
ḳâle hâülâi benâtî in küntüm fâ`ilîn.
Türkçe:
Lût dedi: "Eğer bir şey yapacaksanız, işte kızlarım!"
İngilizce:
He said: "There are my daughters (to marry), if ye must act (so)."
Fransızca:
Il dit : "Voici mes filles , si vous voulez faire [quelque chose] ! "
Almanca:
Er sagte: "(Heiratet) diese meine Töchter, solltet ihr es tun wollen."
Rusça:
Он сказал: "Вот мои дочери, если вы хотите этого".
Arapça:
قَالَ هَٰؤُلَاءِ بَنَاتِي إِن كُنتُمْ فَاعِلِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Lût şöyle dedi: "İşte kızlarım! Düşündüğünüzü yapacaksanız (onlarla evlenin).
Diyanet Vakfı:
(Lut:) İşte kızlarım! (Düşündüğünüzü) yapacaksanız (onlarla evlenin), dedi.

le`amruke innehüm lefî sekratihim ya`mehûn.
Türkçe:
Senin ömrüne yemin olsun ki onlar, kendi sersemlikleri içinde bocalıyorlardı.
İngilizce:
Verily, by thy life (O Prophet), in their wild intoxication, they wander in distraction, to and fro.
Fransızca:
Par ta vie ! ils se confondaient dans leur délire.
Almanca:
- Mein Schwur bei deinem Leben: sie sind durch ihr heftiges Verlangen verwirrt -
Rusça:
Клянусь твоей жизнью! Они слепо блуждали, опьяненные.
Arapça:
لَعَمْرُكَ إِنَّهُمْ لَفِي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Resulüm! Ömrüne yemin olsun ki gerçekten onlar, sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlardı.
Diyanet Vakfı:
(Resulüm!) Hayatın hakkı için onlar, sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı.

feeḫaẕethümu-ṣṣayḥatü müşriḳîn.
Türkçe:
Nihayet o korkunç titreşimli ses, onları güneş doğarken yakaladı.
İngilizce:
But the (mighty) Blast overtook them before morning,
Fransızca:
Alors, au lever du soleil le Cri (la catastrophe) les saisit.
Almanca:
So richtete sie ein Vernichtungsschrei beim Sonnenaufgang zugrunde.
Rusça:
А на восходе солнца их поразил вопль.
Arapça:
فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِقِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Güneş doğarken o korkunç çığlık onları yakaladı.
Diyanet Vakfı:
Güneş doğarken onları o korkunç ses yakaladı.

fece`alnâ `âliyehâ sâfilehâ veemṭarnâ `aleyhim ḥicâratem min siccîl.
Türkçe:
O kentin üstünü altına getirdik/üst düzeydekileri alt düzeye indirdik. Ve üzerlerine pişmiş çamurdan taşlar yağdırdık.
İngilizce:
And We turned (the cities) upside down, and rained down on them brimstones hard as baked clay.
Fransızca:
Et Nous renversâmes [la ville] de fond en comble et fîmes pleuvoir sur eux des pierres d'argile dure.
Almanca:
Dann kehrten WIR ihr Oberstes zuunterst und ließen über sie Steine von Sidsch-dschil hageln.
Rusça:
Мы перевернули город вверх дном и обрушили на них каменья из обожженной глины.
Arapça:
فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِّن سِجِّيلٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Biz, onların şehirlerinin üstünü altına geçirdik ve üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.
Diyanet Vakfı:
Böylece ülkelerinin üstünü altına getirdik. Üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.

inne fî ẕâlike leâyâtil lilmütevessimîn.
Türkçe:
Hiç kuşkusuz, bunda, işaretlerden anlam çıkaranlar için ibretler vardır.
İngilizce:
Behold! in this are Signs for those who by tokens do understand.
Fransızca:
Voilà vraiment des preuves, pour ceux qui savent observer !
Almanca:
Gewiß, darin sind zweifelsohne Ayat für die scharfsinnigen Beobachter.
Rusça:
Воистину, в этом - знамения для зрячих.
Arapça:
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّلْمُتَوَسِّمِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Gerçekten bunda, düşünen keskin anlayışlılar için ibretler vardır.
Diyanet Vakfı:
İşte bunda ibret alanlar için işaretler vardır.

veinnehâ lebisebîlim müḳîm.
Türkçe:
O kentin izleri/işaretleri, hâlâ işleyen bir yol üzerindedir.
İngilizce:
And the (cities were) right on the high-road.
Fransızca:
Elle [cette ville] se trouvait sur un chemin connu de tous .
Almanca:
Und sie (die Ortschaft) liegt doch an einem noch bestehenden Weg.
Rusça:
Воистину, они жили прямо на дороге из Мекки в Сирию.
Arapça:
وَإِنَّهَا لَبِسَبِيلٍ مُّقِيمٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hem o Lût kavminin bulunduğu şehir harabesi bir yol üzerinde bulunmaktadır.
Diyanet Vakfı:
Onlar hala gözler önünde duran bir yol üzerindedirler.

inne fî ẕâlike leâyetel lilmü'minîn.
Türkçe:
İnananlar için bunda elbette bir ibret vardır.
İngilizce:
Behold! in this is a sign for those who believed.
Fransızca:
Voilà vraiment une exhortation pour les croyants !
Almanca:
Gewiß, darin ist zweifellos eine Aya für die Mumin.
Rusça:
Воистину, в этом - знамение для верующих.
Arapça:
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِّلْمُؤْمِنِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Şüphesiz ki, bunda iman edenler için bir ibret vardır.
Diyanet Vakfı:
Hakikaten bunda iman edenler için bir ibret vardır.

vein kâne aṣḥâbü-l'eyketi leżâlimîn.
Türkçe:
Eyke halkı da gerçekten zalim insanlardı.
İngilizce:
And the Companions of the Wood were also wrong-doers;
Fransızca:
Et les habitants d'al-Aïka étaient [aussi] des injustes.
Almanca:
Und die Bewohner von Al-aika waren zweifelsohne Unrecht-Begehende.
Rusça:
Жители Айки также были беззаконниками.
Arapça:
وَإِن كَانَ أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ لَظَالِمِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Eyke halkı da gerçekten zalimlerdi.
Diyanet Vakfı:
Eyke halkı da gerçekten zalim idiler.

fenteḳamnâ minhüm. veinnehümâ lebiimâmim mübîn.
Türkçe:
Onlardan intikam aldık. Her ikisi önde, belirgin bir biçimde durmaktadır.
İngilizce:
So We exacted retribution from them. They were both on an open highway, plain to see.
Fransızca:
Nous Nous sommes donc vengés d'eux. Et ces deux [cités] , vraiment, sont sur une route bien évidente [que vous connaissez].
Almanca:
So übten WIR an ihnen Vergeltung. Und beide (Ortschaften) lagen doch an einem bekannten Weg.
Rusça:
Мы отомстили им. Воистину, оба эти поселения находились на ясной дороге.
Arapça:
فَانتَقَمْنَا مِنْهُمْ وَإِنَّهُمَا لَبِإِمَامٍ مُّبِينٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Biz Eyke halkından da intikâm aldık. İkisi de (Eyke ve Medyen) açık bir yol üzerindedir.
Diyanet Vakfı:
Biz onlardan da intikam aldık. İkisi de (Eyke ve Medyen) açık bir yol üzerindedir.

veleḳad keẕẕebe aṣḥâbü-lḥicri-lmürselîn.
Türkçe:
Yemin olsun, Hicr halkı da gönderilen elçileri yalanladı.
İngilizce:
The Companions of the Rocky Tract also rejected the messengers:
Fransızca:
Certes, les gens d'al-Hijr ont traité de menteurs les messagers.
Almanca:
Und gewiß, bereits haben die Bewohner von Al-hidschr den Gesandten der Lüge bezichtigt.
Rusça:
Жители Хиджра тоже сочли лжецами посланников.
Arapça:
وَلَقَدْ كَذَّبَ أَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَلِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Şüphesiz ki, Hıcr halkı da peygamberleri yalanladılar.
Diyanet Vakfı:
Andolsun, Hicr halkı da peygamberleri yalanlamıştı.
Pages
