Al-Ankaboot—العنكبوت

bel hüve âyâtüm beyyinâtün fî ṣudûri-lleẕîne ûtü-l`ilm. vemâ yecḥadü biâyâtinâ ille-żżâlimûn.

Türkçe:
Hayır, o, kendilerine ilim verilenlerin göğüsleri içinde ayan-beyan ayetlerdir. Bizim ayetlerimizi, zalimlerden başka kimse inkâr etmez.
İngilizce:
Nay, here are Signs self-evident in the hearts of those endowed with knowledge: and none but the unjust reject Our Signs.
Fransızca:
Il consiste plutôt en des versets évidents, (préservés) dans les poitrines de ceux à qui le savoir a été donné. Et seuls les injustes renient Nos versets.
Almanca:
Nein, sondern er besteht aus klaren Ayat, die in den Brüsten derjenigen sind, denen das Wissen zuteil wurde. Und Unsere Ayat leugnen nur die Unrecht-Begehenden ab!
Rusça:
Напротив, это - ясные аяты в груди тех, кому даровано знание, и только беззаконники отвергают Наши знамения.
Arapça:
بَلْ هُوَ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ فِي صُدُورِ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ ۚ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا الظَّالِمُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hayır, o (Kur'ân), kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde (yer eden) apaçık âyetlerdir. Ayetlerimizi ancak ve ancak zalimler bile bile inkâr eder.
Diyanet Vakfı:
Hayır, o (Kur'an), kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde (yer eden) apaçık ayetlerdir. Âyetlerimizi, ancak zalimler bile bile inkar eder.

veḳâlû levlâ ünzile `aleyhi âyâtüm mir rabbih. ḳul inneme-l'âyâtü `inde-llâh. veinnemâ ene neẕîrum mübîn.

Türkçe:
Dediler ki: "Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!" De ki: "Mucizeler Allah katındadır. Bana gelince, ben açıkça uyaran biriyim. Hepsi bu."
İngilizce:
Ye they say: "Why are not Signs sent down to him from his Lord?" Say: "The signs are indeed with Allah: and I am indeed a clear Warner."
Fransızca:
Et ils dirent : "Pourquoi n'a-t-on pas fait descendre sur lui des prodiges de la part de son Seigneur ? " Dis : "Les prodiges sont auprès d'Allah. Moi, je ne suis qu'un avertisseur bien clair".
Almanca:
Und sie sagten: "Würden ihm doch Ayat von seinem HERRN hinabgesandt!" Sag: "Die Ayat sind nur bei ALLAH und ich bin doch nur ein erläuternder Warner."
Rusça:
Они говорят: "Почему ему не ниспосланы знамения от его Господа?" Скажи: "Воистину, знамения - у Аллаха, а я - всего лишь предостерегающий и разъясняющий увещеватель".
Arapça:
وَقَالُوا لَوْلَا أُنزِلَ عَلَيْهِ آيَاتٌ مِّن رَّبِّهِ ۖ قُلْ إِنَّمَا الْآيَاتُ عِندَ اللَّهِ وَإِنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُّبِينٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ona Rabbinden (başkaca) mucize indirilmeli değil miydi? derler. Cevaben de ki: "Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım."
Diyanet Vakfı:
"Ona Rabbinden (başkaca) mucizeler indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.

evelem yekfihim ennâ enzelnâ `aleyke-lkitâbe yütlâ `aleyhim. inne fî ẕâlike leraḥmetev veẕikrâ liḳavmiy yü'minûn.

Türkçe:
Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır.
İngilizce:
And is it not enough for them that we have sent down to thee the Book which is rehearsed to them? Verily, in it is Mercy and a Reminder to those who believe.
Fransızca:
Ne leur suffit-il donc point que Nous ayons fait descendre sur toi le Livre et qu'il leur soit récité ? Il y a assurément là une miséricorde et un rappel pour des gens qui croient.
Almanca:
War es ihnen denn nicht genug, daßWIR dir die Schrift hinabsandten, die ihnen vorgetragen wird?! Gewiß, darin ist doch Gnade und Ermahnung für Leute, die den Iman verinnerlichen.
Rusça:
Неужели им не достаточно того, что Мы ниспослали тебе Писание, которое им читается? Воистину, в этом - милость и напоминание для верующих людей.
Arapça:
أَوَلَمْ يَكْفِهِمْ أَنَّا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ يُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَرَحْمَةً وَذِكْرَىٰ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Sana indirdiğimiz ve onlara okunmakta olan kitap, kendilerine yetmedi mi? Bunda iman edecek bir kavim için elbette bir rahmet ve öğüt vardır.
Diyanet Vakfı:
Kendilerine okunmakta olan Kitab'ı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır.

ḳul kefâ billâhi beynî vebeyneküm şehîdâ. ya`lemü mâ fi-ssemâvâti vel'arḍ. velleẕîne âmenû bilbâṭili vekeferû billâhi ülâike hümü-lḫâsirûn.

Türkçe:
De ki: "Sizinle benim aramda tanık olarak Allah yeter. Göklerde ne var, yerde ne var biliyor O. Bâtıla iman edip Allah'ı inkâr edenlere gelince, işte onlar hüsrana uğramışların ta kendileridir."
İngilizce:
Say: "Enough is Allah for a witness between me and you: He knows what is in the heavens and on earth. And it is those who believe in vanities and reject Allah, that will perish (in the end).
Fransızca:
Dis : "Allah suffit comme témoin entre moi et vous". Il sait ce qui est dans les cieux et la terre. Et quant à ceux qui croient au faux et ne croient pas en Allah, ceux-là seront les perdants.
Almanca:
Sag: "ALLAH genügt zwischen mir und euch als Zeuge. ER weiß, was in den Himmeln und auf Erden ist." Und diejenigen, die den Iman an das für nichtig Erklärte verinnerlichten und Kufr ALLAH gegenüber betrieben, diese sind die eigentlichen Verlierer.
Rusça:
Скажи: "Довольно того, что Аллах является Свидетелем между мною и вами. Он знает то, что на небесах и на земле. Те же, которые уверовали в ложь и не уверовали в Аллаха, непременно окажутся в убытке".
Arapça:
قُلْ كَفَىٰ بِاللَّهِ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ شَهِيدًا ۖ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۗ وَالَّذِينَ آمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللَّهِ أُولَٰئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde ne varsa bilir. Batıla inanıp inkâr edenler var ya, işte ziyana uğrayacaklar onlardır.
Diyanet Vakfı:
De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde ne varsa bilir. Batıla inanıp Allah'ı inkar edenler (var ya), işte ziyana uğrayacaklar onlardır.

veyesta`cilûneke bil`aẕâb. velevlâ ecelüm müsemmel lecâehüm-l`aẕâb. veleye'tiyennehüm bagtetev vehüm lâ yeş`urûn.

Türkçe:
Azabı senden çarçabuk istiyorlar. Eğer belirlenmiş bir süre olmasaydı, azap onlara elbette gelmiş olacaktı. Fakat o, hiç farkında olmadıkları bir sırada kendilerine ansızın geliverecektir. Bunda kuşku yok.
İngilizce:
They ask thee to hasten on the Punishment (for them): had it not been for a term (of respite) appointed, the Punishment would certainly have come to them: and it will certainly reach them,- of a sudden, while they perceive not!
Fransızca:
Et ils demandent de hâter [la venue] du châtiment. S'il n'y avait pas eu un terme fixé, le châtiment leur serait certes venu. Et assurément, il leur viendra soudain, sans qu'ils en aient conscience.
Almanca:
Und sie fordern dich zur Eile mit der Peinigung auf. Und gäbe es keine festgelegte Frist, gewiß käme die Peinigung zu ihnen. Und sie wird doch zu ihnen unerwartet kommen, während sie es nicht merken.
Rusça:
Они торопят тебя с мучениями. Если бы не назначенный срок, то мучения уже явились бы к ним. Воистину, они явятся к ним внезапно, и они даже не почувствуют этого.
Arapça:
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ ۚ وَلَوْلَا أَجَلٌ مُّسَمًّى لَّجَاءَهُمُ الْعَذَابُ وَلَيَأْتِيَنَّهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Senden azabı çarçabuk (getirmeni) istiyorlar. Eğer önceden tayin edilmiş bir vade olmasaydı, azab elbette onlara gelip çatmıştı. Fakat yine de, hiç farkına varmadıkları bir sırada o kendilerine mutlaka gelecektir.
Diyanet Vakfı:
Senden, azabı çarçabuk (getirmeni) istiyorlar. Eğer önceden tayin edilmiş bir vade olmasaydı, azap elbette onlara gelip çatmıştı. Fakat onlar farkında değilken, o ansızın kendilerine geliverecektir.

yesta`cilûneke bil`aẕâb. veinne cehenneme lemüḥîṭatüm bilkâfirîn.

Türkçe:
Azabı senden acele istiyorlar. Oysa cehennem, o küfre sapanları çepeçevre kuşatmış bulunuyor.
İngilizce:
They ask thee to hasten on the Punishment: but, of a surety, Hell will encompass the Rejecters of Faith!-
Fransızca:
Ils te demandent de hâter [la venue] du châtiment, tandis que l'Enfer cerne les mécréants de toutes parts.
Almanca:
Sie fordern dich zur Eile mit der Peinigung auf. Und gewiß, Dschahannam wird die Kafir doch komplett umfassen
Rusça:
Они торопят тебя с мучениями. Воистину, Геенна непременно обступит неверующих.
Arapça:
يَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمُحِيطَةٌ بِالْكَافِرِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Evet) senden azabı çarçabuk (getirmeni) istiyorlar. Halbuki cehennem, hiç şüpheleri olmasın, kâfirleri kuşatacaktır.
Diyanet Vakfı:
(Evet) senden azabı çarçabuk (getirmeni) istiyorlar. Hiç şüpheleri olmasın, cehennem kafirleri çepeçevre kuşatacaktır.

yevme yagşâhümü-l`aẕâbü min fevḳihim vemin taḥti ercülihim veyeḳûlü ẕûḳû mâ küntüm ta`melûn.

Türkçe:
Gün olur, azap onları tepelerinden, ayaklarının altından sarıverir ve der: "Tadın bakalım, yapıp ettiklerinizi."
İngilizce:
On the Day that the Punishment shall cover them from above them and from below them, and (a Voice) shall say: "Taste ye (the fruits) of your deeds!"
Fransızca:
Le jour où le châtiment les enveloppera d'en haut et sous leurs pieds. Il [leur] dira : "Goûtez à ce que vous faisiez ! "
Almanca:
an dem Tag, wenn die Peinigung sie von über ihnen und von unter ihren Füßen umhüllt, und ER sagt: "Kostet, was ihr zu tun pflegtet!"
Rusça:
В тот день мучения покроют их сверху и из-под ног. Он скажет: "Вкусите то, что вы совершали!"
Arapça:
يَوْمَ يَغْشَاهُمُ الْعَذَابُ مِن فَوْقِهِمْ وَمِن تَحْتِ أَرْجُلِهِمْ وَيَقُولُ ذُوقُوا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O günde azap, onları hem üstlerinden, hem ayaklarının altından saracak ve Allah (onlara), "Yaptıklarınızın cezasını tadın!" diyecektir.
Diyanet Vakfı:
O günde azap, onları hem üstlerinden hem ayaklarının altından saracak ve Allah (onlara): "Yaptıklarınızı (cezasını) tadın!" diyecektir.

yâ `ibâdîye-lleẕîne âmenû inne arḍî vâsi`aten feiyyâye fa`büdûn.

Türkçe:
Ey benim iman eden kullarım! Hiç kuşkusuz, benim yerkürem geniştir. O halde, yalnız bana kuluk/ibadet edin.
İngilizce:
O My servants who believe! truly, spacious is My Earth: therefore serve ye Me - (and Me alone)!
Fransızca:
ô Mes serviteurs qui avaient cru ! Ma terre est bien vaste. Adorez-Moi donc !
Almanca:
Meine Diener, die den Iman verinnerlichten! Gewiß, Meine Erde ist weit genug, so dient Mir alleine!
Rusça:
О Мои верующие рабы! Воистину, Моя земля обширна, поклоняйтесь же Мне!
Arapça:
يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ أَرْضِي وَاسِعَةٌ فَإِيَّايَ فَاعْبُدُونِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ey iman eden kullarım! Şüphesiz benim yarattığım yeryüzü geniştir. O halde yalnız bana kulluk edin.
Diyanet Vakfı:
Ey iman eden kullarım! Şüphesiz, benim arzım geniştir. O halde (nerede güven içinde olacaksanız orada) yalnız bana kulluk edin.

küllü nefsin ẕâiḳatü-lmevti ŝümme ileynâ türce`ûn.

Türkçe:
Her can, ölümü tadacaktır; sonra bize döndürüleceksiniz.
İngilizce:
Every soul shall have a taste of death in the end to Us shall ye be brought back.
Fransızca:
Toute âme goûtera la mort. Ensuite c'est vers Nous que vous serez ramenés.
Almanca:
Jedes Lebewesen wird den Tod erfahren, dann werdet ihr zu Uns zurückgebracht.
Rusça:
Каждая душа вкусит смерть, а потом вы будете возвращены к Нам.
Arapça:
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ۖ ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz.
Diyanet Vakfı:
Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz.

velleẕîne âmenû ve`amilu-ṣṣâliḥâti lenübevviennehüm mine-lcenneti gurafen tecrî min taḥtihe-l'enhâru ḫâlidîne fîhâ. ni`me ecru-l`âmilîn.

Türkçe:
İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetin görkemli odalarına yerleştireceğiz. Sürekli kalacaklardır orada. Ne güzeldir iş yapıp değer üretenlerin ödülü!
İngilizce:
But those who believe and work deeds of righteousness - to them shall We give a Home in Heaven,- lofty mansions beneath which flow rivers,- to dwell therein for aye;- an excellent reward for those who do (good)!-
Fransızca:
Et quant à ceux qui croient et accomplissent de bonnes oeuvres, Nous les installerons certes à l'étage dans le Paradis sous lequel coulent les ruisseaux, pour y demeurer éternellement. Quelle belle récompense que celle de ceux qui font le bien,
Almanca:
Und diejenigen, die den Iman verinnerlichten und gottgefällig Gutes taten, werden WIR doch in der Dschanna in Zimmern wohnen lassen, die von Flüssen durchflossen werden. Darin bleiben sie ewig. Und was für eine schöne Belohnung für die gottgefällig Guttuenden.
Rusça:
Тех, которые уверовали и совершали праведные деяния, Мы непременно поселим в горницах в Раю, в котором текут реки. Они пребудут там вечно. Как же прекрасно вознаграждение тружеников,
Arapça:
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُبَوِّئَنَّهُم مِّنَ الْجَنَّةِ غُرَفًا تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا ۚ نِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İman edip güzel işler yapanları, (evet) muhakkak ki onları, altlarından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennet köşklerine yerleştireceğiz. (Böyle iyi) işler yapanların mükafatı ne güzeldir!
Diyanet Vakfı:
İman edip güzel işler yapanları, (evet) muhakkak ki onları, içinde ebedi kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennet köşklerine yerleştireceğiz. (Böyle iyi) işler yapanların mükafatı ne güzeldir!

Pages

Al-Ankaboot—العنكبوت beslemesine abone olun.