
elleẕîne im mekkennâhüm fi-l'arḍi eḳâmu-ṣṣalâte veâtevu-zzekâte veemerû bilma`rûfi venehev `ani-lmünker. velillâhi `âḳibetü-l'ümûr.
Türkçe:
Onlar o kişilerdir ki eğer kendilerini yeryüzünde imkân ve güç sahibi yapsak namazı/duayı yerine getirirler, zekâtı verirler, iyiliğe özendirirler, kötülükten sakındırırlar. Tüm iş ve oluşlar Allah'a varır.
İngilizce:
(They are) those who, if We establish them in the land, establish regular prayer and give regular charity, enjoin the right and forbid wrong: with Allah rests the end (and decision) of (all) affairs.
Fransızca:
ceux qui, si Nous leur donnons la puissance sur terre, accomplissent la Salat, acquittent la Zakat, ordonnent le convenable et interdisent le blâmable. Cependant, l'issue finale de toute chose appartient à Allah.
Almanca:
(Es sind) diejenigen, wenn WIR sie im Lande festigen, dann verrichten sie ordnungsgemäß das rituelle Gebet, entrichten die Zakat, rufen zum Gebilligten auf und raten vomMißbilligten ab. Und ALLAH gehört das Anschließende von den Angelegenheiten.
Rusça:
Если Мы одарим их властью на земле, они будут совершать намаз, выплачивать закят, велеть совершать одобряемое и запрещать предосудительное. А исход всех дел - у Аллаха.
Arapça:
الَّذِينَ إِن مَّكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنكَرِ ۗ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar (o müminlerdir) ki, eğer kendilerini yeryüzünde iktidar mevkiine getirirsek namazı kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler ve fenalığı yasak ederler. Bütün işlerin sonu sırf Allah'a âittir.
Diyanet Vakfı:
Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekatı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah'a varır.

veiy yükeẕẕibûke feḳad keẕẕebet ḳablehüm ḳavmü nûḥiv ve`âdüv veŝemûd.
Türkçe:
Eğer seni yalanlıyorlarsa bilesin ki, senden önce Nûh kavmi de Âd da, Semûd da yalanladı.
İngilizce:
If they treat thy (mission) as false, so did the peoples before them (with their prophets),- the People of Noah, and 'Ad and Thamud;
Fransızca:
Et s'ils te traitent de menteur, [sache que] le peuple de Noé, les Aad, les Tamud avant eux, ont aussi crié au mensonge (à l'égard de leurs messagers),
Almanca:
Und sollten sie dich der Lüge bezichtigen, so leugneten vor ihnen die Leute von Nuh, 'Aad und Thamud ab.
Rusça:
Если они сочтут тебя лжецом, то ведь еще раньше пророков считали лжецами народ Нуха (Ноя), адиты, самудяне,
Arapça:
وَإِن يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَثَمُودُ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Ey Muhammed!) Eğer seni (müşrikler) yalanlıyorlarsa bil ki onlardan önce Nûh kavmi, Âd ve Semûd (kavimleri de kendi peygamberlerini) yalancı saydılar.
Diyanet Vakfı:
(Resulüm!) Eğer onlar (inkarcılar) seni yalanlıyorlarsa, (şunu bil ki) onlardan önce Nuh'un kavmi, Ad, Semud(kavimleri de kendi peygamberlerini) yalanladılar.

veḳavmü ibrâhîme veḳavmü lûṭ.
Türkçe:
İbrahim'in kavmi de Lût'un kavmi de...
İngilizce:
Those of Abraham and Lut;
Fransızca:
de même que le peuple d'Abraham, le peuple de Lot.
Almanca:
Sowie die Leute von Ibrahim und die Leute von Lut.
Rusça:
народ Ибрахима (Авраама), народ Лута (Лота)
Arapça:
وَقَوْمُ إِبْرَاهِيمَ وَقَوْمُ لُوطٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İbrahim'in kavmi de, Lût'un kavmi de (peygamberlerini) yalancı saydılar.
Diyanet Vakfı:
İbrahim'in kavmi de, Lut'un kavmi de (peygamberlerini) yalanladılar.

veaṣḥâbü medyen. veküẕẕibe mûsâ feemleytü lilkâfirîne ŝümme eḫaẕtühüm. fekeyfe kâne nekîr.
Türkçe:
Medyen halkı da. Mûsa da yalanlanmıştı da ben, inkârcılara biraz süre vermiş sonra hepsini yakalamıştım. Nasılmış benim azabım!
İngilizce:
And the Companions of the Madyan People; and Moses was rejected (in the same way). But I granted respite to the Unbelievers, and (only) after that did I punish them: but how (terrible) was my rejection (of them)!
Fransızca:
et les gens de Madyan. Et Moïse fut traité de menteur; Puis, J'ai donné un répit aux mécréants, ensuite Je les ai saisis. Et quelle fut Ma réprobation !
Almanca:
Sowie die Bewohner von Madyan. Auch Musa wurde der Lüge bezichtigt, so gewährte ICH den Kafir noch längere Zeit, dann richtete ICH sie zugrunde. Also wie war denn Meine Mißbilligung?!
Rusça:
и жители Мадьяна. Мусу (Моисея) тоже сочли лжецом. Я предоставил отсрочку неверующим, а затем схватил их. Каким же было Мое обличение!
Arapça:
وَأَصْحَابُ مَدْيَنَ ۖ وَكُذِّبَ مُوسَىٰ فَأَمْلَيْتُ لِلْكَافِرِينَ ثُمَّ أَخَذْتُهُمْ ۖ فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Şuayb'ın kavmi olan) Medyen halkı da (Şûayb'ı) yalanladı. Musa da (Firavun tarafından) yalanlandı. Ben de o kâfirlere bir süre verdim. Sonra da onları yakalayıverdim. Beni tanımamak nasılmış görsünler.
Diyanet Vakfı:
(Şuayb'ın kavmi olan) Medyen halkı da(Şuayb'ı) yalanladılar. Musa da yalanlanmıştı. İşte ben o kafirlere süre tanıdım, sonra onları yakaladım. Nasıl oldu benim onları reddim (cezalandırmam)!

fekeeyyim min ḳaryetin ehleknâhâ vehiye żâlimetün fehiye ḫâviyetün `alâ `urûşihâ vebi'rim mü`aṭṭaletiv veḳaṣrim meşîd.
Türkçe:
Zalim olduğu için helâk ettiğimiz nice kent/medeniyet var ki, duvarları, tavanları üzerine çökmüş halde. Nice kullanılmaz halde bırakılmış su kuyusu, nice görkemli/süslü/bakımlı köşk var.
İngilizce:
How many populations have We destroyed, which were given to wrong-doing? They tumbled down on their roofs. And how many wells are lying idle and neglected, and castles lofty and well-built?
Fransızca:
Que de cités, donc, avons-Nous fait périr, parce qu'elles commettaient des tyrannies. Elles sont réduites à des toits écroulés : Que de puits désertés ! Que de palais édifiés (et désertés aussi) !
Almanca:
Wie manche Ortschaft richteten WIR doch zugrunde, während sie (ihre Bewohner) Unrecht begingen. So wurden ihre Häuser dem Erdboden gleichgemacht, auch der Brunnen ist verlassen und das Schloß ist errichtet.
Rusça:
Сколько селений, которые были несправедливы, Мы погубили, и теперь они разрушены до основания. Сколько заброшенных колодцев и воздвигнутых дворцов!
Arapça:
فَكَأَيِّن مِّن قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ فَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَىٰ عُرُوشِهَا وَبِئْرٍ مُّعَطَّلَةٍ وَقَصْرٍ مَّشِيدٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Nice memleketler vardı ki, zulüm yaparlarken biz onları yok ettik. Artık damları çökmüş, duvarları üzerine yıkılmıştır. (Geride) Nice terkedilmiş kuyularla bomboş kalmış yüksek saraylar (bırakılmıştır.)
Diyanet Vakfı:
Nitekim, birçok memleket vardı ki, o memleket (halkı) zulmetmekte iken, biz onları helak ettik. Şimdi o ülkelerde duvarlar, (çökmüş) tavanların üzerine yıkılmıştır. Nice kullanılmaz hale gelmiş kuyular ve (ıssız kalmış) ulu saraylar vardır.

efelem yesîrû fi-l'arḍi fetekûne lehüm ḳulûbüy ya`ḳilûne bihâ ev âẕânüy yesme`ûne bihâ. feinnehâ lâ ta`me-l'ebṣâru velâkin ta`me-lḳulûbü-lletî fi-ṣṣudûr.
Türkçe:
Yeryüzünde hiç dolaşmadılar mı ki, kalpleri olsun da onunla akıllarını çalıştırsınlar, kulakları olsun da onlarla duysunlar. Şu bir gerçek ki, kafadaki gözler kör olmaz ama göğüslerin içindeki gönüller körleşir.
İngilizce:
Do they not travel through the land, so that their hearts (and minds) may thus learn wisdom and their ears may thus learn to hear? Truly it is not their eyes that are blind, but their hearts which are in their breasts.
Fransızca:
Que ne voyagent-ils sur la terre afin d'avoir des coeurs pour comprendre, et des oreilles pour entendre ? Car ce ne sont pas les yeux qui s'aveuglent, mais, ce sont les coeurs dans les poitrines qui s'aveuglent.
Almanca:
Sind sie etwa nicht im Lande umhergereist, damit sie über Herzen verfügen, mit denen sie verständig werden, oder über Ohren, mit denen sie hören?! Denn gewiß, nicht die Augen werden blind, sondern blind werden die Herzen, die in den Brüsten sind.
Rusça:
Разве они не странствовали по земле, имея сердца, посредством которых они могли разуметь, и уши, посредством которых они могли слушать? Воистину, слепнут не глаза, а слепнут сердца, находящиеся в груди.
Arapça:
أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا ۖ فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَٰكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki olanları akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur.
Diyanet Vakfı:
(Sana karşı çıkanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lakin göğüsler içindeki kalpler kör olur.

veyesta`cilûneke bil`aẕâbi veley yuḫlife-llâhü va`deh. veinne yevmen `inde rabbike keelfi senetim mimmâ te`uddûn.
Türkçe:
Senden aceleyle azabı istiyorlar: Allah, vaadine asla ters düşmez. Şu da bir gerçek ki Rabbinin katındaki bir gün, sizin saymakta olduğunuzun bin yılı gibidir.
İngilizce:
Yet they ask thee to hasten on the Punishment! But Allah will not fail in His Promise. Verily a Day in the sight of thy Lord is like a thousand years of your reckoning.
Fransızca:
Et ils te demandent de hâter [l'arrivée] du châtiment. Jamais Allah ne manquera à Sa promesse. Cependant, un jour auprès de ton Seigneur, équivaut à mille ans de ce que vous comptez.
Almanca:
Und sie fordern von dir Eile mit der Peinigung, und ALLAH wird doch nie Sein Versprechen brechen. Und zweifellos ist ein Yaum bei deinem HERRN wie tausend Jahre von dem, was ihr zählt.
Rusça:
Они торопят тебя с наказанием, но Аллах не нарушает Своего обещания, и день у твоего Господа равен тысяче лет по тому, как вы считаете.
Arapça:
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَن يُخْلِفَ اللَّهُ وَعْدَهُ ۚ وَإِنَّ يَوْمًا عِندَ رَبِّكَ كَأَلْفِ سَنَةٍ مِّمَّا تَعُدُّونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bir de senden acele azab istiyorlar. Elbette Allah sözünden caymaz. Bununla beraber Rabbinin katında birgün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir.
Diyanet Vakfı:
(Resulüm!) Onlar senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. Allah vadinden asla dönmez. Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.

vekeeyyim min ḳaryetin emleytü lehâ vehiye żâlimetün ŝümme eḫaẕtühâ. veileyye-lmeṣîr.
Türkçe:
Nice kent/medeniyet var ki, zulme saptığı halde, ona süre tanıdım. Ama sonra kendisini yakalayıverdim. Dönüş yalnız banadır.
İngilizce:
And to how many populations did I give respite, which were given to wrong-doing? in the end I punished them. To me is the destination (of all).
Fransızca:
A combien de cités n'ai-Je pas donné répit alors qu'elles commettaient des tyrannies ? Ensuite, Je les ai saisies. Vers Moi et le devenir.
Almanca:
Und wie manch eine Ortschaft, der ICH noch längere Zeit gewährte, während (ihre Bewohner) unrecht- 2 begehend waren, dann beseitigte ICH sie, und zu Mir ist dasWerden.
Rusça:
Скольким селениям, которые были несправедливы, Я предоставил отсрочку! Впоследствии Я схватил их, и ко Мне предстоит прибытие.
Arapça:
وَكَأَيِّن مِّن قَرْيَةٍ أَمْلَيْتُ لَهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ ثُمَّ أَخَذْتُهَا وَإِلَيَّ الْمَصِيرُ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Zulmedip dururlarken kendilerine mühlet verdiğim nice memleket halkı vardı ki, sonunda onları yakalayıvermiştim. Dönüş ancak banadır.
Diyanet Vakfı:
Nice ülkeler var ki, zulmedip dururlarken onlara mühlet verdim. Sonunda onları yakaladım. Dönüş yalnız banadır.

ḳul yâ eyyühe-nnâsü innemâ ene leküm neẕîrum mübîn.
Türkçe:
De ki: "Ey insanlar, ben sizin için, açıklayıcı bir uyarıcıdan başkası değilim."
İngilizce:
Say: "O men! I am (sent) to you only to give a Clear Warning:
Fransızca:
Dis : "ô hommes ! Je ne suis pour vous, en vérité, qu'un avertisseur explicite".
Almanca:
Sag: "Ihr Menschen! Ich bin für euch nur ein erläuternder Warner."
Rusça:
Скажи: "О люди! Воистину, я для вас - предостерегающий и разъясняющий увещеватель".
Arapça:
قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّمَا أَنَا لَكُمْ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Habîbim!) De ki: "Ey insanlar! Ben size ancak apaçık anlatan bir uyarıcıyım."
Diyanet Vakfı:
De ki: Ey insanlar! Ben ancak sizin için apaçık bir uyarıcıyım.

felleẕîne âmenû ve`amilu-ṣṣâliḥâti lehüm magfiratüv verizḳun kerîm.
Türkçe:
İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlar için bir bağışlanma ve bol bir rızık vardır.
İngilizce:
Those who believe and work righteousness, for them is forgiveness and a sustenance most generous.
Fransızca:
Ceux donc qui croient et font de bonnes oeuvres auront pardon et faveurs généreuses,
Almanca:
Für diejenigen, die den Iman verinnerlicht und gottgefällig Gutes getan haben, sind Vergebung und edles Rizq bestimmt.
Rusça:
Тем, которые уверовали и совершали праведные деяния, уготованы прощение и щедрый удел.
Arapça:
فَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İşte iman edip salih amel işleyenler için hem bir mağfiret, hem de (cennette) tükenmez bir rızık vardır.
Diyanet Vakfı:
İman edip salih ameller işleyen kimseler için mağfiret ve bol rızık vardır.
Pages
