At-Taubah--التوبة

veminhüm mey yeḳûlü-'ẕel lî velâ teftinnî. elâ fi-lfitneti seḳaṭû. veinne cehenneme lemüḥîṭatüm bilkâfirîn.

Türkçe:
İçlerinden bazısı: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme." der. Dikkat edin, fitnenin ta içine kendileri düşmüşlerdir. Ve cehennem o nankörleri elbete çepeçevre kuşatacaktır.
İngilizce:
Among them is (many) a man who says: "Grant me exemption and draw me not into trial." Have they not fallen into trial already? and indeed Hell surrounds the Unbelievers (on all sides).
Fransızca:
Parmi eux il en est qui dit : "Donne-moi la permission (de rester) et ne me mets pas en tentation." Or, c'est bien dans la tentation qu'ils sont tombés; l'Enfer est tout autour des mécréants .
Almanca:
Und manch einer von ihnen sagt: "Gewähre mir Erlaubnis (zurückzubleiben) und setze mich keiner Fitna aus!" Doch sie sind bereits in die Fitna gefallen. Und gewiß Dschahannam umfaßt unweigerlich die Kafir.
Rusça:
Среди них есть и такой, который говорит: "Позволь мне остаться дома и не искушай меня!" Безусловно, они уже впали в искушение. Воистину, Геенна объемлет неверующих.
Arapça:
وَمِنْهُم مَّن يَقُولُ ائْذَن لِّي وَلَا تَفْتِنِّي ۚ أَلَا فِي الْفِتْنَةِ سَقَطُوا ۗ وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمُحِيطَةٌ بِالْكَافِرِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İçlerinden "Aman bana izin ver, başımı derde sokma" diyen de var. Dikkat et, başlarını asıl kendileri derde soktular. Hiç şüphesiz cehennem, kâfirleri elbette kuşatacaktır.
Diyanet Vakfı:
Onlardan öylesi de var ki: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme" der. Bilesiniz ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Cehennem, kafirleri mutlaka kuşatacaktır.

in tüṣibke ḥasenetün tesü'hüm. vein tüṣibke müṣîbetüy yeḳûlû ḳad eḫaẕnâ emranâ min ḳablü veyetevellev vehüm feriḥûn.

Türkçe:
Sana bir iyilik isabet etse bu onları üzer. Sana bir musibet dokunsa: "İşimizi önceden sağlam tutmuşuz." derler ve kibirli bir sevinçle dönüp giderler.
İngilizce:
If good befalls thee, it grieves them; but if a misfortune befalls thee, they say, "We took indeed our precautions beforehand," and they turn away rejoicing.
Fransızca:
Qu'un bonheur t'atteigne, ça les afflige. Et que t'atteigne un malheur, ils disent : "Heureusement que nous avions pris d'avance nos précautions." Et ils se détournent tout en exultant.
Almanca:
Wenn dich Gutes trifft, mißfällt es ihnen. Und wenn dich Unglück trifft, sagen sie: "Bereits haben wir vorher für uns Vorkehrungen getroffen." Dann wenden sie sich ab, während sie glücklich sind.
Rusça:
Если тебе перепадает благо, это огорчает их. Если же тебя постигает беда, они говорят: "Мы заранее приняли меры предосторожности для себя". И они уходят, забавляясь.
Arapça:
إِن تُصِبْكَ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ ۖ وَإِن تُصِبْكَ مُصِيبَةٌ يَقُولُوا قَدْ أَخَذْنَا أَمْرَنَا مِن قَبْلُ وَيَتَوَلَّوا وَّهُمْ فَرِحُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Eğer sana bir iyilik dokunursa fenalarına gider. Eğer sana bir musibet gelirse "Biz zaten tedbirimizi önceden almıştık." derler ve sevine sevine dönüp giderler.
Diyanet Vakfı:
Eğer sana bir iyilik erişirse, bu onları üzer. Ve eğer başına bir musibet gelirse, "İyi ki biz daha önce tedbirimizi almışız" derler ve böbürlenerek dönüp giderler.

ḳul ley yüṣîbenâ illâ mâ ketebe-llâhü lenâ. hüve mevlânâ. ve`ale-llâhi felyetevekkeli-lmü'minûn.

Türkçe:
De ki onlara: "Hakkımızda Allah'ın yazdığından başkası bize asla ulaşmaz. O'dur bizim Mevlâ'mız. Yalnız Allah'a güvenip dayansın inananlar."
İngilizce:
Say: "Nothing will happen to us except what Allah has decreed for us: He is our protector": and on Allah let the Believers put their trust.
Fransızca:
Dis : "Rien ne nous atteindra, en dehors de ce qu'Allah a prescrit pour nous. Il est notre Protecteur. C'est en Allah que les croyants doivent mettre leur confiance".
Almanca:
Sag: "Uns wird nur das treffen, was ALLAH für uns niedergeschrieben hat. ER ist unser Maula!" Und ALLAH gegenüber sollen die Mumin Tawakkul üben!
Rusça:
Скажи: "Нас постигнет только то, что предписано нам Аллахом. Он - наш Покровитель. И пусть верующие уповают на одного Аллаха".
Arapça:
قُل لَّن يُصِيبَنَا إِلَّا مَا كَتَبَ اللَّهُ لَنَا هُوَ مَوْلَانَا ۚ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
De ki: "Hiçbir zaman bize Allah'ın bizim için takdir ettiğinden başkası dokunmaz. O bizim mevlamızdır. Müminler yalnızca Allah'a tevekkül etsinler."
Diyanet Vakfı:
De ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim mevlamızdır. Onun için müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.

ḳul hel terabbeṣûne binâ illâ iḥde-lḥusneyeyn. venaḥnü neterabbeṣu biküm ey yüṣîbekümü-llâhü bi`aẕâbim min `indihî ev bieydînâ. feterabbeṣû innâ me`aküm müterabbiṣûn.

Türkçe:
De ki: "Bizim için iki güzelliğin birinden başkasını mı bekliyorsunuz? Biz de size Allah'ın, kendi katından veya bizim ellerimizle bir azap çarptırmasını bekliyoruz. Artık bekleyin, sizinle beraber biz de bekliyoruz."
İngilizce:
Say: "Can you expect for us (any fate) other than one of two glorious things- (Martyrdom or victory)? But we can expect for you either that Allah will send his punishment from Himself, or by our hands. So wait (expectant); we too will wait with you."
Fransızca:
Dis : "Qu'attendez-vous pour nous, sinon l'une des deux meilleures choses ? Tandis que ce que nous attendons pour vous, c'est qu'Allah vous inflige un châtiment de Sa part ou par nos mains. Attendez donc ! Nous attendons aussi, avec vous".
Almanca:
Sag: "Erwartet ihr für uns etwas anderes außer eines der beiden Schönen (Sieg oder Schahada fi-sabilillah)?" Und wir erwarten für euch, daß ALLAH euch mit einer Peinigung trifft entweder (direkt) von Sich oder durch uns. Also wartet ab, gewiß, wir warten ebenfalls mit euch ab.
Rusça:
Скажи: "Неужели вы ожидаете, что нам выпадет что-либо, кроме одного из двух благ? Мы тоже ждем, что Аллах поразит вас мучениями от Себя или же накажет вас нашими руками. Ждите, и мы подождем вместе с вами".
Arapça:
قُلْ هَلْ تَرَبَّصُونَ بِنَا إِلَّا إِحْدَى الْحُسْنَيَيْنِ ۖ وَنَحْنُ نَتَرَبَّصُ بِكُمْ أَن يُصِيبَكُمُ اللَّهُ بِعَذَابٍ مِّنْ عِندِهِ أَوْ بِأَيْدِينَا ۖ فَتَرَبَّصُوا إِنَّا مَعَكُم مُّتَرَبِّصُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
De ki: "Siz bizde iki güzelliğin (Zafer veya şehitliğin) birinden başkasını mı gözetirsiniz? Biz ise size Allah'ın kendi katından veya bizim elimizle bir azap indirmesini gözetiyoruz. Haydi siz gözetedurun, biz de sizinle beraber gözetmekteyiz."
Diyanet Vakfı:
De ki: Siz bizim için ancak iki iyilikten birini beklemektesiniz. Biz de, Allah'ın, ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azap vermesini bekliyoruz. Haydi bekleyin; şüphesiz biz de sizinle beraber beklemekteyiz.

ḳul enfiḳû ṭav`an ev kerhel ley yüteḳabbele minküm. inneküm küntüm ḳavmen fâsiḳîn.

Türkçe:
Şunu da söyle: "İster kendi arzunuzla ister baskı ve zorla infak edin; sizden asla kabul edilmeyecektir. Çünkü siz, yoldan çıkan bir topluluk oldunuz."
İngilizce:
Say: "Spend (for the cause) willingly or unwillingly: not from you will it be accepted: for ye are indeed a people rebellious and wicked."
Fransızca:
Dis : "Dépensez bon gré, mal gré : jamais cela ne sera accepté de vous, car vous êtes des gens pervers".
Almanca:
Sag: "Spendet freiwillig oder widerwillig, dies wird von euch nie angenommen. Gewiß, ihr wart fisq-betreibende Leute."
Rusça:
Скажи: "Станете ли вы делать пожертвования по доброй воле или по принуждению - от вас все равно не будет принято, поскольку вы являетесь людьми нечестивыми".
Arapça:
قُلْ أَنفِقُوا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا لَّن يُتَقَبَّلَ مِنكُمْ ۖ إِنَّكُمْ كُنتُمْ قَوْمًا فَاسِقِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O münafıklara şunu da de ki; gerek isteyerek, gerek istemeyerek infak edip durun. O infak ettikleriniz sizden hiçbir zaman kabul edilmeyecektir. Çünkü siz fasık bir kavimsiniz.
Diyanet Vakfı:
De ki: İster gönüllü verin ister gönülsüz, sizden (sadaka) asla kabul olunmayacaktır. Çünkü siz yoldan çıkan bir topluluk oldunuz.

vemâ mene`ahüm en tuḳbele minhüm nefeḳâtühüm illâ ennehüm keferû billâhi vebirasûlihî velâ ye'tûne-ṣṣalâte illâ vehüm küsâlâ velâ yünfiḳûne illâ vehüm kârihûn.

Türkçe:
İnfaklarının onlardan kabul edilmesini engelleyen sadece şudur: Onlar, Allah'a ve resulüne nankörlük ettiler. Namaza/duaya ancak üşene üşene gelirler, infak edip dağıttıklarını da içlerinden gelmeyerek verirler.
İngilizce:
The only reasons why their contributions are not accepted are: that they reject Allah and His Messenger; that they come to prayer without earnestness; and that they offer contributions unwillingly.
Fransızca:
Ce qui empêche leurs dons d'être agréés, c'est le fait qu'ils n'ont pas cru en Allah et Son messager, qu'ils ne se rendent à la Salat que paresseusement, et qu'ils ne dépensent (dans les bonnes oeuvres) qu'à contrecœur.
Almanca:
Und nichts stand ihnen im Wege, damit ihre Spenden angenommen werden, außer daß sie Kufr ALLAH und Seinem Gesandten gegenüber betrieben haben, zum rituellen Gebet nur widerstrebend kommen und nur spenden, während sie dem abgeneigt sind.
Rusça:
Тому, чтобы их пожертвования были приняты, мешает только то, что они не веруют в Аллаха и Его Посланника, лениво совершают намаз и нехотя делают пожертвования.
Arapça:
وَمَا مَنَعَهُمْ أَن تُقْبَلَ مِنْهُمْ نَفَقَاتُهُمْ إِلَّا أَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللَّهِ وَبِرَسُولِهِ وَلَا يَأْتُونَ الصَّلَاةَ إِلَّا وَهُمْ كُسَالَىٰ وَلَا يُنفِقُونَ إِلَّا وَهُمْ كَارِهُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İnfakların onlardan kabul olunmamasına sebep, gerçekte Allah'a ve Resulüne inanmamaları, namaza ancak üşene üşene gelmeleri, verdiklerini de ancak istemeye istemeye vermeleridir.
Diyanet Vakfı:
Onların harcamalarının kabul edilmesini engelleyen, onların Allah ve Resulünü inkar etmeleri, namaza ancak üşenerek gelmeleri ve istemeyerek harcamalarından başka bir şey değildir.

felâ tü`cibke emvâlühüm velâ evlâdühüm. innemâ yürîdü-llâhü liyü`aẕẕibehüm bihâ fi-lḥayâti-ddünyâ vetezheḳa enfüsühüm vehüm kâfirûn.

Türkçe:
Onların malları da evlatları da seni imrendirmesin. İş sadece şudur: Allah onlara şu iğreti hayatta azap etmeyi ve canlarının küfre sapmış bir halde çıkmasını istiyor.
İngilizce:
Let not their wealth nor their (following in) sons dazzle thee: in reality Allah's plan is to punish them with these things in this life, and that their souls may perish in their (very) denial of Allah.
Fransızca:
Que leurs biens et leurs enfants ne t'émerveillent point ! Allah ne veut par là que les châtier dans la vie présente, et que (les voir) rendre péniblement l'âme en état de mécréance.
Almanca:
Also finde keinen Gefallen weder an ihrem Vermögen noch an ihren Kindern! ALLAH will sie damit im diesseitigen Leben doch nur peinigen und (will), daß ihre Seelen (ihren Körper) beschwerlich verlassen, während sie noch Kafir sind.
Rusça:
Пусть не восхищают тебя их имущество и дети. Аллах желает только наказать их детьми и имуществом в мирской жизни, дабы они расстались со своими душами неверующими.
Arapça:
فَلَا تُعْجِبْكَ أَمْوَالُهُمْ وَلَا أَوْلَادُهُمْ ۚ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُعَذِّبَهُم بِهَا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ أَنفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onların malları da, evlatları da sakın seni imrendirmesin. Bu olsa olsa, Allah'ın onları dünya hayatında bu gibi şeylerle azaba uğratmasından ve canlarının kâfir olarak çıkmasını murat etmiş olmasından başka birşey değildir.
Diyanet Vakfı:
(Ey Muhammed!) Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla, ancak dünya hayatında onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kafir olarak canlarının çıkmasını istiyor.

veyaḥlifûne billâhi innehüm leminküm. vemâ hüm minküm velâkinnehüm ḳavmüy yefraḳûn.

Türkçe:
Kesinlikle sizden oldukları yolunda Allah'a yemin ederler. Gerçekte onlar sizden değillerdir. Doğrusu şu ki onlar, ödleri patlayasıya korkan bir topluluktur.
İngilizce:
They swear by Allah that they are indeed of you; but they are not of you: yet they are afraid (to appear in their true colours).
Fransızca:
Et ils (les hypocrites) jurent par Allah qu'ils sont vraiment des vôtres; alors qu'ils ne le sont pas. Mais ce sont des gens peureux.
Almanca:
Und sie schwören bei ALLAH: "Gewiß sie seien doch von euch", obwohl sie nicht zu euch gehören. Doch diese sind Leute, die Angst (vor euch) haben.
Rusça:
Они клянутся Аллахом, что принадлежат к вам. Однако они не принадлежат к вам. Напротив, они - боязливые люди.
Arapça:
وَيَحْلِفُونَ بِاللَّهِ إِنَّهُمْ لَمِنكُمْ وَمَا هُم مِّنكُمْ وَلَٰكِنَّهُمْ قَوْمٌ يَفْرَقُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hiç şüphesiz onlar, sizden olduklarına dair yemin de ederler. Halbuki sizden değildirler. Fakat onlar öyle bir kavimdirler ki, korkudan ödleri patlıyor.
Diyanet Vakfı:
(0 münafıklar) mutlaka sizden olduklarına dair Allah'a yemin ederler. Halbuki onlar sizden değillerdir, fakat onlar (kılıçlarınızdan) korkan bir toplumdur.

lev yecidûne melceen ev megârâtin ev müddeḫalel levellev ileyhi vehüm yecmeḥûn.

Türkçe:
Eğer bir sığınak yahut bazı mağaralar veya girilecek bir delik bulsalar, yüzlerini döner o tarafa koşarlardı.
İngilizce:
If they could find a place to flee to, or caves, or a place of concealment, they would turn straightaway thereto, with an obstinate rush.
Fransızca:
S'ils trouvaient un refuge, des cavernes ou un souterrain, ils s'y tourneraient donc et s'y précipiteraient à bride abattue.
Almanca:
Würden sie einen Zufluchtsort, Höhlen oder Unterschlupf finden, gewiß würden sie sich dorthin begeben, während sie überhastig sind.
Rusça:
Если бы они нашли убежище, пещеру или укрытие, то они поспешно направились бы туда.
Arapça:
لَوْ يَجِدُونَ مَلْجَأً أَوْ مَغَارَاتٍ أَوْ مُدَّخَلًا لَّوَلَّوْا إِلَيْهِ وَهُمْ يَجْمَحُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Eğer sığınacak bir yer veya barınacak mağaralar veyahut girilecek bir delik bulsalardı başlarını diker o tarafa doğru koşarlardı.
Diyanet Vakfı:
Eğer sığınacak bir yer yahut (barınabilecek) mağaralar veya (sokulabilecek) bir delik bulsalardı, koşarak o tarafa yönelip giderlerdi.

veminhüm mey yelmizüke fi-ṣṣadeḳât. fein ü`ṭû minhâ raḍû veil lem yü`ṭav minhâ iẕâ hüm yesḫaṭûn.

Türkçe:
İçlerinden bir kısmı da sadakalar konusunda sana laf dokundurur. Ondan kendilerine verilmişse memnun olurlar. Verilmemişse hemen öfkelenirler.
İngilizce:
And among them are men who slander thee in the matter of (the distribution of) the alms: if they are given part thereof, they are pleased, but if not, behold! they are indignant!
Fransızca:
Il en est parmi eux qui te critiquent au sujet des Sadaqats : s'il leur en est donné, les voilà contents; mais s'il ne leur en est pas donné, les voilà pleins de rancœur.
Almanca:
Und manche von ihnen bezichtigen dich (ungerechter Verteilung) der Sadaqa . Doch würde ihnen davon etwas gegeben, wären sie zufrieden. Aber wenn ihnen davon nichts gegeben wird, so sind sie wütend.
Rusça:
Среди них есть такие, которые обвиняют тебя из-за милостыни. Если им достается что-либо из милостыни, то они остаются довольны, если же им ничего не достается, то они сердятся.
Arapça:
وَمِنْهُم مَّن يَلْمِزُكَ فِي الصَّدَقَاتِ فَإِنْ أُعْطُوا مِنْهَا رَضُوا وَإِن لَّمْ يُعْطَوْا مِنْهَا إِذَا هُمْ يَسْخَطُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İçlerinde (topladığın) sadakalar hakkında sana tariz eden (dil uzatan) ler de var. Eğer o sadakalardan kendilerine verilmişse hoşnut olurlar, verilmemişse hemen kızarlar.
Diyanet Vakfı:
Onlardan sadakaların (taksimi) hususunda seni ayıplayanlar da vardır. Sadakalardan onlara da (bir pay) verilirse razı olurlar, şayet onlara sadakalardan verilmezse hemen kızarlar.

Pages

At-Taubah--التوبة beslemesine abone olun.