027. Neml - (Karınca) An-Naml—النمل

illâ men żaleme ŝümme beddele ḥusnem ba`de sûin feinnî gafûrur raḥîm.

Türkçe:
"Zulme bulaşan müstesna. O da bunu kötülüğün arkasından güzelliğe çevirirse hiç kuşkusuz ben Gafûr'um, Rahîm'im."
İngilizce:
But if any have done wrong and have thereafter substituted good to take the place of evil, truly, I am Oft-Forgiving, Most Merciful.
Fransızca:
Sauf celui qui a commis une injustice puis a remplacé le mal par le bien... alors Je suis Pardonneur e t Miséricordieux".
Almanca:
außer demjenigen, der Unrecht beging, dann aber Gutes nach dem Schlechten tauschte, dann bin ich doch allvergebend, allgnädig.
Rusça:
А если кто совершил несправедливость, а затем заменил зло добром, то ведь Я - Прощающий, Милосердный.
Arapça:
إِلَّا مَن ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْنًا بَعْدَ سُوءٍ فَإِنِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ancak, kim haksızlık yapar, sonra yaptığı kötülüğü iyiliğe çevirirse, bilsin ki ben (ona karşı da) çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim.
Diyanet Vakfı:
Ancak, kim haksızlık eder, sonra, işlediği kötülük yerine iyilik yaparsa, bilsin ki ben (ona karşı da) çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim.

veedḫil yedeke fî ceybike taḫruc beyḍâe min gayri sûin fî tis`i âyâtin ilâ fir`avne veḳavmih. innehüm kânû ḳavmen fâsiḳîn.

Türkçe:
"Elini koynuna sok; Firavun ve toplumuna yönelik dokuz mucizeden biri olarak pürüzsüz ve lekesiz, bembeyaz bir biçimde çıkacaktır. O Firavun ve yandaşları sapmış bir topluluk haline geldiler."
İngilizce:
Now put thy hand into thy bosom, and it will come forth white without stain (or harm): (these are) among the nine Signs (thou wilt take) to Pharaoh and his people: for they are a people rebellious in transgression.
Fransızca:
Et introduis ta main dans l'ouverture de ta tunique. Elle sortira blanche et sans aucun mal - un des neuf prodiges à Pharaon et à son peuple, car ils sont vraiment des gens pervers".
Almanca:
Und stecke deine Hand in den Ausschnitt deines (Kleides), kommt sie hell unversehrt heraus. (Geh!) mit neuen Ayat zu Pharao und seinen Leuten. Sie waren fisq-betreibende Leute."
Rusça:
Сунь свою руку за пазуху, и она выйдет белой, без следов болезни. Вот некоторые из девяти знамений для Фараона и его народа. Воистину, они являются людьми нечестивыми".
Arapça:
وَأَدْخِلْ يَدَكَ فِي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاءَ مِنْ غَيْرِ سُوءٍ ۖ فِي تِسْعِ آيَاتٍ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَقَوْمِهِ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Elini koynuna sok; kusursuz bembeyaz çıkacaktır. Dokuz mucize ile Firavun ve kavmine (git), çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır.
Diyanet Vakfı:
Elini koynuna sok da kusursuz bembeyaz çıksın. Dokuz mucize ile Firavun ve kavmine (git). Çünkü onlar artık yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır.

felemmâ câethüm âyâtünâ mübṣiraten ḳâlû hâẕâ siḥrum mübîn.

Türkçe:
İşte bu şekilde ayetlerimiz göz ve gönül açar bir biçimde onlara geldiğinde şunu deyiverdiler: "Açık bir büyüdür bu..."
İngilizce:
But when Our Signs came to them, that should have opened their eyes, they said: "This is sorcery manifest!"
Fransızca:
Et lorsque Nos prodiges leur parvinrent, clairs et explicites, ils dirent : <C'est là une magie évidente ! "
Almanca:
Und als zu ihnen Unsere Einblick gewährenden Ayat kamen, sagten sie: "Dies ist eine eindeutige Magie."
Rusça:
Когда Наши знамения были наглядно показаны им, они сказали: "Это - очевидное колдовство".
Arapça:
فَلَمَّا جَاءَتْهُمْ آيَاتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا هَٰذَا سِحْرٌ مُّبِينٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bu şekilde âyetlerimiz onların gözleri önüne serilince, "Bu apaçık bir sihirdir" dediler.
Diyanet Vakfı:
Mucizelerimiz onların gözleri önüne serilince: "Bu, apaçık bir büyüdür" dediler.

veceḥadû bihâ vesteyḳanethâ enfüsühüm żulmev ve`ulüvvâ. fenżur keyfe kâne `âḳibetü-lmüfsidîn.

Türkçe:
Zulüm ve böbürlenmeyle, ona karşı çıktılar. Oysaki öz benlikleri, onun gerçekliğine kanaat getirmişti. Bak da gör, nasıl olmuştur o bozguncuların sonu!
İngilizce:
And they rejected those Signs in iniquity and arrogance, though their souls were convinced thereof: so see what was the end of those who acted corruptly!
Fransızca:
Ils les nièrent injustement et orgueilleusement, tandis qu'en eux-mêmes ils y croyaient avec certitude. Regarde donc ce qu'il est advenu des corrupteurs.
Almanca:
Und sie verleugneten sie, während ihre Seelen daran Gewißheit fanden - aus Übertretung und Arroganz. Also siehe, wie das Anschließende von den Verderben-Anrichtenden war.
Rusça:
Они отвергли их несправедливо и надменно, хотя в душе они были убеждены в их правдивости. Посмотри же, каким был конец распространяющих нечестие!
Arapça:
وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَا أَنفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّا ۚ فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ve vicdanları bunlar(ın doğruluğun)a tam bir kanaat getirdiği halde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler. Bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!
Diyanet Vakfı:
Kendileri de bunlara yakinen inandıkları halde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları inkar ettiler. Bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!

veleḳad âteynâ dâvûde vesüleymâne `ilmâ. veḳâle-lḥamdü lillâhi-lleẕî feḍḍalenâ `alâ keŝîrim min `ibâdihi-lmü'minîn.

Türkçe:
Yemin olsun, biz, Davûd'a da Süleyman'a da bir ilim verdik. Onlar şöyle dediler: "Bizi, mümin kullarının bir çoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun."
İngilizce:
We gave (in the past) knowledge to David and Solomon: And they both said: "Praise be to Allah, Who has favoured us above many of his servants who believe!"
Fransızca:
Nous avons effectivement donné à David et à Salomon une science; et ils dirent : "Louange à Allah qui nous a favorisés à beaucoup de Ses serviteurs croyants".
Almanca:
Und gewiß, bereits ließen WIR Dawud und Sulaiman Wissen zuteil werden. Und beide sagten: "Alhamdulillah: Alles Lob gebührt ALLAH, Der uns vor vielen Seiner Diener begünstigt hat."
Rusça:
Мы даровали знание Давуду (Давиду) и Сулейману (Соломону), и они сказали: "Хвала Аллаху, который предпочел нас многим из Своих верующих рабов".
Arapça:
وَلَقَدْ آتَيْنَا دَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ عِلْمًا ۖ وَقَالَا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي فَضَّلَنَا عَلَىٰ كَثِيرٍ مِّنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِنِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Andolsun ki biz, Davud'a ve Süleyman'a bir ilim verdik. Onlar: "Bizi mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun" dediler.
Diyanet Vakfı:
Andolsun ki biz, Davud'a ve Süleyman'a ilim verdik. Onlar: Bizi, mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun, dediler.

veveriŝe süleymânü dâvûde veḳâle yâ eyyühe-nnâsü `ullimnâ menṭiḳa-ṭṭayri veûtînâ min külli şey'. inne hâẕâ lehüve-lfaḍlü-lmübîn.

Türkçe:
Süleyman, Davûd'a mirasçı oldu ve şöyle dedi: "Ey insanlar, bize kuşların dili öğretildi ve bize herşeyden biraz verildi. Kuşkusuz bu, apaçık lütfun ta kendisidir."
İngilizce:
And Solomon was David's heir. He said: "O ye people! We have been taught the speech of birds, and on us has been bestowed (a little) of all things: this is indeed Grace manifest (from Allah.)"
Fransızca:
Et Salomon hérita de David et dit : "ô hommes ! On nous a appris le langage des oiseaux; et on nous a donné part de toutes choses. C'est là vraiment la grâce évidente.
Almanca:
Und Sulaiman beerbte Dawud. Und er sagte: "Ihr Menschen! Uns wurde die Sprache der Vögel beigebracht und von allen Dingen zuteil. Gewiß, dies ist doch die eindeutige Gunst."
Rusça:
Сулейман (Соломон) наследовал Давуду (Давиду) и сказал: "О люди! Мы обучены языку птиц, и нам даровано все. Это и есть явное превосходство (или явная милость)".
Arapça:
وَوَرِثَ سُلَيْمَانُ دَاوُودَ ۖ وَقَالَ يَا أَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنطِقَ الطَّيْرِ وَأُوتِينَا مِن كُلِّ شَيْءٍ ۖ إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُبِينُ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Süleyman Davud'a varis olup dedi ki: "Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden (nasip) verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur."
Diyanet Vakfı:
Süleyman Davud'a varis oldu ve dedi ki: Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden (nasip) verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur.

veḥuşira lisüleymâne cünûdühû mine-lcinni vel'insi veṭṭayri fehüm yûza`ûn.

Türkçe:
Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları, Süleyman'ın huzurunda bir araya getirildi. Onlar, düzenli bir biçimde sevk ediliyorlardı.
İngilizce:
And before Solomon were marshalled his hosts,- of Jinns and men and birds, and they were all kept in order and ranks.
Fransızca:
Et furent rassemblées pour Salomon, ses armées de djinns, d'hommes et d'oiseaux, et furent placées en rangs.
Almanca:
Und für Sulaiman wurden seine Soldaten von den Dschinn, den Menschen und den Vögeln 2 versammelt, so werden sie geordnet beisammengehalten.
Rusça:
И собраны были к Сулейману (Соломону) его воины из числа джиннов, людей и птиц. Они были разделены на боевые порядки.
Arapça:
وَحُشِرَ لِسُلَيْمَانَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil orduları Süleyman'ın hizmetinde toplandı, hepsi bir arada (onun tarafından) düzenli olarak sevkediliyordu.
Diyanet Vakfı:
Süleyman'ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil orduları toplandı; hepsi birarada (onun tarafından) düzenli olarak sevkediliyordu.

ḥattâ iẕâ etev `alâ vâdi-nnemli ḳâlet nemletüy yâ eyyühe-nnemlü-dḫulû mesâkineküm. lâ yaḥṭimenneküm süleymânü vecünûdühû vehüm lâ yeş`urûn.

Türkçe:
Karınca vadisine geldiklerinde bir karınca şöyle seslendi: "Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin ki, Süeyman ve orduları farkında olmayarak sizi ezmesinler."
İngilizce:
At length, when they came to a (lowly) valley of ants, one of the ants said: "O ye ants, get into your habitations, lest Solomon and his hosts crush you (under foot) without knowing it."
Fransızca:
Quand ils arrivèrent à la Vallée des Fourmis, une fourmi dit : "ô fourmis, entrez dans vos demeures, [de peur] que Salomon et ses armées ne vous écrasent [sous leurs pieds] sans s'en rendre compte". !
Almanca:
Als sie dann beim Tal der Ameisen ankamen, sagte eine Ameise: "Ihr Ameisen! Geht in eure Nester hinein, damit Sulaiman und seine Soldaten euch nicht zertreten, während sie es nicht merken."
Rusça:
Когда они прибыли в долину муравьев, муравьиха сказала: "О муравьи! Войдите в свои жилища, чтобы Сулейман (Соломон) и его воины не погубили вас, даже не почувствовав этого".
Arapça:
حَتَّىٰ إِذَا أَتَوْا عَلَىٰ وَادِ النَّمْلِ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَا أَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمَانُ وَجُنُودُهُ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Nihayet karınca vâdisine geldikleri zaman, bir karınca: "Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!" dedi.
Diyanet Vakfı:
Nihayet Karınca vadisine geldikleri zaman, bir karınca: Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin! dedi.

fetebesseme ḍâḥikem min ḳavlihâ veḳâle rabbi evzi`nî en eşküra ni`meteke-lletî en`amte `aleyye ve`alâ vâlideyye veen a`mele ṣâliḥan terḍâhü veedḫilnî biraḥmetike fî `ibâdike-ṣṣâliḥîn.

Türkçe:
Bunun üzerine Süleyman, karıncanın sözüne güldü ve dedi: "Rabbim, bana ve ebeveynime lütfettiğin nimetine şükretmeme, hoşnut olacağın hayırlı ve barışçıl bir iş yapmama imkân ver. Ve rahmetinle beni iyilik ve barışı seven kullarının arasına sok."
İngilizce:
So he smiled, amused at her speech; and he said: "O my Lord! so order me that I may be grateful for Thy favours, which thou hast bestowed on me and on my parents, and that I may work the righteousness that will please Thee: And admit me, by Thy Grace, to the ranks of Thy righteous Servants."
Fransızca:
Il sourit, amusé par ses propos et dit : "Permets-moi Seigneur, de rendre grâce pour le bienfait dont Tu m'as comblé ainsi que mes père et mère, et que je fasse une bonne oeuvre que tu agrées et fais-moi entrer, par Ta miséricorde, parmi Tes serviteurs vertueux".
Almanca:
Dann lächelte er doch wegen ihrer Aussage und sagte: "Mein HERR! Gib mir ein, daß ich deiner Wohltat, die DU mir und meinen Eltern gewährt hast, Dankbarkeit erweise, und daß ich gottgefällig Gutes tue, woran DU Wohlgefallen findest. Und laß mich mit Deiner Gnade unter Deinen gottgefällig guttuenden Dienern sein!"
Rusça:
Он улыбнулся, рассмеявшись от ее слов. Он сказал: "Господи! Внуши мне быть благодарным за Твою милость, которую Ты оказал мне и моим родителям, и совершать праведные деяния, которыми Ты будешь доволен. Введи меня по Своей милости в число Своих праведных рабов".
Arapça:
فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِّن قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَىٰ وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَدْخِلْنِي بِرَحْمَتِكَ فِي عِبَادِكَ الصَّالِحِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Süleyman) onun sözüne gülümseyerek dedi ki: "Ey Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın iyi iş yapmamı gönlüme getir. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat."
Diyanet Vakfı:
(Süleyman) onun sözünden dolayı gülümsedi ve dedi ki: Ey Rabbim! Beni, gerek bana gerekse ana-babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat.

vetefeḳḳade-ṭṭayra feḳâle mâ liye lâ era-lhüdhüd. em kâne mine-lgâibîn.

Türkçe:
Kuşları teftiş etti de dedi ki: "Hüdhüd'ü neden göremiyorum, yoksa kayıplara mı karıştı?"
İngilizce:
And he took a muster of the Birds; and he said: "Why is it I see not the Hoopoe? Or is he among the absentees?
Fransızca:
Puis il passa en revue les oiseaux et dit : "Pourquoi ne vois-je pas la huppe ? est-elle parmi les absents ?
Almanca:
Und er inspizierte die Vögel, dann sagte er: "Weshalb sehe ich den Wiedehopf nicht? Oder ist er etwa von den Abwesenden?
Rusça:
Осматривая птиц, он сказал: "Что со мной? Почему я не вижу удода? Или же он оказался в числе отсутствующих?
Arapça:
وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَا أَرَى الْهُدْهُدَ أَمْ كَانَ مِنَ الْغَائِبِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Süleyman) Kuşları gözden geçirdikten sonra şöyle dedi: "Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?"
Diyanet Vakfı:
(Süleyman) kuşları gözden geçirdi ve şöyle dedi: Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?

Pages

027. Neml - (Karınca) An-Naml—النمل beslemesine abone olun.