Adh-Dhariyat—الذاريات

vefî emvâlihim ḥaḳḳul lissâili velmaḥrûm.

Türkçe:
İhtiyaç sahibi için, yoksun için bir hak vardı mallarında onların.
İngilizce:
And in their wealth and possessions (was remembered) the right of the (needy,) him who asked, and him who (for some reason) was prevented (from asking).
Fransızca:
et dans leurs biens, il y avait un droit au mendiant et au déshérité.
Almanca:
Und in ihren Vermögensgütern ist ein Anrecht für den Bittenden und den Ausgeschlossenen.
Rusça:
Они выделяли известную долю своего имущества для просящих и обездоленных.
Arapça:
وَفِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِّلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onların mallarında isteyen ve istemeyen yoksullar için bir hak vardı.
Diyanet Vakfı:
Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı.

vefi-l'arḍi âyâtül lilmûḳinîn.

Türkçe:
Yeryüzünde ayetler vardır görürcesine bilenler için.
İngilizce:
On the earth are signs for those of assured Faith,
Fransızca:
Il y a sur terre des preuves pour ceux qui croient avec certitude;
Almanca:
Und auf Erden sind Ayat für die Gewißheit-Anstrebenden
Rusça:
На земле есть знамения для людей убежденных,
Arapça:
وَفِي الْأَرْضِ آيَاتٌ لِّلْمُوقِنِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde ve kendi nefislerinde nice ibretler vardır. Hiç görmüyor musunuz?
Diyanet Vakfı:
Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ayetler vardır.

vefî enfüsiküm. efelâ tübṣirûn.

Türkçe:
Benliklerinizin içinde de. Hâlâ bakıp görmeyecek misiniz?
İngilizce:
As also in your own selves: Will ye not then see?
Fransızca:
ainsi qu'en vous-mêmes. N'observez-vous donc pas ?
Almanca:
sowie in euch selbst. Habt ihr etwa keinen Einblick?!
Rusça:
а также в вас самих. Неужели вы не видите?
Arapça:
وَفِي أَنفُسِكُمْ ۚ أَفَلَا تُبْصِرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde ve kendi nefislerinde nice ibretler vardır. Hiç görmüyor musunuz?
Diyanet Vakfı:
Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz?

vefi-ssemâi rizḳuküm vemâ tû`adûn.

Türkçe:
Sizin, rızkınız da göktedir, tehdit edildiğiniz şey de.
İngilizce:
And in heaven is your Sustenance, as (also) that which ye are promised.
Fransızca:
Et il y dans le ciel votre subsistance et ce qui vous a été promis.
Almanca:
Und im Himmel ist euer Rizq und das, was euch versprochen wird.
Rusça:
На небе находится ваш удел и то, что вам обещано.
Arapça:
وَفِي السَّمَاءِ رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Sizin rızkınız da size vaad edilen sevap ve ceza da göktedir.
Diyanet Vakfı:
Semada da rızkınız ve size vadedilen başka şeyler vardır.

feverabbi-ssemâi vel'arḍi innehû leḥaḳḳum miŝle mâ enneküm tenṭiḳûn.

Türkçe:
Göğün ve yerin Rabbine yemin olsun ki, o tıpkı sizin konuşabildiğiniz gibi kesin bir gerçektir.
İngilizce:
Then, by the Lord of heaven and earth, this is the very Truth, as much as the fact that ye can speak intelligently to each other.
Fransızca:
Par le Seigneur du ciel et de la terre ! Ceci est tout aussi vrai que le fait que vous parliez.
Almanca:
Beim HERRN des Himmels und der Erde! Gewiß, es ist bestimmt wahr, genauso (wie es wahr ist), daß ihr sprecht.
Rusça:
Клянусь Господом неба и земли, что это является истиной, подобно тому, что вы обладаете даром речи.
Arapça:
فَوَرَبِّ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ إِنَّهُ لَحَقٌّ مِّثْلَ مَا أَنَّكُمْ تَنطِقُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Gök ve yerin Rabbine andolsun ki size edilen o vaad, herhalde haktır. O tıpkı sizin konuşmanız gibi gerçektir.
Diyanet Vakfı:
Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu vaad, sizin konuşmanız gibi kesin ve gerçektir.

hel etâke ḥadîŝü ḍayfi ibrâhîme-lmükramîn.

Türkçe:
Geldi mi sana İbrahim'in ikram edilen konuklarının haberi?
İngilizce:
Has the story reached thee, of the honoured guests of Abraham?
Fransızca:
T'est-il parvenu le récit des visiteurs honorables d'Abraham ?
Almanca:
Wurde dir der Bericht über Ibrahims gewürdigte Gäste zuteil?!
Rusça:
Дошел ли до тебя рассказ о почтенных гостях Ибрахима (Авраама)?
Arapça:
هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ الْمُكْرَمِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ey Muhammed! İbrahim'in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi?
Diyanet Vakfı:
İbrahim'in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi? (Bunlar meleklerdi.)

iẕ deḫalû `aleyhi feḳâlû selâmâ. ḳâle selâm. ḳavmüm münkerûn.

Türkçe:
Hani, İbrahim'in yanına girmişlerdi de "Selam!" demişlerdi. İbrahim: "Selam! Tanınmayan bir topluluk bu." demişti.
İngilizce:
Behold, they entered his presence, and said: "Peace!" He said, "Peace!" (and thought, "These seem) unusual people."
Fransızca:
Quand ils entrèrent chez lui et dirent : "Paix ! ", il [leur] dit : "Paix, visiteurs inconnus".
Almanca:
Als sie zu ihm eintraten und sagten: "Salam (sei mit dir)!" Er sagte: "Salam (sei mit euch), ihr unbekannte Leute!"
Rusça:
Вот они вошли к нему и сказали: "Мир тебе!" Он сказал: "И вам мир, люди незнакомые!"
Arapça:
إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا ۖ قَالَ سَلَامٌ قَوْمٌ مُّنكَرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hani onlar İbrahim'in huzuruna girmişlerdi de "Selam sana!" demişlerdi. İbrahim: "Size de selam" demiş, ve içinden: "Bunlar tanınmamış bir topluluk!" diye geçirmişti.
Diyanet Vakfı:
Onlar İbrahim'in yanına girmişler, selam vermişlerdi. İbrahim de selamı almış, içinden, "Bunlar, yabancılar" demişti.

ferâga ilâ ehlihî fecâe bi`iclin semîn.

Türkçe:
Hemen ailesinin yanına gitti; semiz bir dana getirdi.
İngilizce:
Then he turned quickly to his household, brought out a fatted calf,
Fransızca:
Puis il alla discrètement à sa famille et apporta un veau gras.
Almanca:
Dann ging er unbemerkt zu seiner Familie, dann kam er mit einem wohlgenährten Kalb,
Rusça:
Он направился к своей семье с опаской и принес жирного теленка.
Arapça:
فَرَاغَ إِلَىٰ أَهْلِهِ فَجَاءَ بِعِجْلٍ سَمِينٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İbrahim, sonra ailesine giderek semiz bir buzağı (eti) getirdi.
Diyanet Vakfı:
Hemen ailesinin yanına giderek semiz bir dana (kebabını) getirmiş,

feḳarrabehû ileyhim ḳâle elâ te'külûn.

Türkçe:
Danayı misafirlerin önüne sürdü. "Yemez misiniz?" dedi.
İngilizce:
And placed it before them.. he said, "Will ye not eat?"
Fransızca:
Ensuite il l'approcha d'eux... "Ne mangez-vous pas ? " dit-il.
Almanca:
dann setzte er es ihnen vor, er sagte: "Esst ihr etwa nicht?"
Rusça:
Он придвинул его к ним и сказал: "Не отведаете ли?"
Arapça:
فَقَرَّبَهُ إِلَيْهِمْ قَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onu önlerine sürerek: "Yemez misiniz?" dedi.
Diyanet Vakfı:
Onların önüne koyup "Yemez misiniz?" demişti.

feevcese minhüm ḫîfeh. ḳâlû lâ teḫaf. vebeşşerûhü bigulâmin `alîm.

Türkçe:
O arada, içine bunlardan bir kuşku düştü. "Korkma!" dediler. Ve ona bilgin bir oğlan müjdelediler.
İngilizce:
(When they did not eat), He conceived a fear of them. They said, "Fear not," and they gave him glad tidings of a son endowed with knowledge.
Fransızca:
Il ressentit alors de la peur vis-à-vis d'eux. Ils dirent : "N'aie pas peur". Et ils lui annoncèrent [la naissance] d'un garçon plein de savoir.
Almanca:
Dann verbarg er Furcht vor ihnen. Sie sagten: "Fürchte dich nicht!" Und sie überbrachten ihm frohe Botschaft über einen äußerst wissenden Jungen.
Rusça:
Он испугался их в душе, и тогда они сказали: "Не бойся". Они обрадовали его вестью о знающем мальчике.
Arapça:
فَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً ۖ قَالُوا لَا تَخَفْ ۖ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yemediklerini görünce onlardan içine bir korku düştü. Onlar İbrahim'e: "Korkma!" dediler ve onu çok bilgili bir oğul ile müjdelediler.
Diyanet Vakfı:
Derken onlardan korkmaya başladı. "Korkma" dediler ve ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelediler.

Pages

Adh-Dhariyat—الذاريات beslemesine abone olun.