onların çoğu kâfir kimselerdir.
Diyanet Vakfı:
Onlar Allah'ın nimetini bilirler (itiraf ederler). Sonra da onu inkar ederler. Onların çoğu kafirdir.

veyevme neb`aŝü min külli ümmetin şehîden ŝümme lâ yü'ẕenü lilleẕîne keferû velâ hüm yüsta`tebûn.
Türkçe:
Her ümmetten bir tanığı ortaya sürdüğümüz gün, küfre sapanlara ne izin verilir ne de özür dilemelerine imkân sağlanır.
İngilizce:
One Day We shall raise from all Peoples a Witness: then will no excuse be accepted from Unbelievers, nor will they receive any favours.
Fransızca:
(Et rappelle-toi) le jour où de chaque communauté Nous susciterons un témoin , on ne permettra pas aux infidèles (de s'excuser), et on ne leur demandera pas de revenir [sur ce qui a provoqué la colère d'Allah].
Almanca:
Und (erinnere an) den Tag, wenn WIR aus jeder Umma einen Zeugen erwecken, dann wird denjenigen, die Kufr betrieben haben, weder erlaubt (sich zu entschuldigen), noch werden sie zufrieden gestellt.
Rusça:
В тот день, когда Мы выставим из каждой общины свидетеля, неверующим не позволят оправдываться, и от них не потребуют покаяния.
Arapça:
وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِن كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا ثُمَّ لَا يُؤْذَنُ لِلَّذِينَ كَفَرُوا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Her ümmetten bir şahid getireceğimiz gün, artık kâfirlere ne izin verilecek, ne de onlardan özür dilemeleri istenecektir.
Diyanet Vakfı:
Her ümmetten bir şahit göndereceğimiz gün, artık ne kafir olanlara (özür dilemelerine) izin verilir ne de onların özür dilemeleri istenir.

veiẕâ rae-lleẕîne żalemü-l`aẕâbe felâ yüḫaffefü `anhüm velâ hüm yünżarûn.
Türkçe:
Zulme sapanlar azapla yüzyüze geldiklerinde, ne azapları hafifletilir ne de yüzlerine bakılır.
İngilizce:
When the wrong-doers (actually) see the Penalty, then will it in no way be mitigated, nor will they then receive respite.
Fransızca:
Et quand les injustes verront le châtiment, on ne leur accordera ni allégement ni répit.
Almanca:
Und wenn diejenigen, die Unrecht begingen, die Peinigung gesehen haben, wird diese ihnen weder erleichtert, noch wird ihnen Zeitaufschub gewährt.
Rusça:
Когда же беззаконники увидят мучения, то не будет им ни облегчения, ни отсрочки.
Arapça:
وَإِذَا رَأَى الَّذِينَ ظَلَمُوا الْعَذَابَ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ وَلَا هُمْ يُنظَرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O zulmedenler, azabı gördükleri zaman, artık onlardan ne azab hafifletilir, ne de onlara süre verilir.
Diyanet Vakfı:
O zulmedenler azabı gördüklerinde, artık onlardan azap hafifletilmez, onlara mühlet de verilmez.

veiẕâ rae-lleẕîne eşrakû şürakâehüm ḳâlû rabbenâ hâülâi şürakâüne-lleẕîne künnâ ned`û min dûnik. feelḳav ileyhimü-lḳavle inneküm lekâẕibûn.
Türkçe:
Şirke sapanlar, ortak tuttuklarını gördüklerinde şöyle derler: "Rabbimiz, işte bunlar seni bırakıp da yalvarıp yakardığımız ortaklarımız." Bunun üzerine ortakları onlara şöyle söz dokundururlar: "Siz, yalancılarsınız, yalancılar!"
İngilizce:
When those who gave partners to Allah will see their "partners", they will say: "Our Lord! these are our 'partners,' those whom we used to invoke besides Thee." But they will throw back their word at them (and say): "Indeed ye are liars!"
Fransızca:
Quand les associateurs verront ceux qu'ils associaient à Allah, ils diront : "ô notre Seigneur, voilà nos divinités que nous invoquions en dehors de Toi". Mais [leur associés] leur adresseront la parole : "Vous êtes assurément des menteurs".
Almanca:
Und wenn diejenigen, die Schirk betrieben, die von ihnen beigesellten Partner gesehen haben, werden sie sagen: "Unser HERR! Diese sind die von uns beigesellten Partner, an die wir an Stelle von Dir Bittgebete zu richten pflegten!" Dann werden diese ihnen die Rede erwidern: "Gewiß, ihr seid zweifelsohne Lügner."
Rusça:
Когда многобожники увидят своих сотоварищей, они скажут: "Господь наш! Вот сотоварищи, к которым мы взывали вместо Тебя". Но они отбросят их слова и скажут: "Воистину, вы - лжецы!"
Arapça:
وَإِذَا رَأَى الَّذِينَ أَشْرَكُوا شُرَكَاءَهُمْ قَالُوا رَبَّنَا هَٰؤُلَاءِ شُرَكَاؤُنَا الَّذِينَ كُنَّا نَدْعُو مِن دُونِكَ ۖ فَأَلْقَوْا إِلَيْهِمُ الْقَوْلَ إِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ve o Allah'a ortak koşanlar, ortak koştuklarını (putları) gördükleri zaman: "Rabbimiz! İşte bunlar, seni bırakıp da kendilerine taptığımız ortaklarımızdır" diyecekler. Koştukları ortaklar da onlara; "Siz mutlaka yalancılarsınız" diye söz atarlar.
Diyanet Vakfı:
(Allah'a) ortak koşanlar, ortak koştukları şeyleri gördükleri zaman derler ki: "Rabbimiz! İşte bunlar, seni bırakıp da tapmış olduğumuz ortaklarımızdır." Onlar da bunlara: "Siz mutlaka yalancılarsınız" diye söz atarlar.

veelḳav ile-llâhi yevmeiẕin-sseleme veḍalle `anhüm mâ kânû yefterûn.
Türkçe:
O gün hepsi Allah huzurunda teslim bayrağı çekmiş, iftira aracı olarak kullandıklarının tümü onları ortada bırakıp kaybolmuştur.
İngilizce:
That Day shall they (openly) show (their) submission to Allah; and all their inventions shall leave them in the lurch.
Fransızca:
Ils offriront ce jour-là à Allah la soumission, et ce qu'ils avaient inventé sera perdu pour eux.
Almanca:
Und sie werden an diesem Tag ihre Hingabe ALLAH gegenüber bekunden. Und ihnen ist abhanden gegangen, was sie zu erdichten pflegten.
Rusça:
В тот день они изъявят Аллаху покорность, и покинет их то, что они измышляли.
Arapça:
وَأَلْقَوْا إِلَى اللَّهِ يَوْمَئِذٍ السَّلَمَ ۖ وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O gün Allah'a teslim bayrağını çekerler, bütün o uydurdukları şeyler kendilerini bırakıp kaybolup gitmişlerdir.
Diyanet Vakfı:
O gün Allah'a teslim (bayrağını) çekerler ve uydurmakta oldukları şeyler onlardan kaybolup gider.

elleẕîne keferû veṣaddû `an sebîli-llâhi zidnâhüm `aẕâben fevḳa-l`aẕâbi bimâ kânû yüfsidûn.
Türkçe:
İnkâra sapıp Allah yolundan geri çevirenler var ya, bozgunculuk edip durmalarından ötürü onların azaplarına azap katmışızdır.
İngilizce:
Those who reject Allah and hinder (men) from the Path of Allah - for them will We add Penalty to Penalty; for that they used to spread mischief.
Fransızca:
Ceux qui ne croyaient pas et obstruaient le sentier d'Allah, Nous leur ajouterons châtiment sur châtiment, pour la corruption qu'ils semaient (sur terre).
Almanca:
Denjenigen, die Kufr betrieben und von ALLAHs Weg abhielten, ihnen werden WIR noch zusätzliche Peinigung über die (eigentliche) Peinigung zufügen für das, was sie an Verderben anzurichten pflegten.
Rusça:
Для тех, которые не уверовали и сбивали других с пути Аллаха, Мы будем прибавлять мучения к мучениям за то, что они распространяли нечестие.
Arapça:
الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَن سَبِيلِ اللَّهِ زِدْنَاهُمْ عَذَابًا فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İnkâr eden ve (insanları) Allah yolundan çevirenler, diğer kimseleri de bozdukları için onlara azab üstüne azab artırdık.
Diyanet Vakfı:
İnkar edip de (insanları) Allah yolundan alıkoyanlar var ya, işte onlara, yapmakta oldukları bozgunculuklar sebebiyle, azaplarını kat kat artıracağız.

veyevme neb`aŝü fî külli ümmetin şehîden `aleyhim min enfüsihim veci'nâ bike şehîden `alâ hâülâ'. venezzelnâ `aleyke-lkitâbe tibyânel likülli şey'iv vehüdev veraḥmetev vebüşrâ lilmüslimîn.
Türkçe:
Gün olur, her ümmet için kendi aleyhlerine kendi içlerinden bir tanık çıkarırız. Seni de şu insanlar hakkında tanık olarak getireceğiz. Sana bu Kitap'ı indirdik ki herşey için ayrıntılı bir açıklayıcı, bir kılavuz, bir rahmet, Müslümanlara da bir müjde olsun.
İngilizce:
One day We shall raise from all Peoples a witness against them, from amongst themselves: and We shall bring thee as a witness against these (thy people): and We have sent down to thee the Book explaining all things, a Guide, a Mercy, and Glad Tidings to Muslims.
Fransızca:
Et le jour où dans chaque communauté, Nous susciterons parmi eux-mêmes un témoin contre eux, Et Nous t'emmènerons [Muhammad] comme témoin contre ceux-ci . Et Nous avons fait descendre sur toi le Livre, comme un exposé explicite de toute chose, ainsi qu'un guide, une grâce et une bonne annonce aux Musulmans.
Almanca:
Und (erinnere an) den Tag, wenn WIR aus jeder Umma einen Zeugen gegen sie erwecken - von ihnen selber, und dich als Zeugen gegen diese bringen. Und WIR sandten dir die Schrift nach und nach hinab als Erläuterung für alle Dinge, als Rechtleitung, als Gnade und als frohe Botschaft für die Muslime.
Rusça:
В тот день Мы выставим против каждой общины свидетеля из их числа, а тебя выставим свидетелем против этих. Мы ниспослали тебе Писание для разъяснения всякой вещи, как руководство к прямому пути, милость и благую весть для мусульман.
Arapça:
وَيَوْمَ نَبْعَثُ فِي كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا عَلَيْهِم مِّنْ أَنفُسِهِمْ ۖ وَجِئْنَا بِكَ شَهِيدًا عَلَىٰ هَٰؤُلَاءِ ۚ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِّكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرَىٰ لِلْمُسْلِمِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Biz o gün, her ümmet içinde, kendilerinden kendi üzerlerine bir şahit göndereceğiz. Seni de onların üzerine şahit getireceğiz. Bu kitabı da, her şeyi açıklayan ve müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, bir rahmet kaynağı ve bir müjdeleyici olarak indirdik.
Diyanet Vakfı:
O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şahit göndereceğiz. Seni de hepsinin üzerine şahit olarak getireceğiz. Ayrıca bu Kitab'ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.
Pages
