011. Hûd - (Hud) Hud – هود

ülâike-lleẕîne ḫasirû enfüsehüm veḍalle `anhüm mâ kânû yefterûn.

Türkçe:
İşte bunlardır öz benliklerini hüsrana uğratanlar. İftira için kullandıkları şeyler de kendilerini bırakıp kaybolmuştur.
İngilizce:
They are the ones who have lost their own souls: and the (fancies) they invented have left them in the lurch!
Fransızca:
Ce sont ceux-là qui ont causé la perte de leurs propres âmes. Et leurs inventions (idoles) se sont éloignées d'eux.
Almanca:
Diese sind diejenigen, die sich selbst verloren haben und ihnen ist abhanden gekommen, was sie zu erdichten pflegten.
Rusça:
Они потеряли самих себя, и скрылось от них то, что они измышляли.
Arapça:
أُولَٰئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar kendilerine yazık etmiş olan kimselerdir. O iftira edip uydurdukları da kendilerinden yüz çevirip gitmişlerdir.
Diyanet Vakfı:
İşte onlar kendilerini ziyana uğrattılar. Uydurmakta oldukları şeyler de kendilerinden kaybolup gitti.

lâ cerame ennehüm fi-l'âḫirati hümü-l'aḫserûn.

Türkçe:
Hiç kuşku yok ki bunlar, âhirette de hüsranın en beterine uğrayanlar olacaklardır.
İngilizce:
Without a doubt, these are the very ones who will lose most in the Hereafter!
Fransızca:
Ce sont eux, infailliblement, qui dans l'au-delà seront les plus grands perdants.
Almanca:
Zweifellos eindeutig! Sie sind im Jenseits die wirklichen Verlierer.
Rusça:
Нет сомнения в том, что в Последней жизни они понесут самый большой урон.
Arapça:
لَا جَرَمَ أَنَّهُمْ فِي الْآخِرَةِ هُمُ الْأَخْسَرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kesinlikle bunlar ahirette de en ziyade hüsrana uğrayacak olanlardır.
Diyanet Vakfı:
Şüphesiz onlar, ahirette en çok ziyana uğrayanlardır.

inne-lleẕîne âmenû ve`amilu-ṣṣâliḥâti veaḫbetû ilâ rabbihim ülâike aṣḥâbü-lcenneh. hüm fîhâ ḫâlidûn.

Türkçe:
İman edip hayra ve barışa yönelik işler yaparak Rablerine içten bir bağlılıkla boyun eğenlere gelince, onlar cennet halkıdırlar. Sürekli kalacaklardır orada.
İngilizce:
But those who believe and work righteousness, and humble themselves before their Lord,- They will be companions of the gardens, to dwell therein for aye!
Fransızca:
Certes ceux qui croient, font de bonnes oeuvres et s'humilient devant leur Seigneur, voilà les gens du Paradis où ils demeureront éternellement.
Almanca:
Gewiß, diejenigen, die den Iman verinnerlicht, gottgefällig Gutes getan und sich ihrem HERRN gefügt haben, diese sind die Weggenossen der Dschanna. Darin werden sie ewig bleiben.
Rusça:
Воистину, те, которые уверовали, вершили добрые деяния и были смиренны пред своим Господом, будут обитателями Рая и пребудут там вечно.
Arapça:
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَأَخْبَتُوا إِلَىٰ رَبِّهِمْ أُولَٰئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ ۖ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Fakat iman edip salih amel işleyenler ve Rablerine karşı edepli olanlar, güvenen ve itaat edenler var ya, işte bunlar da cennet ehlidirler. Onlar orada ebedi kalırlar.
Diyanet Vakfı:
İnanıp da güzel işler yapan ve Rablerine gönülden boyun eğenlere gelince, işte onlar cennet ehlidir. Onlar orada ebedi kalırlar.

meŝelü-lferîḳayni kel'a`mâ vel'eṣammi velbeṣîri vessemî`. hel yesteviyâni meŝelâ. efelâ teẕekkerûn.

Türkçe:
Bu iki topluluğun durumu körle sağır, görenle işiten farkına benzer. Örnek olarak bu ikisi bir olur mu? Hâlâ düşünüp taşınıyor musunuz?
İngilizce:
These two kinds (of men) may be compared to the blind and deaf, and those who can see and hear well. Are they equal when compared? Will ye not then take heed?
Fransızca:
Les deux groupes ressemblent, l'un à l'aveugle et au sourd, l'autre à celui qui voit et qui entend. Les deux sont-ils comparativement égaux ? Ne vous souvenez-vous pas ?
Almanca:
Das Gleichnis beider Parteien ähnelt einem Blinden und Tauben und einem Sehenden und Hörenden. Sind beide im Gleichnis etwa gleich?! Besinnt ihr euch etwa nicht?!
Rusça:
Эти две группы подобны слепому и глухому и зрячему и слышащему. Разве можно их сравнить друг с другом? Неужели вы не помяните назидание?
Arapça:
۞ مَثَلُ الْفَرِيقَيْنِ كَالْأَعْمَىٰ وَالْأَصَمِّ وَالْبَصِيرِ وَالسَّمِيعِ ۚ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلًا ۚ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bu iki ayrı grubun meseli, kör ve sağır ile gören ve işiten gibidir. Bunlar hiç eşit olabilirler mi? Hâlâ düşünmeyecek misiniz?
Diyanet Vakfı:
Bu iki zümrenin (müminlerle kafirlerin) durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların hali hiç eşit olur mu? Hala ibret almıyor musunuz?

veleḳad erselnâ nûḥan ilâ ḳavmih. innî leküm neẕîrum mübîn.

Türkçe:
Yemin olsun biz, Nûh'u da toplumuna resul olarak göndermiştik. "Ben sizin için açık bir uyarıcıyım."
İngilizce:
We sent Noah to his people (with a mission): "I have come to you with a Clear Warning:
Fransızca:
Nous avons déjà envoyé Noé à son peuple : "Je suis pour vous un avertisseur explicite
Almanca:
Und gewiß, bereits entsandten WIR Nuh zu seinen Leuten: "Gewiß, ich bin für euch ein erklärender Ermahner,
Rusça:
Мы отправили Нуха (Ноя) к его народу: "Воистину, я для вас - разъясняющий и предостерегающий увещеватель.
Arapça:
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَىٰ قَوْمِهِ إِنِّي لَكُمْ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Andolsun ki, vaktiyle Nuh'u da kavmine gönderdik, O, onlara şöyle dedi: "Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım."
Diyanet Vakfı:
Andolsun, biz Nuh'u kavmine elçi gönderdik. Onlara: "Ben (dedi), sizin için apaçık bir uyarıcıyım.

el lâ ta`büdû ille-llâh. innî eḫâfü `aleyküm `aẕâbe yevmin elîm.

Türkçe:
"Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Korkunç bir gününün azabına uğramanızdan korkuyorum." demişti de,
İngilizce:
That ye serve none but Allah: Verily I do fear for you the penalty of a grievous day.
Fransızca:
afin que vous n'adoriez qu'Allah. Je crains pour vous le châtiment d'un jour douloureux".
Almanca:
daß ihr nichts außer ALLAH dient. Gewiß, ich fürchte um euch die Peinigung eines qualvollen Tages."
Rusça:
Не поклоняйтесь никому, кроме Аллаха, ибо я боюсь, что вас подвергнут страданиям в Мучительный день".
Arapça:
أَن لَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ ۖ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ أَلِيمٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah'dan başkasına ibadet etmeyin! Ben, size gelecek acı bir günün azabından korkarım.
Diyanet Vakfı:
Allah'tan başkasına tapmayın! Ben, size (gelecek) elem verici bir günün azabından korkuyorum."

feḳâle-lmeleü-lleẕîne keferû min ḳavmihî mâ nerâke illâ beşeram miŝlenâ vemâ nerâke-ttebe`ake ille-lleẕîne hüm erâẕilünâ bâdiye-rra'y. vemâ nerâ leküm `aleynâ min faḍlim bel neżunnüküm kâẕibîn.

Türkçe:
Toplumunun küfre sapanlarından bir grup kodaman şöyle konuşmuştu: "Bize göre sen, bizim gibi bir insandan başkası değilsin. Bakıyoruz sana, ayak takımımızın basit görüşlü insanlarından başkası ardına düşmüyor. Sizin bize hiçbir üstünlüğünüzün olduğuna inanmıyoruz. Aksine, sizi yalancılar sayıyoruz."
İngilizce:
But the chiefs of the Unbelievers among his people said: "We see (in) thee nothing but a man like ourselves: Nor do we see that any follow thee but the meanest among us, in judgment immature: Nor do we see in you (all) any merit above us: in fact we thing ye are liars!"
Fransızca:
Les notables de son peuple qui avaient mécru, dirent alors : "Nous ne voyons en toi qu'un homme comme nous; et nous voyons que ce sont seulement les vils parmi nous qui te suivent sans réfléchir; et nous ne voyons en vous aucune supériorité sur nous. Plutôt, nous pensons que vous êtes des menteurs".
Almanca:
Dann sagten die Entscheidungsträger unter seinen Leuten, die Kufr betrieben haben: "Wir sehen dich nur als einen Menschen wie uns und sehen, daß dir nur diejenigen Unbedeutenden unter uns Hals über Kopf gefolgt sind, und wir sehen nicht, daß ihr uns gegenüber in irgendeiner Weise Verdienste habt. Nein, sondern wir glauben, daß ihr Lügner 1 seid!"
Rusça:
Знатные люди его народа, которые не уверовали, сказали: "Мы видим, что ты - такой же человек, как и мы. Мы также видим, что за тобой пошли только самые ничтожные из нас, но даже они последовали за тобой, не поразмыслив. Мы не видим, чтобы вы чем-либо превосходили нас. Напротив, мы считаем вас лжецами".
Arapça:
فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِن قَوْمِهِ مَا نَرَاكَ إِلَّا بَشَرًا مِّثْلَنَا وَمَا نَرَاكَ اتَّبَعَكَ إِلَّا الَّذِينَ هُمْ أَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِ وَمَا نَرَىٰ لَكُمْ عَلَيْنَا مِن فَضْلٍ بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِبِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Buna karşılık, kavminin ileri gelen kâfirlerinden bir kısmı dediler ki: "Biz seni bizim gibi insanlardan biri olarak görüyoruz, başka değil. İlk bakışta bizim ayak takımımızdan başkasının senin arkana düştüğünü görmüyoruz. Sizin bizden fazla bir meziyetinizi de görmüyoruz. Aksine sizi yalancılar sanıyoruz."
Diyanet Vakfı:
Kavminden ileri gelen kafirler dediler ki: "Biz seni sadece bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz."

ḳâle yâ ḳavmi era'eytüm in küntü `alâ beyyinetim mir rabbî veâtânî raḥmetem min `indihî fe`ummiyet `aleyküm. enülzimükümûhâ veentüm lehâ kârihûn.

Türkçe:
Nûh dedi ki: "Ey toplumum! Bir düşünün! Ya ben Rabbimden gelen bir beyyine üzerindeysem; katından bana bir rahmet vermiş de o rahmet sizin gözlerinizden saklanmışsa! Siz ona tiksintiyle bakarken, biz sizi ona zorla mı ulaştıracağız?"
İngilizce:
He said: "O my people! See ye if (it be that) I have a Clear Sign from my Lord, and that He hath sent Mercy unto me from His own presence, but that the Mercy hath been obscured from your sight? shall we compel you to accept it when ye are averse to it?
Fransızca:
Il dit : "ô mon peuple ! Que vous en semble ? Si je me conforme à une preuve de mon Seigneur, si une Miséricorde, (prophétie) échappant à vos yeux, est venue à moi de Sa part, devrons-nous vous l'imposer alors que vous la répugnez ?
Almanca:
Er sagte: "Meine Leute! Wie seht ihr es? Wenn ich über ein eindeutiges Zeichen von meinem HERRN verfüge und ER mir Gnade von Ihm erwies, die euch verborgen blieb, sollen wir diese euch etwa zur Pflicht machen, wenn ihr demgegenüber abgeneigt seid?
Rusça:
Он сказал: "О мой народ! А что, если я опираюсь на доказательство от моего Господа, и Он даровал мне милость от Себя, которая недоступна вашим взорам? Неужели вы полагаете, что мы стали бы принуждать вас к этому при том, что вам это ненавистно?
Arapça:
قَالَ يَا قَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِن كُنتُ عَلَىٰ بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّي وَآتَانِي رَحْمَةً مِّنْ عِندِهِ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْ أَنُلْزِمُكُمُوهَا وَأَنتُمْ لَهَا كَارِهُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Nuh dedi ki; "Ey kavmim! Peki şu söyleyeceğime ne diyeceksiniz? Ben Rabbimden apaçık bir delil üzere isem ve O, bana kendi tarafından bir rahmet bahşetmişse, size de onu görecek göz verilmemişse biz, istemediğiniz halde onu size zorla mı kabul ettireceğiz?"
Diyanet Vakfı:
(Nuh) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından (bildirilen) açık bir delil üzerinde isem ve O bana kendi katından bir rahmet vermiş de bu size gizli tutulmuşsa, buna ne dersiniz? Siz onu istemediğiniz halde biz sizi ona zorlayacak mıyız?

veyâ ḳavmi lâ es'elüküm `aleyhi mâlâ. in ecriye illâ `ale-llâhi vemâ ene biṭâridi-lleẕîne âmenû. innehüm mülâḳû rabbihim velâkinnî erâküm ḳavmen techelûn.

Türkçe:
"Hem ben sizden buna karşı bir mal da istemiyorum. Benim ücretim Allah'tandır. Ama ben iman edenleri paylayıp kovamam. Çünkü onlar Rablerine varacaklar. Ama sizin cehalete batmış bir toplum olduğunuzu görüyorum."
İngilizce:
And O my people! I ask you for no wealth in return: my reward is from none but Allah: But I will not drive away (in contempt) those who believe: for verily they are to meet their Lord, and ye I see are the ignorant ones!
Fransızca:
ô mon peuple, je ne vous demande pas de richesse en retour. Mon salaire n'incombe qu'à Allah. Je ne repousserai point ceux qui ont cru, ils auront à rencontrer leur Seigneur. Mais je vous trouve des gens ignorants .
Almanca:
Meine Leute! Ich verlange von euch dafür kein Vermögen. Mein Lohn obliegt doch nur ALLAH. Und ich werde diejenigen, die den Iman verinnerlicht haben, nicht vertreiben. Gewiß, sie werden ihrem HERRN begegnen. Doch ich sehe, daß ihr Leute seid, die unwissend sind.
Rusça:
О мой народ! Я не прошу у вас за это богатства, ибо вознаградит меня один лишь Аллах. Я не стану прогонять тех, которые уверовали, ибо они собираются встретиться со своим Господом. А вас я считаю людьми невежественными.
Arapça:
وَيَا قَوْمِ لَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مَالًا ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى اللَّهِ ۚ وَمَا أَنَا بِطَارِدِ الَّذِينَ آمَنُوا ۚ إِنَّهُم مُّلَاقُو رَبِّهِمْ وَلَٰكِنِّي أَرَاكُمْ قَوْمًا تَجْهَلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ey kavmim! Ben sizden herhangi bir mal mülk istemiyorum. Benim mükafatım ancak Allah'a aittir. Ve ben ona iman edenleri kovacak değilim. Onlar elbette Rablerine kavuşacaklar. Fakat ben de sizi cahillik eden bir kavim görüyorum.
Diyanet Vakfı:
Ey kavmim! Allah'ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükafatım ancak Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi, bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum.

veyâ ḳavmi mey yenṣurunî mine-llâhi in ṭarattühüm. efelâ teẕekkerûn.

Türkçe:
"Ey toplumum! Eğer ben onları paylayıp kovarsam, Allah'a karşı bana kim yardım edebilir? Hâlâ düşünmüyor musunuz?"
İngilizce:
And O my people! who would help me against Allah if I drove them away? Will ye not then take heed?
Fransızca:
ô mon peuple, qui me secourra contre (la punition d') Allah si je les repousse ? Ne vous souvenez-vous pas ?
Almanca:
Meine Leute! Wer steht mir bei gegen ALLAH, wenn ich sie vertreibe?! Besinnt ihr euch etwa nicht?!
Rusça:
О мой народ! Кто защитит меня от Аллаха, если я прогоню их? Неужели вы не помяните назидание?
Arapça:
وَيَا قَوْمِ مَن يَنصُرُنِي مِنَ اللَّهِ إِن طَرَدتُّهُمْ ۚ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ey kavmim, ben onları etrafımdan kovacak olursam, Allah'dan beni kim kurtarabilir? Siz hiç düşünmez misiniz?
Diyanet Vakfı:
Ey kavmim! Ben onları kovarsam, beni Allah'tan (onun azabından) kim korur? Düşünmüyor musunuz?

Pages

011. Hûd - (Hud) Hud – هود beslemesine abone olun.