023. Mü'minûn - (İnananlar) Al-Mumenoon – المؤمنون

ülâike yüsâri`ûne fi-lḫayrâti vehüm lehâ sâbiḳûn.

Türkçe:
İşte bunlar, hayırlarda yarışırlar. Ve hayırlarda önde gidenler de onlardır.
İngilizce:
It is these who hasten in every good work, and these who are foremost in them.
Fransızca:
Ceux-là se précipitent vers les bonnes actions et sont les premiers à les accomplir.
Almanca:
diese eilen initiativ zum (gottgefällig) Guten, und sind daran die ersten voran.
Rusça:
все они спешат вершить добрые дела и опережают в этом других.
Arapça:
أُولَٰئِكَ يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَهُمْ لَهَا سَابِقُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İşte onlar, iyiliklere koşuşurlar ve iyilik için yarışırlar.
Diyanet Vakfı:
İşte onlar, iyiliklere koşuşurlar ve iyilik için yarışırlar.

velâ nükellifü nefsen illâ vus`ahâ veledeynâ kitâbüy yenṭiḳu bilḥaḳḳi vehüm lâ yużlemûn.

Türkçe:
Biz, hiçbir benliğe gücünün yeteceğinden daha azını yüklemenin dışında bir teklifte bulunmayız. Bizim katımızda, hakkı söyleyen bir kitap vardır. Onlara haksızlık edilmez.
İngilizce:
On no soul do We place a burden greater than it can bear: before Us is a record which clearly shows the truth: they will never be wronged.
Fransızca:
Nous n'imposons à personne que selon sa capacité. Et auprès de Nous existe un Livre qui dit la vérité, et ils ne seront pas lésés.
Almanca:
Und WIR erlegen keinem Menschen auf außer dem, was er vermag. Und WIR haben ein Register, das die Wahrheit artikuliert. Und ihnen wird kein Unrecht zugefügt.
Rusça:
Мы не возлагаем на человека сверх его возможностей. У Нас есть Писание, которое глаголет истину, и с ними не поступят несправедливо.
Arapça:
وَلَا نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا ۖ وَلَدَيْنَا كِتَابٌ يَنطِقُ بِالْحَقِّ ۚ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Biz hiç kimseyi, gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.
Diyanet Vakfı:
Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.

bel ḳulûbühüm fî gamratim min hâẕâ velehüm a`mâlüm min dûni ẕâlike hüm lehâ `âmilûn.

Türkçe:
Fakat onların kalpleri bundan gaflet içindedir. Onların bundan başka da işleri vardır ki, hep o işler için çalışmaktadırlar.
İngilizce:
But their hearts are in confused ignorance of this; and there are, besides that, deeds of theirs, which they will (continue) to do,-
Fransızca:
Mais leurs coeurs restent dans l'ignorance à l'égard de cela [le Coran]. [En outre] ils ont d'autres actes (vils) qu'ils accomplissent,
Almanca:
Nein, sondern ihre Herzen sind in Achtlosigkeit demgegenüber. Und sie haben andere Taten als diese, die sie immer wieder tun.
Rusça:
Однако их сердца слепы к этому (Корану). А наряду с этим они совершают менее тяжкие злодеяния.
Arapça:
بَلْ قُلُوبُهُمْ فِي غَمْرَةٍ مِّنْ هَٰذَا وَلَهُمْ أَعْمَالٌ مِّن دُونِ ذَٰلِكَ هُمْ لَهَا عَامِلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hayır, onların kalpleri bu hususta cehalet içindedir. Ayrıca onların bundan öte birtakım kötü işleri vardır ki, onlar bu işleri yapar dururlar.
Diyanet Vakfı:
Hayır, onların (o inkarcıların) kalpleri bu hususta cehalet içindedir. Ayrıca onların bundan (bu şirk ve inkarcılıklarından) öte birtakım (kötü) işleri vardır ki, onlar bu işleri yapar dururlar.

ḥattâ iẕâ eḫaẕnâ mütrafîhim bil`aẕâbi iẕâ hüm yec'erûn.

Türkçe:
Sonunda, servet ve refahla şımarmışlarını azapla yakaladığımızda, hemen bağırıp dövünmeye başlarlar.
İngilizce:
Until, when We seize in Punishment those of them who received the good things of this world, behold, they will groan in supplication!
Fransızca:
jusqu'à ce que par le châtiment Nous saisissions les plus aisés parmi eux et voilà qu'ils crient au secours.
Almanca:
Wenn WIR dann ihre Luxurierenden mit der Peinigung zugrunde richten, dann schreien sie um Hilfe.
Rusça:
А когда Мы подвергнем наказанию изнеженных роскошью среди них, они завопят громким голосом.
Arapça:
حَتَّىٰ إِذَا أَخَذْنَا مُتْرَفِيهِم بِالْعَذَابِ إِذَا هُمْ يَجْأَرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Nihayet, refah ve bolluk içinde olanlarını sıkıntıya uğrattığımızda, bakarsın ki onlar feryadı basarlar.
Diyanet Vakfı:
En nihayet, refah ve bolluk içinde olanlarını sıkıntıya (veya azaba) uğrattığımızda, bakarsın ki onlar feryadı basarlar.

lâ tec'erü-lyevme inneküm minnâ lâ tünṣarûn.

Türkçe:
"Bağırıp dövünmeyin bugün, bizim karşımızda kimseden yardım göremezsiniz."
İngilizce:
(It will be said): "Groan not in supplication this day: for ye shall certainly not be helped by Us.
Fransızca:
"Ne criez pas aujourd'hui. Nul ne vous protégera contre Nous.
Almanca:
Schreit heute nicht um Hilfe! Gewiß, ihr werdet von Uns nicht unterstützt.
Rusça:
Не вопите сегодня! Воистину, Мы не окажем вам помощи.
Arapça:
لَا تَجْأَرُوا الْيَوْمَ ۖ إِنَّكُم مِّنَّا لَا تُنصَرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Boşuna feryad etmeyin bugün! Zira bizden yardım göremeyeceksiniz.
Diyanet Vakfı:
Boşuna sızlanmayın bugün! Zira bizden yardım göremeyeceksiniz!

ḳad kânet âyâtî tütlâ `aleyküm feküntüm `alâ a`ḳâbiküm tenkisûn.

Türkçe:
"Ayetlerimiz size okunuyordu da siz ökçeleriniz üzerine gerisin geri dönüyordunuz."
İngilizce:
My Signs used to be rehearsed to you, but ye used to turn back on your heels-
Fransızca:
Mes versets vous étaient récités auparavant; mais vous vous [en] détourniez,
Almanca:
Bereits wurden euch Meine Ayat stets vorgetragen, dann pflegtet ihr auf euren Fersen (zum Kufr) umzukehren
Rusça:
Вам читали Мои аяты, но вы пятились от них,
Arapça:
قَدْ كَانَتْ آيَاتِي تُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ فَكُنتُمْ عَلَىٰ أَعْقَابِكُمْ تَنكِصُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Çünkü âyetlerimiz size okunurdu da, buna karşı siz arkanızı dönerdiniz.
Diyanet Vakfı:
Çünkü ayetlerim size okunurdu da, siz, buna karşı kibirlenerek arkanızı döner, geceleyin (Kabe'nin etrafında toplanarak) hezeyanlar savururdunuz.

müstekbirîne bih. sâmiran tehcürûn.

Türkçe:
"Ona karşı büyüklük taslayarak, gece boyunca hezeyanlar savuruyordunuz."
İngilizce:
In arrogance: talking nonsense about the (Qur'an), like one telling fables by night.
Fransızca:
enflant d'orgueil, et vous les dénigriez au cours de vos veillées".
Almanca:
in äußerster Arroganz ihm gegenüber, und ihr habt nachts dagegen gelästert.
Rusça:
возгордившись ею (Каабой) и произнося скверные речи по ночам.
Arapça:
مُسْتَكْبِرِينَ بِهِ سَامِرًا تَهْجُرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kafa tutardınız ve geceleyin hezeyanlar savururdunuz.
Diyanet Vakfı:
Çünkü ayetlerim size okunurdu da, siz, buna karşı kibirlenerek arkanızı döner, geceleyin (Kabe'nin etrafında toplanarak) hezeyanlar savururdunuz.

efelem yeddebberü-lḳavle em câehüm mâ lem ye'ti âbâehümü-l'evvelîn.

Türkçe:
Sözü gereğince düşünmediler de ondan mı, yoksa kendilerine ilk atalarına gelmeyen bir şey geldi diye mi?
İngilizce:
Do they not ponder over the Word (of Allah), or has anything (new) come to them that did not come to their fathers of old?
Fransızca:
Ne méditent-ils donc pas sur la parole (le Coran) ? Ou est-ce que leur est venu ce qui n'est jamais venu à leurs premiers ancêtres ?
Almanca:
Haben sie etwa über das Vorgetragene nicht nachgedacht?! Oder kam etwa zu ihnen das, was zu ihren ersten Ahnen nicht kam?!
Rusça:
Неужели они не задумываются над Словом? Или же к ним явилось то, что не приходило к их отцам?
Arapça:
أَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا الْقَوْلَ أَمْ جَاءَهُم مَّا لَمْ يَأْتِ آبَاءَهُمُ الْأَوَّلِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar bu sözü (Kur'ân'ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?
Diyanet Vakfı:
Onlar bu sözü (Kur'an'ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?

em lem ya`rifû rasûlehüm fehüm lehû münkirûn.

Türkçe:
Yoksa resullerini tanımadılar da bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar?
İngilizce:
Or do they not recognise their Messenger, that they deny him?
Fransızca:
Ou n'ont-ils pas connu leur Messager, au point de le renier ?
Almanca:
Oder kannten sie etwa ihren Gesandten nicht, so daß sie ihm gegenüber ableugnend waren?!
Rusça:
Или же они не узнали своего Посланника и принялись отвергать его?
Arapça:
أَمْ لَمْ يَعْرِفُوا رَسُولَهُمْ فَهُمْ لَهُ مُنكِرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yoksa peygamberlerini tanımadılar da bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar?
Diyanet Vakfı:
Yoksa Peygamberlerini henüz tanımadılar da bu yüzden mi onu inkar ediyorlar?

em yeḳûlûne bihî cinneh. bel câehüm bilḥaḳḳi veekŝeruhüm lilḥaḳḳi kârihûn.

Türkçe:
Yoksa, "Onda bir cinnet mi var" diyorlar! Hayır, o kendilerine hakkı getirdi ama onların çoğu haktan tiksinen kişilerdir.
İngilizce:
Or do they say, "He is possessed"? Nay, he has brought them the Truth, but most of them hate the Truth.
Fransızca:
Ou diront-ils : "Il est fou ? " Au contraire, c'est la vérité qu'il leur a apportée. Et la plupart d'entre eux dédaignent la vérité.
Almanca:
Oder sagen sie etwa: "Er ist geistesgestört"?! Nein, sondern er kam zu ihnen mit der Wahrheit! Und die meisten von ihnen sind der Wahrheit gegenüber abgeneigt.
Rusça:
Или же они говорят, что он бесноват? Напротив, он явился к ним с истиной, но большинство их не любит истину.
Arapça:
أَمْ يَقُولُونَ بِهِ جِنَّةٌ ۚ بَلْ جَاءَهُم بِالْحَقِّ وَأَكْثَرُهُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yoksa onda bir delilik olduğunu mu söylüyorlar? Aksine o, kendilerine hakkı getirmiştir. Halbuki onlar haktan hoşlanmamaktadırlar.
Diyanet Vakfı:
Yoksa onda bir cinnet olduğunu mu söylüyorlar? Hayır; o, kendilerine hakkı getirmiştir. Onların çoğu ise haktan hoşlanmamaktadırlar.

Pages

023. Mü'minûn - (İnananlar) Al-Mumenoon – المؤمنون beslemesine abone olun.