
em emintüm ey yü`îdeküm fîhi târaten uḫrâ feyürsile `aleyküm ḳâṣifem mine-rrîḥi feyugriḳaküm bimâ kefertüm ŝümme lâ tecidû leküm `aleynâ bihî tebî`â.
Türkçe:
Yoksa sizi bir kez daha oraya gönderip üstünüze kırıp geçiren bir fırtına salarak, inkâr ettiğinizden dolayı sizi boğmayacağından emin misiniz? Sizin adınıza, bizden bunun öcünü alacak birini de bulamazsınız.
İngilizce:
Or do ye feel secure that He will not send you back a second time to sea and send against you a heavy gale to drown you because of your ingratitude, so that ye find no helper. Therein against Us?
Fransızca:
Ou êtes-vous à l'abri de ce qu'Il vous y ramène (en mer) une autre fois, qu'Il déchaîne contre vous un de ces vents à tout casser, puis qu'Il vous fasse noyer à cause de votre mécréance ? Et alors vous ne trouverez personne pour vous défendre contre Nous !
Almanca:
Oder fühlt ihr euch sicher davor, daß ER euch dorthin (ins Meer) noch einmal zurückkehren läßt, und dann über euch einen Orkan schickt, dann euch ertrinken läßt für das, was ihr an Kufr betrieben habt? Dann findet ihr darin gegen Uns keinen Bestreitenden.
Rusça:
Или же вы уверены в том, что Он не вернет вас в море еще раз, чтобы наслать на вас ураганный ветер и потопить вас за неверие? Ведь тогда никто не станет мстить Нам за вас!
Arapça:
أَمْ أَمِنتُمْ أَن يُعِيدَكُمْ فِيهِ تَارَةً أُخْرَىٰ فَيُرْسِلَ عَلَيْكُمْ قَاصِفًا مِّنَ الرِّيحِ فَيُغْرِقَكُم بِمَا كَفَرْتُمْ ۙ ثُمَّ لَا تَجِدُوا لَكُمْ عَلَيْنَا بِهِ تَبِيعًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yoksa sizi tekrar denize döndürüp de üzerinize kasırgalar göndermeyeceğinden ve böylece ettiğiniz nankörlük sebebiyle sizi boğmayacağından emin misiniz? Sonra bu yaptığımıza karşı, bizim aleyhimize size yardım edecek bir koruyucu bulamazsınız.
Diyanet Vakfı:
Yahut O'nun, sizi bir kez daha oraya (denize) gönderip üzerinize bir kasırga yollayarak, inkar etmiş olmanız sebebiyle sizi boğmayacağından emin misiniz? Sonra, bundan dolayı kendinize (intikamınızı almak için) bizi arayıp soracak bir destekçi de bulamazsınız.

veleḳad kerramnâ benî âdeme veḥamelnâhüm fi-lberri velbaḥri verazaḳnâhüm mine-ṭṭayyibâti vefeḍḍalnâhüm `alâ keŝîrim mimmen ḫalaḳnâ tefḍîlâ.
Türkçe:
Yemin olsun, biz, âdemoğullarını onur ve üstünlükle donattık, onları karada ve denizde binitlerle yükledik. Onları, güzel ve temiz rızıklarla besledik. Ve onları, yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.
İngilizce:
We have honoured the sons of Adam; provided them with transport on land and sea; given them for sustenance things good and pure; and conferred on them special favours, above a great part of our creation.
Fransızca:
Certes, Nous avons honoré les fils d'Adam. Nous les avons transportés sur terre et sur mer, leur avons attribué de bonnes choses comme nourriture, et Nous les avons nettement préférés à plusieurs de Nos créatures.
Almanca:
Und gewiß, bereits verliehen WIR den Kindern Adams Würde, ließen sie auf dem Lande und auf dem Meer tragen, gewährten ihnen Rizq von den Tay-yibat und begünstigten sie gegenüber vielen von denjenigen, die WIR erschufen, in klarer Begünstigung.
Rusça:
Мы почтили сынов Адама и позволяем им передвигаться по суше и морю. Мы наделили их благами и даровали им явное превосходство над многими другими тварями.
Arapça:
۞ وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَىٰ كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Andolsun ki biz, insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Karada ve denizde taşıtlara yükledik ve temiz yiyeceklerden onları rızıklandırdık. Onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.
Diyanet Vakfı:
Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.

yevme ned`û külle ünâsim biimâmihim. femen ûtiye kitâbehû biyemînihî feülâike yaḳraûne kitâbehüm velâ yużlemûne fetîlâ.
Türkçe:
Gün olur, insan gruplarından herbirini kendi önderiyle çağırırız. O gün kitabı kendisine sağdan verilenler, kitaplarını okuyacaklar ve bir kıl kadar haksızlığa uğratılmayacaklar.
İngilizce:
One day We shall call together all human beings with their (respective) Imams: those who are given their record in their right hand will read it (with pleasure), and they will not be dealt with unjustly in the least.
Fransızca:
Le jour où Nous appellerons chaque groupement d'hommes par leur chef , ceux à qui on remettra leur livre dans la main droite liront leur livre (avec plaisir) et ne subiront pas la moindre injustice.
Almanca:
(Erinnere an) den Tag, wenn WIR jede Menschengruppe mit ihrem Imam rufen. Wem sein Register in seine Rechte überreicht wird, diese lesen ihr Register und ihnen wird keinerlei Unrecht zugefügt.
Rusça:
В тот день Мы созовем всех людей вместе с их предводителями. Тогда те, кому книга будет вручена в правую руку, прочтут ее, и к ним не будет проявлено несправедливости даже величиной с финиковую плеву.
Arapça:
يَوْمَ نَدْعُو كُلَّ أُنَاسٍ بِإِمَامِهِمْ ۖ فَمَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَأُولَٰئِكَ يَقْرَءُونَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَتِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kıyamet günü bütün insanları önderleriyle çağıracağız. O gün, kimin amel defteri sağ eline verilirse, işte onlar kitaplarını okuyacaklar ve en küçük bir haksızlığa uğratılmayacaklar.
Diyanet Vakfı:
Her insan topluluğunu önderleri ile birlikte çağıracağımız o günde kimlerin amel defteri sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okuyacaklar.

vemen kâne fî hâẕihî a`mâ fehüve fi-l'âḫirati a`mâ veeḍallü sebîlâ.
Türkçe:
Bu dünyada kör olan, âhirette de kördür. Yolca da daha sapıktır o.
İngilizce:
But those who were blind in this world, will be blind in the hereafter, and most astray from the Path.
Fransızca:
Et quiconque aura été aveugle ici-bas, sera aveugle dans l'au-delà, et sera plus égaré [encore] par rapport à la bonne voie.
Almanca:
Und wer in diesem (Leben geistig) blind war, der bleibt im Jenseits blind und noch mehr vom Weg abirrend.
Rusça:
А кто слеп в этом мире, тот будет также слеп в Последней жизни и окажется еще более заблудшим.
Arapça:
وَمَن كَانَ فِي هَٰذِهِ أَعْمَىٰ فَهُوَ فِي الْآخِرَةِ أَعْمَىٰ وَأَضَلُّ سَبِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Her kim bu dünyada (manen) kör ise ahirette de kördür. Ve gidişçe daha şaşkındır.
Diyanet Vakfı:
Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.

vein kâdû leyeftinûneke `ani-lleẕî evḥaynâ ileyke litefteriye `aleynâ gayrah. veiẕel letteḫaẕûke ḫalîlâ.
Türkçe:
Az kalsın seni, sana vahyettiğimizden uzaklaştırarak ondan gayrısını uydurup bize isnat edesin diye fitneye düşüreceklerdi. İşte o takdirde seni dost edinirlerdi.
İngilizce:
And their purpose was to tempt thee away from that which We had revealed unto thee, to substitute in our name something quite different; (in that case), behold! they would certainly have made thee (their) friend!
Fransızca:
Ils ont failli te détourner de ce que Nous t'avions révélé, [dans l'espoir] qu'à la place de ceci, tu inventes quelque chose d'autre et (l'imputes) à Nous. Et alors, ils t'auraient pris pour ami intime.
Almanca:
Und beinahe hätten sie dich durch Fitna von dem abgebracht, was WIR dir als Wahy zuteil werden ließen, damit du in Unserem Namen anderes erdichtest. Und (hättest du es getan), dann hätten sie dich sicherlich als engen Freund genommen.
Rusça:
Они чуть было не отклонили тебя от того, что Мы дали тебе в откровении, дабы ты выдумал про Нас нечто другое. Вот тогда ты стал бы их возлюбленным.
Arapça:
وَإِن كَادُوا لَيَفْتِنُونَكَ عَنِ الَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ لِتَفْتَرِيَ عَلَيْنَا غَيْرَهُ ۖ وَإِذًا لَّاتَّخَذُوكَ خَلِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Ey Muhammed!) Az kalsın seni bile, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı iftira edesin diye, fitneye düşüreceklerdi ve o takdirde seni dost edineceklerdi.
Diyanet Vakfı:
Müşrikler, sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize isnat etmen için seni, nerdeyse, sana vahyettiğimizden saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi.

velevlâ en ŝebbetnâke leḳad kitte terkenü ileyhim şey'en ḳalîlâ.
Türkçe:
Eğer biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, yemin olsun, onlara birazcık meylediverecektin.
İngilizce:
And had We not given thee strength, thou wouldst nearly have inclined to them a little.
Fransızca:
Et si Nous ne t'avions pas raffermi, tu aurais bien failli t'incliner quelque peu vers eux
Almanca:
Und hätten WIR dich nicht gefestigt, gewiß, bereits wärest du beinahe ihnen 2 ein klein wenig zugeneigt.
Rusça:
Мы поддержали тебя, когда ты готов был уже немного склониться на их сторону.
Arapça:
وَلَوْلَا أَن ثَبَّتْنَاكَ لَقَدْ كِدتَّ تَرْكَنُ إِلَيْهِمْ شَيْئًا قَلِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Eğer biz sana sebat vermemiş olsaydık, nerdeyse sen onlara birazcık meyledecektin.
Diyanet Vakfı:
Eğer seni sebatkar kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin.

iẕel leeẕaḳnâke ḍi`fe-lḥayâti veḍi`fe-lmemâti ŝümme lâ tecidü leke `aleynâ neṣîrâ.
Türkçe:
İşte o zaman sana, hayatın da ölümün de katmerli acılarını tattırdık. Ve bize karşı hiçbir yardımcı da bulamazdın.
İngilizce:
In that case We should have made thee taste an equal portion (of punishment) in this life, and an equal portion in death: and moreover thou wouldst have found none to help thee against Us!
Fransızca:
Alors, Nous t'aurions certes fait goûter le double [supplice] de la vie et le double [supplice] de la mort; et ensuite tu n'aurais pas trouvé de secoureur contre Nous .
Almanca:
Dann hätten WIR dich doch das Zweifache (an Peinigung) im Leben und das Zweifache nach dem Tod erfahren lassen. Dann wirst du für dich gegen Uns keinen Beistehenden finden.
Rusça:
Тогда ты вкусил бы наказание вдвойне в этой жизни и вдвойне после смерти. И тогда никто не стал бы помогать тебе против Нас!
Arapça:
إِذًا لَّأَذَقْنَاكَ ضِعْفَ الْحَيَاةِ وَضِعْفَ الْمَمَاتِ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ عَلَيْنَا نَصِيرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O takdirde, muhakkak hayatın da, ölümün de azabını sana kat kat tattırırdık. Sonra bize karşı kendin için hiçbir yardımcı bulamazdın.
Diyanet Vakfı:
O zaman, hiç şüphesiz sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat kat tattırırdık; sonra bize karşı kendin için bir yardımcı da bulamazdın.

vein kâdû leyestefizzûneke mine-l'arḍi liyuḫricûke minhâ veiẕel lâ yelbeŝûne ḫilâfeke illâ ḳalîlâ.
Türkçe:
Az kalsın bu topraktan çıkarmak için seni sıkıştıracaklardı. Böyle bir durumda onlar orada senin arkandan çok az bir süre kalacaklardı.
İngilizce:
Their purpose was to scare thee off the land, in order to expel thee; but in that case they would not have stayed (therein) after thee, except for a little while.
Fransızca:
En vérité, ils ont failli t'inciter à fuir du pays pour t'en bannir. Mais dans ce cas, ils n'y seraient pas restés longtemps après toi.
Almanca:
Und beinahe hätten sie dich doch im Lande bedrängt, damit sie dich daraus vertreiben können. Und dann würden sie nach dir nur kurz (heil) zurückbleiben,
Rusça:
Они чуть было не изгнали тебя с этой земли под страхом. Но после твоего изгнания они оставались бы там лишь недолго.
Arapça:
وَإِن كَادُوا لَيَسْتَفِزُّونَكَ مِنَ الْأَرْضِ لِيُخْرِجُوكَ مِنْهَا ۖ وَإِذًا لَّا يَلْبَثُونَ خِلَافَكَ إِلَّا قَلِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Ey Muhammed!) Yakında seni yurdundan çıkarmak için, muhakkak ki rahatsız edecekler ve o takdirde onlar da senin ardından pek az kalacaklardır.
Diyanet Vakfı:
Yine onlar, seni yurdundan çıkarmak için nerdeyse dünyayı başına dar getirecekler. O takdirde, senin ardından kendileri de fazla kalamazlar.

sünnete men ḳad erselnâ ḳableke mir rusülinâ velâ tecidü lisünnetinâ taḥvîlâ.
Türkçe:
Senden önce gönderdiğimiz resullerimize uygulanan yöntem de buydu. Sen bizim yol ve yöntemimizde değişme bulamazsın.
İngilizce:
(This was Our) way with the messengers We sent before thee: thou wilt find no change in Our ways.
Fransızca:
Telle fut la règle appliquée par Nous à Nos messagers que nous avons envoyés avant toi. Et tu ne trouveras pas de changement en Notre règle.
Almanca:
nach dem Vorbild derjenigen, die WIR bereits vor dir von Unseren Gesandten entsandten. Und du findest kein Abweichen von dem von Uns statuierten Vorbild.
Rusça:
Так поступали с Нашими посланниками, отправленными до тебя. Ты не найдешь изменений в Наших установлениях.
Arapça:
سُنَّةَ مَن قَدْ أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِن رُّسُلِنَا ۖ وَلَا تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْوِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bu, senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlerimiz hakkındaki sünnetimizdir. Bizim sünnetimizde herhangi bir değişme göremezsin.
Diyanet Vakfı:
Senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki kanun (da budur). Bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik bulamazsın.

eḳimi-ṣṣalâte lidülûki-şşemsi ilâ gaseḳi-lleyli veḳur'âne-lfecr. inne ḳur'âne-lfecri kâne meşhûdâ.
Türkçe:
Güneşin kaymasından/aşağı sarkmasından, gecenin kararmasına kadar namazı/duayı yerine getir. Sabah Kur'an'ını da gözet. Çünkü sabah Kur'an'ı tanıklarca izlenmektedir.
İngilizce:
Establish regular prayers - at the sun's decline till the darkness of the night, and the morning prayer and reading: for the prayer and reading in the morning carry their testimony.
Fransızca:
Accomplis la Salat au déclin du soleil jusqu'à l'obscurité de la nuit, et [fais] aussi la Lecture à l'aube, car la Lecture à l'aube a des témoins .
Almanca:
Verrichte ordnungsgemäß das rituelle Gebet, nachdem die Sonne den Zenit überschritten hat, bis die Nacht ganz dunkel wird, und (rezitiere) den Quran in der Fadschr-Zeit . Gewiß, der Quran in der Fadschr-Zeit wird erlebt.
Rusça:
Совершай намаз с полудня до наступления ночного мрака и читай Коран на рассвете. Воистину, на рассвете Коран читают при свидетелях.
Arapça:
أَقِمِ الصَّلَاةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَىٰ غَسَقِ اللَّيْلِ وَقُرْآنَ الْفَجْرِ ۖ إِنَّ قُرْآنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar (belirli vakitlerde) gereği üzere namazı kıl, bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazında, gece ve gündüz melekleri hazır bulunur.
Diyanet Vakfı:
Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar (belli vakitlerde) namaz kıl; bir de sabah namazını. Çünkü sabah namazı şahitlidir.
Pages
