
hünâlike-btüliye-lmü'minûne vezülzilû zilzâlen şedîdâ.
Türkçe:
İşte orada müminler belaya uğratılarak imtihan edilmişler ve şiddetli bir zelzeleyle sarsılmışlardı.
İngilizce:
In that situation were the Believers tried: they were shaken as by a tremendous shaking.
Fransızca:
Les croyants furent alors éprouvés et secoués d'une dure secousse.
Almanca:
da wurden die Mumin geprüft und von einer heftigen Ergriffenheit ergriffen.
Rusça:
Там верующие подверглись испытанию и сильному потрясению.
Arapça:
هُنَالِكَ ابْتُلِيَ الْمُؤْمِنُونَ وَزُلْزِلُوا زِلْزَالًا شَدِيدًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İşte burada müminler imtihan edilmiş ve şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı.
Diyanet Vakfı:
İşte orada iman sahipleri imtihandan geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardı.

veiẕ yeḳûlü-lmünâfiḳûne velleẕîne fî ḳulûbihim meraḍum mâ ve`adene-llâhü verasûlühû illâ gurûrâ.
Türkçe:
Münafıklarla, kalplerinde maraz olanlar şöyle diyorlardı: "Allah ve resulü bize, bir aldanışdan başka bir şey vaat etmemiş."
İngilizce:
And behold! The Hypocrites and those in whose hearts is a disease (even) say: "Allah and His Messenger promised us nothing but delusion!"
Fransızca:
Et quand les hypocrites et ceux qui ont la maladie [le doute] au cur disaient : "Allah et Son messager ne nous ont promis que tromperie".
Almanca:
Und (erinnere daran), als die Munafiq und diejenigen, in deren Herzen Krankheit war, sagten: "ALLAH und Sein Prophet versprachen uns nichts außer Täuschendem.
Rusça:
Вот сказали лицемеры и те, чьи сердца поражены недугом: "Обещания Аллаха и Его Посланника были всего лишь обольщением".
Arapça:
وَإِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ مَّا وَعَدَنَا اللَّهُ وَرَسُولُهُ إِلَّا غُرُورًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O vakit münâfıklar ve kalblerinde bir hastalık bulunanlar: "Allah ve Resulü bize bir aldanıştan başka bir vaad yapmamış." diyorlardı.
Diyanet Vakfı:
Ve o zaman, münafıklar ile kalplerinde hastalık (iman zayıflığı) bulunanlar: Meğer Allah ve Resulü bize sadece kuru vaadlerde bulunmuşlar! diyorlardı.

veiẕ ḳâleṭ ṭâifetüm minhüm yâ ehle yeŝribe lâ müḳâme leküm ferci`û. veyeste'ẕinü ferîḳum minhümü-nnebiyye yeḳûlûne inne büyûtenâ `avratüv vemâ hiye bi`avrah. iy yürîdûne illâ firârâ.
Türkçe:
Hani, onlardan bir grup şöyle demişti: "Ey Yesrib halkı, duracak yeriniz yok, hemen geri dönün!" İçlerinden bir grup da Peygamber'den izin istiyor: "İnan olsun, evlerimiz kaygı duyulacak durumda." diyorlardı." Oysaki evleri kaygı duyulacak durumda değildi; sadece kaçmak istiyorlardı.
İngilizce:
Behold! A party among them said: "Ye men of Yathrib! ye cannot stand (the attack)! therefore go back!" And a band of them ask for leave of the Prophet, saying, "Truly our houses are bare and exposed," though they were not exposed they intended nothing but to run away.
Fransızca:
De même, un groupe d'entre eux dit : "Gens de Yatrib ! Ne demeurez pas ici. Retournez [chez vous]". Un groupe d'entre eux demande au Prophète la permission de partir en disant : "Nos demeures sont sans protection", alors qu'elle ne l'étaient pas : ils ne voulaient que s'enfuir.
Almanca:
Ebenfalls als eine Gruppe von ihnen sagte: "Bewohner von Yathrib ! Es gibt keinen Platz für euch hier, so kehrt um!" Und eine Gruppe von ihnen baten den Gesandten um Erlaubnis und sagten: "Unsere Häuser sind nicht befestigt." Während sie nicht unbefestigt sind. Sie wollten doch nur die Flucht ergreifen.
Rusça:
Вот некоторые из них сказали: "О жители Ясриба (Медины), вы не сможете выстоять! Вернитесь!" А некоторые из них попросили разрешения у Пророка и сказали: "Наши дома остались беззащитны". Они не были беззащитны - они лишь хотели сбежать.
Arapça:
وَإِذْ قَالَت طَّائِفَةٌ مِّنْهُمْ يَا أَهْلَ يَثْرِبَ لَا مُقَامَ لَكُمْ فَارْجِعُوا ۚ وَيَسْتَأْذِنُ فَرِيقٌ مِّنْهُمُ النَّبِيَّ يَقُولُونَ إِنَّ بُيُوتَنَا عَوْرَةٌ وَمَا هِيَ بِعَوْرَةٍ ۖ إِن يُرِيدُونَ إِلَّا فِرَارًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O vakit bunlardan bir grup: "Ey Medine halkı! Sizin için duracak yer yok, hemen dönün." diyorlardı. Yine onlardan bir kısmı da Peygamberden izin istiyor, evlerimiz gerçekten (düşmana) açıktır." diyorlardı, halbuki açık değildi, sadece kaçmak istiyorlardı.
Diyanet Vakfı:
Onlardan bir gurup da demişti ki: Ey Yesribliler (Medineliler)! Artık sizin için durmanın sırası değil, haydi dönün! İçlerinden bir kısmı ise: Gerçekten evlerimiz emniyette değil, diyerek Peygamber'den izin istiyordu; oysa evleri tehlikede değildi, sadece kaçmayı arzuluyorlardı.

velev düḫilet `aleyhim min aḳṭârihâ ŝümme süilü-lfitnete leetevhâ vemâ telebbeŝû bihâ illâ yesîrâ.
Türkçe:
Eğer Medine'nin her yanından üzerlerine gelinseydi de onların kent içinde fitne çıkarmaları istenseydi, onu mutlaka yaparlardı; o konuda fazla gecikmezlerdi.
İngilizce:
And if an entry had been effected to them from the sides of the (city), and they had been incited to sedition, they would certainly have brought it to pass, with none but a brief delay!
Fransızca:
Et si une percée avait été faite sur eux par les flancs de la ville et qu'ensuite on leur avait demandé de renier leur foi, ils auraient accepté certes, et n'auraient guère tardé,
Almanca:
Und würde sie (die Stadt) von ihren Seiten wider sie erstürmt, sie dann zur Fitna aufgefordert werden, würden sie ihr doch nachkommen und wären dabei nur ein wenig geblieben.
Rusça:
Если бы они (союзники) вторглись в него со всех сторон и потребовали бы от них искушения (отказаться от веры), то они пошли бы на это и не стали бы медлить с этим, разве что немного.
Arapça:
وَلَوْ دُخِلَتْ عَلَيْهِم مِّنْ أَقْطَارِهَا ثُمَّ سُئِلُوا الْفِتْنَةَ لَآتَوْهَا وَمَا تَلَبَّثُوا بِهَا إِلَّا يَسِيرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Eğer onların her tarafından üzerlerine girilse de sonra fitne çıkarmaları istenilse derhal onu yapacaklardı. Ama onunla da pek az duracaklardı.
Diyanet Vakfı:
Medine'nin her yanından üzerlerine saldırılsaydı da, o zaman savaşmaları istenseydi, şüphesiz hemen savaşa katılırlar ve evlerinde pek eğlenmezlerdi.

veleḳad kânû `âhedü-llâhe min ḳablü lâ yüvellûne-l'edbâr. vekâne `ahdü-llâhi mes'ûlâ.
Türkçe:
Yemin olsun ki, onlar daha önce, geri dönüp kaçmayacaklarına ilişkin Allah'a söz vermişlerdi. Ve Allah'a verilen söz sorumluluk gerektirirdi.
İngilizce:
And yet they had already covenanted with Allah not to turn their backs, and a covenant with Allah must (surely) be answered for.
Fransızca:
tandis qu'auparavant ils avaient pris l'engagement envers Allah qu'ils ne tourneraient pas le dos. Et il sera demandé compte de tout engagement vis-à-vis d'Allah.
Almanca:
Und gewiß, bereits gelobten sie vorher ALLAH: "Sie werden den Rücken nicht flüchtend umkehren." Und das ALLAH gegenüber gelobte Versprechen wird immer verantwortet.
Rusça:
А ведь прежде они заключили завет с Аллахом о том, что не обратятся вспять. О завете с Аллахом они будут спрошены.
Arapça:
وَلَقَدْ كَانُوا عَاهَدُوا اللَّهَ مِن قَبْلُ لَا يُوَلُّونَ الْأَدْبَارَ ۚ وَكَانَ عَهْدُ اللَّهِ مَسْئُولًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Halbuki bundan önce Allah'a ahid vermişlerdi. Arkalarını dönmeyeceklerdi. Allah'a verilen ahid ise mesuliyetlidir, mutlaka sorulur.
Diyanet Vakfı:
Andolsun ki daha önce onlar, sırt çevirip kaçmayacaklarına dair Allah'a söz vermişlerdi. Allah'a verilen söz mesuliyeti gerektirir!

ḳul ley yenfe`akümü-lfirâru in ferartüm mine-lmevti evi-lḳatli veiẕel lâ tümette`ûne illâ ḳalîlâ.
Türkçe:
De ki: "Eğer ölümden yahut öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size hiçbir yarar sağlamaz. Böyle bir durumda sadece azıcık/az bir süre nimetlendirilirsiniz."
İngilizce:
Say: "Running away will not profit you if ye are running away from death or slaughter; and even if (ye do escape), no more than a brief (respite) will ye be allowed to enjoy!"
Fransızca:
Dis : "Jamais la fuite ne vous sera utile si c'est la mort (sans combat) ou le meurtre (dans le combat) que vous fuyez; dans ce cas, vous ne jouirez (de la vie) que peu (de temps)".
Almanca:
Sag: "Die Flucht wird euch sicher nicht nützen, solltet ihr vor dem Tod oder dem Töten fliehen." Und dann werdet ihr nur ein wenig euch vergnügen.
Rusça:
Скажи: "Бегство не принесет вам пользы, если вы пытаетесь сбежать от смерти или гибели. В этом случае вы будете пользоваться благами лишь недолго".
Arapça:
قُل لَّن يَنفَعَكُمُ الْفِرَارُ إِن فَرَرْتُم مِّنَ الْمَوْتِ أَوِ الْقَتْلِ وَإِذًا لَّا تُمَتَّعُونَ إِلَّا قَلِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
De ki: "Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermez. Vereceğini var saydığınız takdirde de ancak pek az faydalandırılırsınız."
Diyanet Vakfı:
(Resulüm!) De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise) o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir.

ḳul men ẕe-lleẕî ya`ṣimüküm mine-llâhi in erâde biküm sûen ev erâde biküm raḥmeh. velâ yecidûne lehüm min dûni-llâhi veliyyev velâ neṣîrâ.
Türkçe:
De ki: "Allah size bir kötülük murat eder yahut bir rahmet dilerse, Allah'la aranıza kim girebilir?" Onlar kendileri için, Allah'tan başka ne bir dost bulabilirler ne de bir yardımcı.
İngilizce:
Say: "Who is it that can screen you from Allah if it be His wish to give you punishment or to give you Mercy?" Nor will they find for themselves, besides Allah, any protector or helper.
Fransızca:
Dis : "Quel est celui qui peut vous protéger d'Allah, s'Il vous veut du mal ou s'Il veut vous accorder une miséricorde ? " Et ils ne trouveront pour eux-mêmes en dehors d'Allah, ni allié ni secoureur.
Almanca:
Sag: "Wer ist dieser, der euch vor ALLAH schützt, sollte ER euch Schaden zufügen wollen oder euch Gnade erweisen wollen?" Und sie finden für sich anstelle von ALLAH weder Wali noch Beistehenden.
Rusça:
Скажи: "Кто защитит вас от Аллаха, если Он пожелает вам зла? А если Он пожелает оказать вам милость?" Они не найдут для себя вместо Аллаха ни покровителя, ни помощника.
Arapça:
قُلْ مَن ذَا الَّذِي يَعْصِمُكُم مِّنَ اللَّهِ إِنْ أَرَادَ بِكُمْ سُوءًا أَوْ أَرَادَ بِكُمْ رَحْمَةً ۚ وَلَا يَجِدُونَ لَهُم مِّن دُونِ اللَّهِ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
De ki: "Eğer Allah size bir felâket diler veya bir rahmet murad ederse, sizi Allah'tan saklamak kimin haddine?" Hem onlar kendilerine Allah'tan başka bir veli de bulamazlar, bir yardımcı da.
Diyanet Vakfı:
De ki: Allah size bir kötülük dilerse, O'na karşı sizi kim korur; ya da size rahmet dilerse (size kim zarar verebilir)? Onlar, kendilerine Allah'tan başka ne bir dost bulurlar ne de bir yardımcı.

ḳad ya`lemü-llâhü-lmü`avviḳîne minküm velḳâilîne liiḫvânihim helümme ileynâ. velâ ye'tûne-lbe'se illâ ḳalîlâ.
Türkçe:
Allah, içinizden hem tembellik edip hem de başkalarını geri bırakanları ve kardeşlerine, "Hadi bize gelin!" diyenleri biliyor. Zaten onlar savaşa/zora çok az gelirler.
İngilizce:
Verily Allah knows those among you who keep back (men) and those who say to their brethren, "Come along to us", but come not to the fight except for just a little while.
Fransızca:
Certes, Allah connaît ceux d'entre vous qui suscitent des obstacles, ainsi que ceux qui disent à leurs frères : "Venez à nous", tandis qu'ils ne déploient que peu d'ardeur au combat,
Almanca:
Bereits kennt ALLAH die Behindernden von euch und diejenigen, die ihren Brüdern sagen: "Kommt zu uns! Und sie nähern sich dem Kampf nur ein wenig.
Rusça:
Аллах знает тех из вас, которые отвращают людей от участия в войне, и тех, которые говорят своим братьям: "Идите к нам!" Они принимают в войне ничтожное участие,
Arapça:
۞ قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الْمُعَوِّقِينَ مِنكُمْ وَالْقَائِلِينَ لِإِخْوَانِهِمْ هَلُمَّ إِلَيْنَا ۖ وَلَا يَأْتُونَ الْبَأْسَ إِلَّا قَلِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Şüphesiz Allah, içinizden o savsaklayanları ve kardeşlerine: "Bize gelin" diyenleri biliyor. Onlar harbe pek az geliyorlardı.
Diyanet Vakfı:
Allah, içinizden (savaştan) alıkoyanları ve yandaşlarına: "Bize katılın" diyenleri gerçekten biliyor. Zaten bunların pek azı savaşa gelir.

eşiḥḥaten `aleyküm. feiẕâ câe-lḫavfü raeytehüm yenżurûne ileyke tedûru a`yünühüm kelleẕî yugşâ `aleyhi mine-lmevt. feiẕâ ẕehebe-lḫavfü seleḳûküm bielsinetin ḥidâdin eşiḥḥaten `ale-lḫayr. ülâike lem yü'minû feaḥbeṭa-llâhü a`mâlehüm. vekâne ẕâlike `ale-llâhi yesîrâ.
Türkçe:
Size karşı cimrilik/kıskançlık ederler. Korku geldiğinde onları sana bakar halde görürsün. Korku gittiğinde ise hayra karşı kıskançlık yüzünden sizi keskin dillerle yaralarlar. Ölümden üzerine baygınlık çökmüş biri gibidirler. Bunlar iman etmemişlerdir. Bu yüzden de Allah, amellerini boşa çıkarmıştır. Bunu yapmak Allah için çok kolaydır.
İngilizce:
Covetous over you. Then when fear comes, thou wilt see them looking to thee, their eyes revolving, like (those of) one over whom hovers death: but when the fear is past, they will smite you with sharp tongues, covetous of goods. Such men have no faith, and so Allah has made their deeds of none effect: and that is easy for Allah.
Fransızca:
avares à votre égard. Puis, quand leur vient la peur, tu les vois te regarder avec des yeux révulsés, comme ceux de quelqu'un qui s'est évanoui par peur de la mort. Une fois la peur passée, ils vous lacèrent avec des langues affilées, alors qu'ils sont chiches à faire le bien. Ceux-là n'ont jamais cru. Allah donc, rend vaines leurs actions. Et cela est facile à Allah.
Almanca:
Sie sind geizig euch gegenüber, und wenn die Angst kommt, siehst du sie dich anschauen, ihre Augen drehen sich wie derjenige, der in Ohnmacht vor dem Tod fällt. Und wenn die Angst weggeht, kränken sie euch mit scharfen Zungen wie Geizige dem Guten gegenüber. Diese verinnerlichten nicht den Iman, so ließ ALLAH ihre Handlungen nichtig werden. Und dies ist für ALLAH immer etwas Leichtes.
Rusça:
поскольку они скупы по отношению к вам. Когда ими овладевает страх, ты видишь, как они смотрят на тебя. Их глаза вращаются, словно у того, кто теряет сознание перед смертью. Когда же страх проходит, они обижают вас острыми языками, скупясь на добро. Они не уверовали, и Аллах сделал тщетными их деяния. Это для Аллаха было легко.
Arapça:
أَشِحَّةً عَلَيْكُمْ ۖ فَإِذَا جَاءَ الْخَوْفُ رَأَيْتَهُمْ يَنظُرُونَ إِلَيْكَ تَدُورُ أَعْيُنُهُمْ كَالَّذِي يُغْشَىٰ عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِ ۖ فَإِذَا ذَهَبَ الْخَوْفُ سَلَقُوكُم بِأَلْسِنَةٍ حِدَادٍ أَشِحَّةً عَلَى الْخَيْرِ ۚ أُولَٰئِكَ لَمْ يُؤْمِنُوا فَأَحْبَطَ اللَّهُ أَعْمَالَهُمْ ۚ وَكَانَ ذَٰلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Size karşı kıskançlık ediyorlardı. Derken o korku hali gelince, gördün onları ki, ölümden baygınlık sarmış kimse gibi gözleri dönerek sana bakıyorlardı. O korku gidince, size keskin keskin diller sıyırdılar. Onlar hayra karşı kıskançlık ediyorlardı. İşte bunlar iman etmediler de Allah amellerini boşa çıkardı. Bu Allah'a göre önemsizdir.
Diyanet Vakfı:
(Gelseler de) size karşı pek hasistirler. Hele korku gelip çattı mı, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince ise, mala düşkünlük göstererek sizi sivri dilleri ile incitirler. Onlar iman etmiş değillerdir; bunun için Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu, Allah'a göre kolaydır.

yaḥsebûne-l'aḥzâbe lem yeẕhebû. veiy ye'ti-l'aḥzâbü yeveddû lev ennehüm bâdûne fi-l'a`râbi yes'elûne `an embâiküm. velev kânû fîküm mâ ḳâtelû illâ ḳalîlâ.
Türkçe:
Düşman hiziplerin gitmediğini sanıyorlar. Düşman hizipler gelecek olsalar, bunlar isterler ki, Bedevî Araplar içinde bulunsunlar da sizinle ilgili haberleri sorsunlar. Şayet içinizde bulunsalardı, pek azı müstesna, savaşmayacaklardı.
İngilizce:
They think that the Confederates have not withdrawn; and if the Confederates should come (again), they would wish they were in the deserts (wandering) among the Bedouins, and seeking news about you (from a safe distance); and if they were in your midst, they would fight but little.
Fransızca:
Ils pensent que les coalisés ne sont pas partis. Or si les coalisés revenaient, [ces gens-là] souhaiteraient être des nomades parmi les Bédouins, et [se contenteraient] de demander de vos nouvelles. S'ils étaient parmi vous, ils n'auraient combattu que très peu.
Almanca:
Sie denken, daß Al-ahzab noch nicht gegangen wären. Und sollten Al-ahzab wieder kommen, würden sie sich wünschen: sie wären zu den Wüstenarabern gegangen und hätten da nach euren Nachrichten gefragt. Und wären sie bei euch gewesen, würden sie doch nur ein wenig mitkämpfen.
Rusça:
Они полагают, что союзники не ушли. Если бы союзники пришли, то они захотели бы кочевать среди бедуинов и расспрашивать о вас. Будь они вместе с вами, то они бы не сражались, разве что немного.
Arapça:
يَحْسَبُونَ الْأَحْزَابَ لَمْ يَذْهَبُوا ۖ وَإِن يَأْتِ الْأَحْزَابُ يَوَدُّوا لَوْ أَنَّهُم بَادُونَ فِي الْأَعْرَابِ يَسْأَلُونَ عَنْ أَنبَائِكُمْ ۖ وَلَوْ كَانُوا فِيكُم مَّا قَاتَلُوا إِلَّا قَلِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar ahzabı (düşman birliklerini) gitmedi sanıyorlardı. Eğer o birlikler bir daha gelecek olursa, çölde bedevi Araplar içinde yer alıp, sizin haberlerinizden (başınıza geleceklerden) sormayı isterler. Onlar içinizde kalacak olsalar da pek az harb ederler.
Diyanet Vakfı:
Bunlar, düşman birliklerinin bozulup gitmedikleri evhamı içindedirler. Müttefikler ordusu yine gelecek olsa, isterler ki, çölde göçebe Araplar içinde bulunsunlar da, sizin haberlerinizi (uzaktan) sorsunlar. Zaten içinizde bulunsalardı dahi pek savaşacak değillerdi.
Pages
