023. Mü'minûn - (İnananlar) Al-Mumenoon – المؤمنون

feeḫaẕethümu-ṣṣayḥatü bilḥaḳḳi fece`alnâhüm guŝââ. febü`del lilḳavmi-żżâlimîn.

Türkçe:
Nihayet, o korkunç titreşimli ses onları tam bir biçimde yakaladı da hepsini sel süprüntüsü haline getirdik. Dönmeze gitsin o zalimler topluluğu!
İngilizce:
Then the Blast overtook them with justice, and We made them as rubbish of dead leaves (floating on the stream of Time)! So away with the people who do wrong!
Fransızca:
Le cri, donc, les saisit en toute justice; puis Nous les rendîmes semblables à des débris emportés par le torrent. Que disparaissent à jamais les injustes !
Almanca:
Dann richtete der Schrei sie in gerechter Weise zugrunde. Dann machten WIR sie als Überrest. Also nieder mit den unrecht-begehenden Leuten!
Rusça:
Вопль поразил их по справедливости, и Мы обратили их в подобие сора, растворенного в потоке. Да сгинут люди несправедливые!
Arapça:
فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ بِالْحَقِّ فَجَعَلْنَاهُمْ غُثَاءً ۚ فَبُعْدًا لِّلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Nitekim, Hak tarafından korkuç bir ses yakalayıverdi onları! Kendilerini hemen çepeçevre kuşattık. Zalimler topluluğunun canı cehenneme!
Diyanet Vakfı:
Nitekim, vukuu kaçınılmaz olan korkunç bir ses yakalayıverdi onları! Kendilerini hemen sel süprüntüsüne çevirdik. Zalimler topluluğunun canı cehenneme!

ŝümme enşe'nâ mim ba`dihim ḳurûnen âḫarîn.

Türkçe:
Sonra onların arkasından başka nesiller oluşturduk.
İngilizce:
Then We raised after them other generations.
Fransızca:
Puis après eux Nous avons créé d'autres générations.
Almanca:
Dann ließen WIR nach ihnen andere Generationen entstehen.
Rusça:
Вслед за ними Мы сотворили другие поколения.
Arapça:
ثُمَّ أَنشَأْنَا مِن بَعْدِهِمْ قُرُونًا آخَرِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Sonra onların ardından bir başka nesil getirdik.
Diyanet Vakfı:
Sonra onların ardından başka nesiller getirdik.

mâ tesbiḳu min ümmetin ecelehâ vemâ yeste'ḫirûn.

Türkçe:
Hiçbir ümmet ne süresinden ileri geçebilir ne de geri kalır.
İngilizce:
No people can hasten their term, nor can they delay (it).
Fransızca:
Nulle communauté ne peut avancer ni reculer son terme.
Almanca:
Weder verlegt eine Umma ihre Frist vor, noch zögern sie diese hinaus.
Rusça:
Ни одна община не может опередить свой срок или отложить его.
Arapça:
مَا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hiçbir ümmet, ecelini ne öne alabilir, ne de erteleyebilir.
Diyanet Vakfı:
Hiçbir ümmet, ecelini ne öne alabilir, ne de erteleyebilir.

ŝümme erselnâ rusülenâ tetrâ. küllemâ câe ümmeter rasûlühâ keẕẕebûhü feetba`nâ ba`ḍahüm ba`ḍav vece`alnâhüm eḥâdîŝ. febü`del liḳavmil lâ yü'minûn.

Türkçe:
Sonra, resullerimizi art arda gönderdik. Hangi ümmete resulü geldiyse onu yalanladılar. Biz de onları birbiri ardınca yuvarladık ve hepsini birer efsane yaptık. Dönmeze gitsin iman etmeyen bir topluluk!
İngilizce:
Then sent We our messengers in succession: every time there came to a people their messenger, they accused him of falsehood: so We made them follow each other (in punishment): We made them as a tale (that is told): So away with a people that will not believe!
Fransızca:
Ensuite, Nous envoyâmes successivement Nos messagers. Chaque fois qu'un messager se présentait à sa communauté, ils le traitaient de menteur. Et Nous les fîmes succéder les unes aux autres [dans la destruction], et Nous en fîmes des thèmes de récits légendaires. Que disparaissent à jamais les gens qui ne croient pas !
Almanca:
Dann entsandten WIR Unsere Gesandten einen nach dem anderen. Immer wieder, wenn zu einer Umma ihr Gesandter kam, bezichtigten sie ihn der Lüge. Sogleich ließen WIR die einen den anderen (in der Vernichtung) folgen, und machten sie zum Objekt von Erzählungen. Also nieder mit Leuten, die den Iman nicht verinnerlichen.
Rusça:
Потом Мы отправляли одного за другим Наших посланников. Каждый раз, когда к какому-либо народу приходил посланник, они нарекали его лжецом. Мы отправляли их одних за другими на погибель и сделали их предметом сказаний. Да сгинут люди неверующие!
Arapça:
ثُمَّ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَىٰ ۖ كُلَّ مَا جَاءَ أُمَّةً رَّسُولُهَا كَذَّبُوهُ ۚ فَأَتْبَعْنَا بَعْضَهُم بَعْضًا وَجَعَلْنَاهُمْ أَحَادِيثَ ۚ فَبُعْدًا لِّقَوْمٍ لَّا يُؤْمِنُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Sonra biz peyderpey peygamberlerimizi gönderdik. Herhangi bir ümmete peygamberlerinin geldiği her defasında, onlar bu peygamberi yalanladılar; biz de onları birbiri ardından (yokluğa) yuvarladık ve onları efsâne yaptık. Artık iman etmeyen kavmin canı cehenneme!
Diyanet Vakfı:
Sonra biz peyderpey peygamberlerimizi gönderdik. Herhangi bir ümmete peygamberlerinin geldiği her defasında, onlar bu peygamberi yalanladılar; biz de onları birbiri ardından yok ettik ve onları ibret hikayelerine dönüştürdük. Artık iman etmeyen kavmin canı cehenneme!

ŝümme erselnâ mûsâ veeḫâhü hârûne biâyâtinâ vesülṭânim mübîn.

Türkçe:
Sonra, Mûsa ile kardeşi Hârun'u mucizelerimizle, açık bir kanıtla gönderdik;
İngilizce:
Then We sent Moses and his brother Aaron, with Our Signs and authority manifest,
Fransızca:
Ensuite, Nous envoyâmes Moïse et son frère Aaron avec Nos prodiges et une preuve évidente,
Almanca:
Dann entsandten WIR Musa und seinen Bruder Harun mit Unseren Ayat und einem eindeutigen Beweis
Rusça:
Потом Мы отправили Мусу (Моисея) и его брата Харуна (Аарона) с Нашими знамениями и ясным доказательством
Arapça:
ثُمَّ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ وَأَخَاهُ هَارُونَ بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُّبِينٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Sonra birtakım âyetlerimiz ve açık bir ferman ile Musa'yı ve kardeşi Harun'u gönderdik.
Diyanet Vakfı:
Sonra ayetlerimizle ve apaçık bir fermanla Musa ve kardeşi Harun'u gönderdik.

ilâ fir`avne vemeleihî festekberû vekânû ḳavmen `âlîn.

Türkçe:
Firavun'a ve kodamanlarına. Ancak kibre saptılar, çünkü kendilerini büyük gören bir topluluktu onlar.
İngilizce:
To Pharaoh and his Chiefs: But these behaved insolently: they were an arrogant people.
Fransızca:
vers Pharaon et ses notables mais ceux-ci s'enflèrent d'orgueil : ils étaient des gens hautains.
Almanca:
zu Pharao und seinen Entscheidungsträgern. Dann erhoben sie sich in Arroganz, und sie waren hochmütige Leute.
Rusça:
к Фараону и его знати, но они возгордились, ведь они были людьми надменными.
Arapça:
إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا عَالِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Firavun'a ve ileri gelenlerine de (gönderdik). Bunun üzerine onlar kibire kapıldılar ve ululuk taslayan zorba bir kavim oldular.
Diyanet Vakfı:
Firavun'a ve ileri gelenlerine de(gönderdik). Onlar ise kibire kapıldılar ve ululuk taslayan bir kavim oldular.

feḳâlû enü'minü libeşerayni miŝlinâ veḳavmühümâ lenâ `âbidûn.

Türkçe:
Şöyle dediler: "Kendilerine bağlı toplum bize kulluk-kölelik ederken, biz kalkıp bizim gibi iki insan olan şu adamlara mı inanacağız?"
İngilizce:
They said: "Shall we believe in two men like ourselves? And their people are subject to us!"
Fransızca:
Ils dirent : "Croirons-nous en deux hommes comme nous dont les congénères sont nos esclaves.
Almanca:
Sie sagten dann: "Sollen wir etwa den Iman an zwei Menschen wie wir verinnerlichen, deren Leute für uns Diener sind?!"
Rusça:
Они сказали: "Неужели мы уверуем в двух людей, которые подобны нам, тогда как их народ служит нам?"
Arapça:
فَقَالُوا أَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onun için: Biz, dediler, "kavimleri bize kölelik ederken bizim benzerimiz olan bu iki adama inanacak mıyız?"
Diyanet Vakfı:
Bu yüzden dediler ki: Kavimleri bize kölelik ederken, bizim gibi olan bu iki adama inanır mıyız?

fekeẕẕebûhümâ fekânû mine-lmühlekîn.

Türkçe:
İkisini de yalanladılar, böylece helâk edilenler arasına katıldılar.
İngilizce:
So they accused them of falsehood, and they became of those who were destroyed.
Fransızca:
Ils les traitèrent [tous deux] de menteurs et ils furent donc parmi les anéantis.
Almanca:
Sie bezichtigten dann sie der Lüge, dann waren sie von den Zugrunde-Gerichteten.
Rusça:
Они сочли их обоих лжецами и обрекли себя на погибель.
Arapça:
فَكَذَّبُوهُمَا فَكَانُوا مِنَ الْمُهْلَكِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Böylece onları yalanladılar, bu yüzden de helâk edilenlerden oldular.
Diyanet Vakfı:
Böylece onları yalanladılar ve bu sebeple helak edilenlerden oldular.

veleḳad âteynâ mûse-lkitâbe le`allehüm yehtedûn.

Türkçe:
Yemin olsun, Mûsa'ya o Kitap'ı vermiştik ki, hidayete erebilsinler.
İngilizce:
And We gave Moses the Book, in order that they might receive guidance.
Fransızca:
Et Nous avions apporté le Livre à Moïse afin qu'ils se guident.
Almanca:
Und gewiß, bereits ließen WIR Musa die Schrift zuteil werden, damit sie Rechtleitung finden.
Rusça:
Воистину, Мы даровали Мусе (Моисею) Писание, чтобы они могли последовать прямым путем.
Arapça:
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Andolsun biz Musa'ya belki onlar yola gelirler diye, o kitabı da verdik.
Diyanet Vakfı:
Andolsun biz Musa'ya, belki onlar yola gelirler diye, Kitab'ı verdik.

vece`alne-bne meryeme veümmehû âyetev veâveynâhümâ ilâ rabvetin ẕâti ḳarâriv veme`în.

Türkçe:
Meryem'in oğluyla annesini birer ayet kıldık ve onları oturmaya uygun pınarlı bir tepeye yerleştirdik.
İngilizce:
And We made the son of Mary and his mother as a Sign: We gave them both shelter on high ground, affording rest and security and furnished with springs.
Fransızca:
Et Nous fîmes du fils de Marie, ainsi que de sa mère, un prodige; et Nous donnâmes à tous deux asile sur une colline bien stable et dotée d'une source.
Almanca:
Und WIR machten Ibnu- Maryam und seine Mutter zu einer Aya und gewährten ihnen Unterkunft bei einem Hügel mit Aufenthaltsmöglichkeit und fließendem Wasser.
Rusça:
Мы сделали сына Марьям (Марии) и его мать знамением и поселили их в укромном месте на холме, где протекал ручей.
Arapça:
وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَأُمَّهُ آيَةً وَآوَيْنَاهُمَا إِلَىٰ رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَعِينٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Meryemoğlunu ve annesini de (kudretimize) bir alâmet kıldık; onları, yerleşmeye elverişli, sulu bir tepeye yerleştirdik.
Diyanet Vakfı:
Meryem oğlunu ve annesini de (kudretimize) bir alamet kıldık; onları, yerleşmeye elverişli, suyu bulunan bir tepeye yerleştirdik.

Pages

023. Mü'minûn - (İnananlar) Al-Mumenoon – المؤمنون beslemesine abone olun.