
fetevellâ biruknihî veḳâle sâḥirun ev mecnûn.
Türkçe:
O tüm gücüyle/tüm seçkin adamlarıyla birlikte yüz çevirdi ve şöyle dedi: "Bir büyücü yahut mecnun."
İngilizce:
But (Pharaoh) turned back with his Chiefs, and said, "A sorcerer, or one possessed!"
Fransızca:
Mais [celui-ci]: se détourna confiant en sa puissance, et dit : "C'est un magicien ou un possédé ! "
Almanca:
Dann wandte er sich zu seinen Protektoren und sagte: "(Er ist) ein Magier oder geistesgestört."
Rusça:
Он отвернулся в сторону (или вместе со своим окружением) и сказал: "Колдун или одержимый!"
Arapça:
فَتَوَلَّىٰ بِرُكْنِهِ وَقَالَ سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Firavun ise ordusuyla birlikte yüz çevirmiş, onun hakkında: "Bu bir sihirbazdır, ya da bir delidir." demişti.
Diyanet Vakfı:
Firavun ordusuyla birlikte yüz çevirmiş: "O, bir büyücüdür veya bir delidir" demişti.

feeḫaẕnâhü vecünûdehû fenebeẕnâhüm fi-lyemmi vehüve mülîm.
Türkçe:
Bunun üzerine, onu da ordusunu da yakalayıp suyun ortasına fırlattık. Kendi kendini kınayıp duruyordu.
İngilizce:
So We took him and his forces, and threw them into the sea; and his was the blame.
Fransızca:
Nous le saisîmes ainsi que ses troupes, puis les jetâmes dans les flots, pour son comportement blâmable.
Almanca:
Dann bestraften WIR ihn mit seinen Soldaten, dann warfen WIR sie in den Fluß, während er tadelnswert war.
Rusça:
Мы схватили его вместе с войском и бросили их в море, и он был достоин порицания.
Arapça:
فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Nihayet biz onu ve ordularını yakalayıp hepsini denize attık. Firavun ise o sırada (inadından dolayı pişmanlık duyarak) kendi kendini kınıyordu.
Diyanet Vakfı:
Nihayet onu da ordularını da yakalayıp denize attık, bu sırada kendini kınayıp duruyordu.

vefî `âdin iẕ erselnâ `aleyhimü-rrîḥa-l`aḳîm.
Türkçe:
Âd kavminde de bir ibret var. Onlar üzerine, her şeyi yerinden söken rüzgârı göndermiştik.
İngilizce:
And in the 'Ad (people) (was another Sign): Behold, We sent against them the devastating Wind:
Fransızca:
De même pour les Aad, quand Nous envoyâmes contre eux le vent dévastateur
Almanca:
Und mit 'Aad (gab es eine Aya), als WIR über sie den unfruchtbar machenden Wind schickten,
Rusça:
Знамение было и в рассказе об адитах. Вот Мы наслали на них недобрый ветер.
Arapça:
وَفِي عَادٍ إِذْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرِّيحَ الْعَقِيمَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Âd kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani biz onların üzerine köklerini kesecek bir rüzgar göndermiştik.
Diyanet Vakfı:
Ad kavminde de (ibretler vardır). Onlara kasıp kavuran rüzgarı göndermiştik.

mâ teẕeru min şey'in etet `aleyhi illâ ce`alethü kelramîm.
Türkçe:
Üzerinden geçtiği her şeyi kül haline getirmeden bırakmıyordu.
İngilizce:
It left nothing whatever that it came up against, but reduced it to ruin and rottenness.
Fransızca:
n'épargnant rien sur son passage sans le réduire en poussière.
Almanca:
der nichts von dem läßt, worüber er wehte, ohne daß er es zu Zermalmtem machte.
Rusça:
Он обращал в подобие праха все, на что налетал.
Arapça:
مَا تَذَرُ مِن شَيْءٍ أَتَتْ عَلَيْهِ إِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّمِيمِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O rüzgar üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi dağıtıyordu.
Diyanet Vakfı:
Üzerinden geçtiği şeyi canlı bırakmıyor, onu kül edip savuruyordu.

vefî ŝemûde iẕ ḳîle lehüm temette`û ḥattâ ḥîn.
Türkçe:
Semûd'da da bir ibret var. Onlara şöyle denmişti: "Bir vakte kadar yiyip içip eğlenin."
İngilizce:
And in the Thamud (was another Sign): Behold, they were told, "Enjoy (your brief day) for a little while!"
Fransızca:
De même pour les Tamud, quand il leur fut dit : "Jouissez jusqu'à un certain temps ! "
Almanca:
Und mit Thamud (gab es eine Aya), als ihnen gesagt wurde: "Vergnügt euch nur bis zu einer Zeit!"
Rusça:
Знамение было и в рассказе о самудянах. Им было сказано: "Пользуйтесь благами до определенного времени".
Arapça:
وَفِي ثَمُودَ إِذْ قِيلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتَّىٰ حِينٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Semud kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani onlara: "Belirli bir süreye kadar dünyadan yararalanıp, geçinin!" denmişti.
Diyanet Vakfı:
Semud kavminde de (ibretler vardır). Onlara: Bir süreye kadar faydalanın, denmişti.

fe`atev `an emri rabbihim feeḫaẕethümu-ṣṣâ`iḳatü vehüm yenżurûn.
Türkçe:
Daha sonra onlar, Rablerinin emrine kafa tuttular da gözleri baka baka yıldırım kendilerini yakaladı.
İngilizce:
But they insolently defied the Command of their Lord: So the stunning noise (of an earthquake) seized them, even while they were looking on.
Fransızca:
Ils défièrent le commandement de leur Seigneur. La foudre les saisit alors qu'ils regardaient.
Almanca:
Dann erhoben sie sich über die Anweisung ihres HERRN, dann erschlug sie der Blitzschlag während sie zuschauten.
Rusça:
Они ослушались веления своего Господа, и их поразило губительное наказание, пока они наблюдали за этим.
Arapça:
فَعَتَوْا عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ فَأَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنظُرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlarsa Rablerinin emrine karşı büyüklük tasladılar. Bunun üzerine kendilerini, bakıp dururlarken yıldırım yakalayıp, çarptı.
Diyanet Vakfı:
Rablerinin emrine karşı geldiler. Bu yüzden, bakıp dururlarken onları yıldırım çarpıverdi.

feme-steṭâ`û min ḳiyâmiv vemâ kânû münteṣirîn.
Türkçe:
Ne kalkıp kaçabildiler ne de kendilerine yardım eden oldu.
İngilizce:
Then they could not even stand (on their feet), nor could they help themselves.
Fransızca:
Ils ne purent ni se mettre debout ni être secourus.
Almanca:
Dann konnten sie weder aufstehen, noch wurde ihnen beigestanden.
Rusça:
Они не смогли даже подняться, и никто не помог им.
Arapça:
فَمَا اسْتَطَاعُوا مِن قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنتَصِرِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Artık onlar, ne kendi kendilerine ayağa kalkabildiler, ne de yardım gördüler.
Diyanet Vakfı:
Ayağa kalkacak güçleri kalmamış, yardım edenleri de olmamıştı.

veḳavme nûḥim min ḳabl. innehüm kânû ḳavmen fâsiḳîn.
Türkçe:
Daha önce de Nûh kavmini batırmıştık. Çünkü onlar da doğruluktan ayrılmış bir topluluktu.
İngilizce:
So were the People of Noah before them for they wickedly transgressed.
Fransızca:
De même, pour le peuple de Noé auparavant. Ils étaient des gens pervers.
Almanca:
Ebenso die Leute von Nuh vorher, gewiß, sie waren fisq-betreibende Leute.
Rusça:
Мы уничтожили народ Нуха (Ноя) еще раньше, ибо они были людьми нечестивыми.
Arapça:
وَقَوْمَ نُوحٍ مِّن قَبْلُ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Daha önce de Nuh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar yoldan çıkmış fâsık bir kavimdiler.
Diyanet Vakfı:
Bunlardan önce de Nuh kavmini helak etmiştik. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir toplum idiler.

vessemâe beneynâhâ bieydiv veinnâ lemûsi`ûn.
Türkçe:
Göğe gelince, onu biz ellerimizle kurduk. Hiç kuşkusuz, biz, genişleticileriz.
İngilizce:
With power and skill did We construct the Firmament: for it is We Who create the vastness of pace.
Fransızca:
Le ciel, Nous l'avons construit par Notre puissance : et Nous l'étendons [constamment]: dans l'immensité.
Almanca:
Und den Himmel errichteten WIR mit Kraft, und gewiß, WIR sind doch Ausdehnende.
Rusça:
Мы воздвигли небо благодаря могуществу, и Мы его расширяем (или даруем пропитание; или обладаем мощью).
Arapça:
وَالسَّمَاءَ بَنَيْنَاهَا بِأَيْدٍ وَإِنَّا لَمُوسِعُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Biz göğü kudretimizle bina ettik. Hiç şüphesiz biz, çok genişlik ve kudret sahibiyiz.
Diyanet Vakfı:
Göğü kendi ellerimizle biz kurduk ve biz (onu) elbette genişleticiyiz.

vel'arḍa feraşnâhâ feni`me-lmâhidûn.
Türkçe:
Yeri de biz döşedik. Ne güzel döşeyicileriz!
İngilizce:
And We have spread out the (spacious) earth: How excellently We do spread out!
Fransızca:
Et la terre, Nous l'avons étendue. Et de quelle excellente façon Nous l'avons nivelée !
Almanca:
Und die Erde breiteten wir aus. Wie schön sind die Ebnenden.
Rusça:
Мы разостлали землю, и как же прекрасно Мы расстилаем!
Arapça:
وَالْأَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yeryüzünü de biz döşedik. Bakın biz onu ne güzel döşüyoruz!
Diyanet Vakfı:
Yeri de döşedik. (Bak) ne güzel döşeyiciyiz!
Pages
