Al-Araf-- الأعراف

ḳâlû eci'tenâ lina`büde-llâhe vaḥdehû veneẕera mâ kâne ya`büdü âbâünâ. fe'tinâ bimâ te`idünâ in künte mine-ṣṣâdiḳîn.

Türkçe:
Dediler ki: "Sen, yalnız Allah'a ibadet edelim de atalarımızın kulluk etmekte olduklarını terk edelim diye mi bize geldin? Eğer doğru sözlü isen hadi bizi tehdit ettiğini bize getir."
İngilizce:
They said: "Comest thou to us, that we may worship Allah alone, and give up the cult of our fathers? bring us what thou threatenest us with, if so be that thou tellest the truth!"
Fransızca:
Ils dirent : "Es-tu venu à nous pour que nous adorions Allah seul, et que nous délaissions ce que nos ancêtres adoraient ? Fais donc venir ce dont tu nous menaces, si tu es du nombre des véridiques".
Almanca:
Sie sagten: "Bist du etwa zu uns gekommen, damit wir ALLAH alleine dienen und von dem ablassen, dem unsere Ahnen dienten?! Also lasse uns das zuteil werden, wovor du uns warnst, solltest du von den Wahrhaftigen sein."
Rusça:
Они сказали: "Неужели ты пришел к нам для того, чтобы мы поклонялись одному Аллаху и отреклись от того, чему поклонялись наши отцы? Ниспошли нам то, чем ты угрожаешь, если ты говоришь правду".
Arapça:
قَالُوا أَجِئْتَنَا لِنَعْبُدَ اللَّهَ وَحْدَهُ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ آبَاؤُنَا ۖ فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Dediler ki: "Ya, demek sen tek Allah'a kulluk edelim ve atalarımızın taptıklarını bırakalım diye mi (bize) geldin? Eğer doğrulardan isen bizi tehdit ettiğin (o azabı) bize getir!"
Diyanet Vakfı:
Dediler ki: Sen bize tek Allah'a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi geldin? Eğer doğrulardan isen, bizi tehdit ettiğini (azabı) bize getir.

ḳâle ḳad veḳa`a `aleyküm mir rabbiküm ricsüv vegaḍab. etücâdilûnenî fî esmâin semmeytümûhâ entüm veâbâüküm mâ nezzele-llâhü bihâ min sülṭân. fenteżirû innî me`aküm mine-lmünteżirîn.

Türkçe:
Hûd dedi: "Rabbinizden bir azap ve gazap indi ya! Haklarında Allah'ın hiçbir kanıt indirmediği, sadece atalarınızın ve sizin uydurduğunuz birtakım isimler hakkında mı benimle çekişiyorsunuz? Bekleyin bakalım, sizinle beraber ben de bekleyenlerdenim."
İngilizce:
He said: "Punishment and wrath have already come upon you from your Lord: dispute ye with me over names which ye have devised - ye and your fathers,- without authority from Allah? then wait: I am amongst you, also waiting."
Fransızca:
Il dit : "Vous voilà, frappés de la part de votre Seigneur d'un supplice et d'une colère. Allez vous vous disputer avec moi au sujet de noms que vous et vos ancêtres avez donnés, sans qu'Allah n'y fasse descendre la moindre preuve ? Attendez donc ! Moi aussi j'attends avec vous.
Almanca:
Er sagte: "Bereits traf euch doch (dafür) von eurem HERRN Mißfallen und Zorn. Wollt ihr etwa mit mir über Namen (von Götzen) disputieren, die ihr und eure Ahnen (ihnen) gegeben habt, wozu ALLAH niemals eine Bestätigung hinabsandte?! So wartet nur ab! Ich warte ebenfalls mit euch ab."
Rusça:
Он сказал: "Наказание и гнев вашего Господа уже поразили вас. Неужели вы станете пререкаться со мной относительно имен, которые придумали вы и ваши отцы? Аллах не ниспосылал о них никакого доказательства. Ждите, и я подожду вместе с вами".
Arapça:
قَالَ قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُم مِّن رَّبِّكُمْ رِجْسٌ وَغَضَبٌ ۖ أَتُجَادِلُونَنِي فِي أَسْمَاءٍ سَمَّيْتُمُوهَا أَنتُمْ وَآبَاؤُكُم مَّا نَزَّلَ اللَّهُ بِهَا مِن سُلْطَانٍ ۚ فَانتَظِرُوا إِنِّي مَعَكُم مِّنَ الْمُنتَظِرِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Hûd) dedi ki: "Artık size Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Haklarında Allah'ın hiç bir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler hususunda benimle tartışıyor musunuz? Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!
Diyanet Vakfı:
(Hud) dedi ki: "Üzerinize Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Haklarında Allah'ın hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler hususunda benimle tartışıyor musunuz? Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!"

feenceynâhü velleẕîne me`ahû biraḥmetim minnâ veḳaṭa`nâ dâbira-lleẕîne keẕẕebû biâyâtinâ vemâ kânû mü'minîn.

Türkçe:
Nihayet onu ve beraberindekileri bizden bir rahmetle kurtardık; ayetlerimizi yalanlayanların da kökünü kestik. İnanan kişiler değillerdi onlar.
İngilizce:
We saved him and those who adhered to him. By Our mercy, and We cut off the roots of those who rejected Our signs and did not believe.
Fransızca:
Or, Nous l'avons sauvé, (lui) et ceux qui étaient avec lui, par miséricorde de Notre part, et Nous avons exterminé ceux qui traitaient de mensonges Nos enseignements et qui n'étaient pas croyants.
Almanca:
Dann haben WIR ihn und diejenigen mit ihm mit Gnade von Uns gerettet und diejenigen, die Unsere Ayat geleugnet haben, ausgerottet. Und sie waren keine Mumin.
Rusça:
Мы спасли его и тех, кто был с ним, по Своей милости и искоренили тех, которые сочли ложью Наши знамения и не стали верующими.
Arapça:
فَأَنجَيْنَاهُ وَالَّذِينَ مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِّنَّا وَقَطَعْنَا دَابِرَ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا ۖ وَمَا كَانُوا مُؤْمِنِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onu ve onunla beraber olanları rahmetimizle kurtardık ve âyetlerimizi yalanlayıp da iman etmeyenlerin kökünü kestik.
Diyanet Vakfı:
Onu ve onunla beraber olanları rahmetimizle kurtardık ve ayetlerimizi yalanlayıp da iman etmeyenlerin kökünü kestik.

veilâ ŝemûde eḫâhüm ṣâliḥâ. ḳâle yâ ḳavmi-`büdü-llâhe mâ leküm min ilâhin gayruh. ḳad câetküm beyyinetüm mir rabbiküm. hâẕihî nâḳatü-llâhi leküm âyeten feẕerûhâ te'kül fî arḍi-llâhi velâ temessûhâ bisûin feye'ḫuẕeküm `aẕâbün elîm.

Türkçe:
Semûd'a da kardeşleri Sâlih'i gönderdik. Dedi ki: "Ey toplumum! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yok. Size Rabbinizden bir beyyine/açık bir kanıt gelmiştir. İşte şu; Allah'ın devesi. Sizin için bir mucize. Rahat bırakın onu, Allah'ın toprağında otlasın. Kötü bir niyetle dokunmayın ona. Yoksa korkunç bir azap yakalar sizi."
İngilizce:
To the Thamud people (We sent) Salih, one of their own brethren: He said: "O my people! worship Allah: ye have no other god but Him. Now hath come unto you a clear (Sign) from your Lord! This she-camel of Allah is a Sign unto you: So leave her to graze in Allah's earth, and let her come to no harm, or ye shall be seized with a grievous punishment.
Fransızca:
Et aux Tamud, leur frère Salih : "ô mon peuple, dit-il, adorez Allah. Pour vous, pas d'autre divinité que Lui. Certes, une preuve vous est venue de votre Seigneur : voici la chamelle d'Allah, un signe pour vous. Laissez-la donc manger sur la terre d'Allah et ne lui faites aucun mal; sinon un châtiment douloureux vous saisira .
Almanca:
Und zu Thamud (entsandten) WIR ihren Bruder Salih. Er sagte: "Meine Leute! Dient ALLAH! Ihr habt keinen Gott außer Ihm. Bereits kam zu euch ein klares Zeichen von eurem HERRN: Dies ist die Kamelstute von ALLAH als Aya für euch, so lasst sie auf dem Lande ALLAHs weiden und fügt ihr keinen Schaden zu, sonst wird euch eine qualvolle Peinigung überkommen.
Rusça:
Мы отправили к самудянам их брата Салиха. Он сказал: "О мой народ! Поклоняйтесь Аллаху, ибо нет у вас другого божества, кроме Него. К вам явилось ясное знамение от вашего Господа. Эта верблюдица Аллаха является знамением для вас. Позвольте ей паститься на земле Аллаха и не причиняйте ей зла, а не то вас постигнут мучительные страдания.
Arapça:
وَإِلَىٰ ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا ۗ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُ ۖ قَدْ جَاءَتْكُم بَيِّنَةٌ مِّن رَّبِّكُمْ ۖ هَٰذِهِ نَاقَةُ اللَّهِ لَكُمْ آيَةً ۖ فَذَرُوهَا تَأْكُلْ فِي أَرْضِ اللَّهِ ۖ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih'i (gönderdik): "Ey kavmim dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. İşte şu, Allah'ın devesi, size bir mucizedir; bırakın onu Allah'ın yeryüzünde yesin (içsin), sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa sizi acı bir azap yakalar."
Diyanet Vakfı:
Semud kavmine de kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin; sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir. O da, size bir mucize olarak Allah'ın şu devesidir. Onu bırakın, Allah'ın arzında yesin, (içsin); ona kötülük etmeyin; sonra sizi elem verici bir azap yakalar.

veẕkürû iẕ ce`aleküm ḫulefâe mim ba`di `âdiv vebevveeküm fi-l'arḍi tetteḫiẕûne min sühûlihâ ḳuṣûrav vetenḥitûne-lcibâle büyûtâ. feẕkürû âlâe-llâhi velâ ta`ŝev fi-l'arḍi müfsidîn.

Türkçe:
"Hatırlayın ki, Allah sizi Âd'dan sonra halefler yaptı ve yeryüzünde sizi yerleştirdi. O'nun düzlüklerinde saraylar kuruyorsunuz, dağlarını yontup ev yapıyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini anın da fesat çıkararak yeryüzünü berbat etmeyin."
İngilizce:
And remember how He made you inheritors after the 'Ad people and gave you habitations in the land: ye build for yourselves palaces and castles in (open) plains, and care out homes in the mountains; so bring to remembrance the benefits (ye have received) from Allah, and refrain from evil and mischief on the earth.
Fransızca:
Et rappelez-vous quand Il vous fit succéder aux Aad et vous installa sur la terre. Vous avez édifié des palais dans ses plaines, et taillé en maisons les montagnes. Rappelez-vous donc les bienfaits d'Allah et ne répandez pas la corruption sur la terre "comme des fauteurs de trouble".
Almanca:
Auch entsinnt euch, als ER euch zu Nachfolgern von 'Aad einsetzte und euch im Lande wohnen ließ. Ihr habt auf ihren Auen Paläste gebaut und in die Felsengebirge Häuser gemeißelt. So entsinnt euch der Wohltaten ALLAHs und übertreibt nicht auf der Erde als Verderben-Anrichtende!"
Rusça:
Помните о том, как Он сделал вас преемниками адитов и расселил вас на земле, на равнинах которой вы воздвигаете дворцы, а в горах высекаете жилища. Помните о милостях Аллаха и не творите на земле зла, распространяя нечестие".
Arapça:
وَاذْكُرُوا إِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَاءَ مِن بَعْدِ عَادٍ وَبَوَّأَكُمْ فِي الْأَرْضِ تَتَّخِذُونَ مِن سُهُولِهَا قُصُورًا وَتَنْحِتُونَ الْجِبَالَ بُيُوتًا ۖ فَاذْكُرُوا آلَاءَ اللَّهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Düşünün ki (Allah) Âd'dan sonra sizi hükümdarlar kıldı. Ve yer yüzünde sizi yerleştirdi: O'nun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.
Diyanet Vakfı:
Düşünün ki, (Allah) Âd kavminden sonra yerlerine sizi getirdi. Ve yeryüzünde sizi yerleştirdi: Onun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.

ḳâle-lmeleü-lleẕîne-stekberû min ḳavmihî lilleẕîne-stuḍ`ifû limen âmene minhüm eta`lemûne enne ṣâliḥam mürselüm mir rabbih. ḳâlû innâ bimâ ürsile bihî mü'minûn.

Türkçe:
Toplumunun kibre saplanmış kodamanları, içlerinden inanıp da baskı altında tutularak ezilenlere şöyle dediler: "Siz Sâlih'in, gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" Onlar: "Onun aracılığıyla gönderilene gerçekten inanıyoruz." dediler.
İngilizce:
The leaders of the arrogant party among his people said to those who were reckoned powerless - those among them who believed: "know ye indeed that Salih is a messenger from his Lord?" They said: "We do indeed believe in the revelation which hath been sent through him."
Fransızca:
Les notables de son peuple qui s'enflaient d'orgueil dirent aux opprimés, à ceux d'entre eux qui avaient la foi : "Savez-vous si Salih est envoyé de la part de son Seigneur ? " Ils dirent : "Oui, nous sommes croyants à son message".
Almanca:
Die Entscheidungsträger seiner Leute, die sich in Arroganz erhoben haben, sagten zu denjenigen, die unterdrückt wurden - zu denen 1 von ihnen, die den Iman verinnerlicht haben: "Wisst ihr etwa, daß Salih sicher ein Gesandter seines HERRN ist?" Sie sagten: "Gewiß, wir verinnerlichen den Iman an das, womit er entsandt wurde."
Rusça:
Знатные люди из его народа, которые превозносились, сказали уверовавшим из числа тех, кто был слаб: "Знаете ли вы, что Салих послан своим Господом?" Они сказали: "Мы веруем в то, с чем он послан".
Arapça:
قَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا مِن قَوْمِهِ لِلَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِمَنْ آمَنَ مِنْهُمْ أَتَعْلَمُونَ أَنَّ صَالِحًا مُّرْسَلٌ مِّن رَّبِّهِ ۚ قَالُوا إِنَّا بِمَا أُرْسِلَ بِهِ مُؤْمِنُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, içlerinden zayıf görünen müminlere: "Siz, dediler, Sâlih'in, gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" (Onlar da): "(Evet), doğrusu biz onunla gönderilene inananlarız!" dediler.
Diyanet Vakfı:
Kavminin ileri gelenlerinden büyüklük taslayanlar, içlerinden zayıf görülen inananlara dediler ki: Siz Salih'in, Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz? Onlar da Şüphesiz biz onunla ne gönderilmişse ona inananlarız, dediler.

ḳâle-lleẕîne-stekberû innâ billeẕî âmentüm bihî kâfirûn.

Türkçe:
Kibre sapanlar şöyle konuştu: "Biz sizin inandığınızı inkâr edenleriz."
İngilizce:
The Arrogant party said: "For our part, we reject what ye believe in."
Fransızca:
Ceux qui s'enflaient d'orgueil dirent : "Nous, nous ne croyons certainement pas en ce que vous avez cru".
Almanca:
Diejenigen, die sich in Arroganz erhoben haben, sagten: "Gewiß, wir betreiben Kufr dem gegenüber, woran ihr den Iman verinnerlicht habt."
Rusça:
Те, которые превозносились, сказали: "А мы отказываемся уверовать в то, во что уверовали вы".
Arapça:
قَالَ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا إِنَّا بِالَّذِي آمَنتُم بِهِ كَافِرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Büyüklük taslayanlar: "Biz, sizin inandığınızı inkâr edenleriz!" dediler.
Diyanet Vakfı:
Büyüklük taslayanlar dediler ki: "Biz de sizin inandığınızı inkar edenleriz."

fe`aḳarü-nnâḳate ve`atev `an emri rabbihim veḳâlû yâ ṣâliḥu-'tinâ bimâ te`idünâ in künte mine-lmürselîn.

Türkçe:
Bu arada dişi deveyi boğazladılar. Ve Rablerinin emrinden dışarı çıkıp şöyle dediler: "Ey Sâlih! Eğer Allah tarafından gönderilenlerdensen, bizi tehdit ettiğin şeyi önümüze getiriver."
İngilizce:
Then they ham-strung the she-camel, and insolently defied the order of their Lord, saying: "O Salih! bring about thy threats, if thou art a messenger (of Allah)!"
Fransızca:
Ils tuèrent la chamelle, désobéirent au commandement de leur Seigneur et dirent : "ô Salih, fais nous venir ce dont tu nous menaces, si tu es du nombre des Envoyés".
Almanca:
Dann verletzten sie die Beine des Kamelweibchens, setzten sich über das Gebot ihres HERRN hinweg und sagten: "Salih! Lasse uns nun zuteil werden, wovor du uns gewarnt hast, solltest du zu den Gesandten gehören."
Rusça:
Они убили верблюдицу, превознеслись над повелением своего Господа и сказали: "О Салих! Ниспошли нам то, чем ты угрожаешь, если ты действительно являешься одним из посланников".
Arapça:
فَعَقَرُوا النَّاقَةَ وَعَتَوْا عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ وَقَالُوا يَا صَالِحُ ائْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا إِن كُنتَ مِنَ الْمُرْسَلِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Derken dişi deveyi boğazladılar ve Rablerinin buyruğundan dışarı çıktılar; "Ey Sâlih, eğer hakikaten elçilerdensen, bizi tehdit ettiğin (o azabı) bize getir! "dediler.
Diyanet Vakfı:
Derken o dişi deveyi ayaklarını keserek öldürdüler ve Rablerinin emrinden dışarı çıktılar da: Ey Salih! Eğer sen gerçekten peygamberlerdensen bizi tehdit ettiğin azabı bize getir, dediler.

feeḫaẕethümü-rracfetü feaṣbeḥû fî dârihim câŝimîn.

Türkçe:
Bunun üzerine onları, o şiddetli sarsıntı/o korkunç titreşim yakaladı da öz yurtlarında yere çökmüş bir hale geldiler.
İngilizce:
So the earthquake took them unawares, and they lay prostrate in their homes in the morning!
Fransızca:
Le cataclysme les saisit; et les voilà étendus gisant dans leurs demeures.
Almanca:
Dann ergriff sie das Beben, dann wurden sie in ihren Wohnstätten zu leblosen Körpern.
Rusça:
Их поразило землетрясение, и они оказались повергнуты ниц в своих домах.
Arapça:
فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bunun üzerine hemen onları, o sarsıntı yakaladı, yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
Diyanet Vakfı:
Bunun üzerine onlarrı o (gürültülü) sarsıntı yakaladı da yurtlarında diz üstü dona kaldılar.

fetevellâ `anhüm veḳâle yâ ḳavmi leḳad eblagtüküm risâlete rabbî veneṣaḥtü leküm velâkil lâ tüḥibbûne-nnâṣiḥîn.

Türkçe:
Nihayet, Sâlih onlardan yüzünü döndürüp şöyle dedi: "Ey toplumum! Andolsun ki, Rabbimin mesajını size tebliğ ettim, size öğüt verdim; ama siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz."
İngilizce:
So Salih left them, saying: "O my people! I did indeed convey to you the message for which I was sent by my Lord: I gave you good counsel, but ye love not good counsellors!"
Fransızca:
Alors il se détourna d'eux et dit : "ô mon peuple, je vous avais communiqué le message de mon Seigneur et vous avais conseillé sincèrement. Mais vous n'aimez pas les conseillers sincères ! "
Almanca:
Dann hat er (Salih) sich von ihnen abgewendet und sagte: "Meine Leute! Gewiß, bereits habe ich euch die Botschaft meines HERRN verkündet und euch Ratschläge erteilt, doch ihr mögt keine Ratgeber."
Rusça:
Он отвернулся от них и сказал: "О мой народ! Я донес до вас послание моего Господа и искренне желал вам добра, но вы не любите тех, кто желает вам добра".
Arapça:
فَتَوَلَّىٰ عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ أَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَةَ رَبِّي وَنَصَحْتُ لَكُمْ وَلَٰكِن لَّا تُحِبُّونَ النَّاصِحِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Sâlih de o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: "Ey kavmim! And olsun ki ben size Rabbimin elçiliğini tebliğ ettim ve size öğüt verdim, fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz."
Diyanet Vakfı:
Salih o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: Ey kavmim! Andolsun ki ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim; fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz.

Pages

Al-Araf--  الأعراف beslemesine abone olun.