012. Yusuf - (Yusuf) Yusuf -- يوسف

veḳâle-lleẕi-şterâhü mim miṣra limraetihî ekrimî meŝvâhü `asâ ey yenfe`anâ ev netteḫiẕehû veledâ. vekeẕâlike mekkennâ liyûsüfe fi-l'arḍ. velinü`allimehû min te'vîli-l'eḥâdîŝ. vellâhü gâlibün `alâ emrihî velâkinne ekŝera-nnâsi lâ ya`lemûn.

Türkçe:
Onu satın alan Mısırlı, karısına şöyle dedi: "Ona iyi bak, kendisine güzel bir yer hazırla. Bize yararı dokunabilir. Belki de evlat ediniriz onu." İşte bu şekilde biz Yûsuf'a yeryüzünde imkân verip o toprağa yerleştirdik ki, ona olayların/haberlerin yorumunu öğretelim. Allah, kendi emrine Gâlib'dir/kendi emrine hükmeder. Ama insanların çokları bilmiyorlar.
İngilizce:
The man in Egypt who bought him, said to his wife: "Make his stay (among us) honourable: may be he will bring us much good, or we shall adopt him as a son." Thus did We establish Joseph in the land, that We might teach him the interpretation of stories (and events). And Allah hath full power and control over His affairs; but most among mankind know it not.
Fransızca:
Et celui qui l'acheta était de l'égypte, Il dit à sa femme : "Accorde lui une généreuse hospitalité. Il se peut qu'il nous soit utile ou que nous l'adoptions comme notre enfant." Ainsi avons-nous raffermi Joseph dans le pays et nous lui avons appris l'interprétation des rêves. Et Allah est souverain en Son Commandement : mais la plupart des gens ne savent pas.
Almanca:
Und derjenige, der ihn aus Ägypten kaufte, sagte seiner Gattin: "Pflege mit ihm einen gütigen Umgang! Vielleicht wird er uns von Nutzen sein oder wir nehmen ihn als Kind an." Und solcherart festigten WIR (die Stellung von) Yusuf im Lande, und um ihn von der Traumdeutung zu lehren. Und ALLAH erfüllt zweifelsohne Seine Bestimmung. Doch die meisten Menschen wissen es nicht.
Rusça:
Тот житель Египта, который купил Йусуфа (Иосифа), сказал своей жене: "Относись к нему хорошо. Быть может, он принесет нам пользу, или же мы усыновим его". Так Мы утвердили Йусуфа (Иосифа) на земле и научили его толкованию снов. Аллах властен вершить Свои дела, однако большинство людей не ведает об этом.
Arapça:
وَقَالَ الَّذِي اشْتَرَاهُ مِن مِّصْرَ لِامْرَأَتِهِ أَكْرِمِي مَثْوَاهُ عَسَىٰ أَن يَنفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا ۚ وَكَذَٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْأَرْضِ وَلِنُعَلِّمَهُ مِن تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ ۚ وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَىٰ أَمْرِهِ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onu satın alan Mısırlı, eşine dedi ki: "Buna güzel bak. Bize faydalı olabilir, ya da evlat ediniriz." Yusuf'u böylece oraya yerleştirdik. Ona rüyaların tabirini de öğrettik. Allah emrinde galiptir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
Diyanet Vakfı:
Mısır'da onu satın alan adam, karısına dedi ki: "Ona değer ver ve güzel bak! Umulur ki bize faydası olur. Veya onu evlat ediniriz." İşte böylece (Mısır da adaletle hükmetmesi) ve kendisine (rüyadaki) olayların yorumunu öğretmemiz için Yusufu o yere yerleştirdik. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.

velemmâ belega eşüddeh âteynâhü ḥukmev ve`ilmâ. vekeẕâlike neczi-lmuḥsinîn.

Türkçe:
Yûsuf gerekli olgunluğa ulaşınca ona hükmetme yeteneği ve ilim verdik. Güzel düşünüp güzel davrananları biz işte böyle ödüllendiririz.
İngilizce:
When Joseph attained His full manhood, We gave him power and knowledge: thus do We reward those who do right.
Fransızca:
Et quand il eut atteint sa maturité Nous lui accordâmes sagesse et savoir. C'est ainsi que nous récompensons les bienfaisants.
Almanca:
Und als er das Mannesalter erreichte, ließen WIR ihm Urteilsvermögen und Wissen zuteil werden. Und solcherart vergelten WIR den Muhsin.
Rusça:
Когда Йусуф (Иосиф) достиг зрелого возраста, Мы даровали ему умение принимать решения и знание. Так Мы вознаграждаем творящих добро.
Arapça:
وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا ۚ وَكَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O, tam erginlik çağına gelince, kendisine ilim ve hüküm verdik. İşte biz, güzel iş yapanları böyle mükafatlandırırız.
Diyanet Vakfı:
(Yusuf) erginlik çağına erişince, ona (isabetle) hükmetme (yeteneği) ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle mükafatlandırırız.

verâvedethü-lletî hüve fî beytihâ `an nefsihî vegalleḳati-l'ebvâbe veḳâlet heyte lek. ḳâle me`âẕe-llâhi innehû rabbî aḥsene meŝvây. innehû lâ yüfliḥu-żżâlimûn.

Türkçe:
Yûsuf'un, evinde kaldığı kadın, onun nefsinden gönlünü tatmin etmek istedi. Kapıları kilitledi, "Hadi gel!" dedi. Yûsuf: "Allah'a sığınırım, Rabbim beni güzel bir barınağa kavuşturmuştur. Zalimler iflah etmez." dedi.
İngilizce:
But she in whose house he was, sought to seduce him from his (true) self: she fastened the doors, and said: "Now come, thou (dear one)!" He said: "Allah forbid! truly (thy husband) is my lord! he made my sojourn agreeable! truly to no good come those who do wrong!"
Fransızca:
Or celle (Zulikha) qui l'avait reçu dans sa maison essaya de le séduire. Et elle ferma bien les portes et dit : "Viens, [je suis prête pour toi !]" - Il dit : "Qu'Allah me protège ! C'est mon maître qui m'a accordé un bon asile. Vraiment les injustes ne réussissent pas".
Almanca:
Diejenige, in deren Haus er war, suchte ihn dann gegen seine Neigung zu verführen. Sie verschloß die Türen und sagte: "Du, komm doch!" Er sagte: "Nein, ALLAH schütze mich davor! Doch, mein Gebieter pflegte mit mir gütigen Umgang . Gewiß, die Unrecht-Begehenden werden niemals erfolgreich sein."
Rusça:
Женщина, в доме которой он жил, стала соблазнять его, заперла двери и сказала: "Иди ко мне". Он сказал: "Упаси Аллах! Ведь он - мой господин, обеспечивший мне прекрасную жизнь. Воистину, беззаконники не преуспеют".
Arapça:
وَرَاوَدَتْهُ الَّتِي هُوَ فِي بَيْتِهَا عَن نَّفْسِهِ وَغَلَّقَتِ الْأَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَ ۚ قَالَ مَعَاذَ اللَّهِ ۖ إِنَّهُ رَبِّي أَحْسَنَ مَثْوَايَ ۖ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Derken, evinde bulunduğu hanım, onun nefsinden murad alıp yararlanmak istedi. Kapıları kilitledi ve "Haydi beri gel!" dedi. Yusuf: "Allah'a sığınırım! Muhakkak ki, o (kocan), benim efendim, bana çok güzel baktı. Doğrusu zalimler hiç iflah olmazlar" dedi.
Diyanet Vakfı:
Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kapattı ve "Haydi gel!" dedi. O da" (Haşa), Allah'a sığınırım! Zira kocanız benim velinimetimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zalimler iflah olmaz!" dedi.

veleḳad hemmet bih. vehemme bihâ. levlâ er raâ bürhâne rabbih. keẕâlike linaṣrife `anhü-ssûe velfaḥşâ'. innehû min `ibâdine-lmuḫleṣîn.

Türkçe:
Yemin olsun, kadın onu arzulamıştı. Eğer Rabbinin gerçeğe dikkat çeken delilini görmeseydi, o da onu arzulamıştı. Biz böylece ondan, kötülüğü ve fuhşu uzak tutuyorduk. Çünkü o, bizim samimi/seçkin kullarımızdandı.
İngilizce:
And (with passion) did she desire him, and he would have desired her, but that he saw the evidence of his Lord: thus (did We order) that We might turn away from him (all) evil and shameful deeds: for he was one of Our servants, sincere and purified.
Fransızca:
Et, elle le désira. Et il l'aurai désirée n'eût été ce qu'il vit comme preuve évidente de son Seigneur. Ainsi [Nous avons agi] pour écarter de lui le mal et la turpitude. Il était certes un de Nos serviteurs élus.
Almanca:
Und gewiß, bereits war sie im Begriff es mit ihm zu tun, auch er wäre im Begriff es mit ihr zu tun, hätte er das Zeichen seines HERRN nicht wahrgenommen. Solcherart damit WIR von ihm das Verwerfliche und die Unzucht fernhalten. Zweifelsohne, er gehört zu Unseren auserwählten Dienern.
Rusça:
Она возжелала его, и он возжелал бы ее, если бы не увидел знамение своего Господа. Так Мы отвратили от него зло и мерзость. Воистину, он был из числа Наших избранных (или искренних) рабов.
Arapça:
وَلَقَدْ هَمَّتْ بِهِ ۖ وَهَمَّ بِهَا لَوْلَا أَن رَّأَىٰ بُرْهَانَ رَبِّهِ ۚ كَذَٰلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّوءَ وَالْفَحْشَاءَ ۚ إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَصِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O hanım, ona gerçekten niyeti bozmuştu. Eğer Rabbinin burhanını görmese idi. Yusuf da ona özenip gitmişti. Aslında ondan fuhşu ve fenalığı uzak tutalım diye böyle olmuştu. Çünkü o bizim ihlasa erdirilmiş kullarımızdan biriydi.
Diyanet Vakfı:
Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik). Şüphesiz o ihlaslı kullarımızdandı.

vestebeḳe-lbâbe veḳaddet ḳamîṣahû min dübüriv veelfeyâ seyyidehâ lede-lbâb. ḳâlet mâ cezâü men erâde biehlike sûen illâ ey yüscene ev `aẕâbün elîm.

Türkçe:
İkisi birden kapıya koştular. Kadın onun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında kadının beyi ile yüzyüze geldiler. Kadın seslendi: "Senin ailene kötülük düşünenin cezası nedir; hapsedilmek mi, acıklı bir işkence mi?"
İngilizce:
So they both raced each other to the door, and she tore his shirt from the back: they both found her lord near the door. She said: "What is the (fitting) punishment for one who formed an evil design against thy wife, but prison or a grievous chastisement?"
Fransızca:
Et tous deux coururent vers la porte, et elle lui déchira sa tunique par derrière. Ils trouvèrent le mari [de cette femme] à la porte. Elle dit : "Quelle serait la punition de quiconque a voulu faire du mal à ta famille sinon la prison, ou un châtiment douloureux ? "
Almanca:
Beide rannten dann zur Tür und sie zerriß sein Hemd von hinten, dann stießen beide auf ihren Ehemann an der Tür. Sie sagte: "Was wäre die Bestrafung für denjenigen, der Verwerfliches deiner Ehefrau antun wollte, außer daß er ins Gefängnis geht oder qualvoller Peinigung unterzogen wird?!"
Rusça:
Они бросились к двери, пытаясь опередить друг друга, и она порвала его рубаху со спины. У двери они встретили ее господина. Она сказала: "Как иначе можно покарать того, кто хотел причинить зло твоей жене, если не заточить его в темницу или не подвергнуть мучительным страданиям?!"
Arapça:
وَاسْتَبَقَا الْبَابَ وَقَدَّتْ قَمِيصَهُ مِن دُبُرٍ وَأَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَى الْبَابِ ۚ قَالَتْ مَا جَزَاءُ مَنْ أَرَادَ بِأَهْلِكَ سُوءًا إِلَّا أَن يُسْجَنَ أَوْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İkisi de kapıya koştular. Hanım, onun gömleğini arkadan yırttı. Ve kapının yanında hanımın efendisiyle karşı karşıya geldiler. Hanım hemen dedi ki: "Senin eşine fenalık yapmak isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya acı bir azaba uğratılmaktan başka ne olabilir?"
Diyanet Vakfı:
İkisi de kapıya doğru koştular. Kadın onun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında onun kocasına rastladılar. Kadın dedi ki: Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya elem verici bir işkenceden başka ne olabilir!

ḳâle hiye râvedetnî `an nefsî veşehide şâhidüm min ehlihâ. in kâne ḳamîṣuhû ḳudde min ḳubülin feṣadeḳat vehüve mine-lkâẕibîn.

Türkçe:
Yûsuf dedi ki: "O, gönlünü eğlendirmek için beni kullanmak istedi." Kadının ailesinden bir tanık da şu yolda tanıklık etti: "Eğer erkeğin gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylüyor, bu durumda erkek yalancılardandır.
İngilizce:
He said: "It was she that sought to seduce me - from my (true) self." And one of her household saw (this) and bore witness, (thus):- "If it be that his shirt is rent from the front, then is her tale true, and he is a liar!
Fransızca:
[Joseph] dit : "C'est elle qui a voulu me séduire". Et un témoin, de la famille de celle-ci témoigna : "Si sa tunique [à lui] est déchirée par devant, alors c'est elle qui dit la vérité, tandis qu'il est du nombre des menteurs.
Almanca:
Er sagte: "Sie suchte mich gegen meine Neigung zu verführen." Ein Zeuge von ihrer Familie bezeugte dann: "Wenn sein Hemd von vorne zerrissen wurde, so sagte sie dieWahrheit und er gehört zu den Lügnern.
Rusça:
Он сказал: "Это она пыталась соблазнить меня". А свидетель из ее семьи сказал: "Если его рубаха разорвана спереди, то она говорит правду, а он лжет.
Arapça:
قَالَ هِيَ رَاوَدَتْنِي عَن نَّفْسِي ۚ وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِّنْ أَهْلِهَا إِن كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِن قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنَ الْكَاذِبِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yusuf: "kendisi benden yararlanmak istedi" dedi. Hanımın akrabasından biri de şöyle şahitlik etti: "Eğer gömleği önden yırtılmış ise hanım doğru söylemiştir, o zaman bu, yalancılardandır."
Diyanet Vakfı:
Yusuf: "Asıl kendisi benim nefsimden murat almak istedi" dedi. Kadının akrabasından biri şöyle şahitlik etti: "Eğer gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, bu ise yalancılardandır."

vein kâne ḳamîṣuhû ḳudde min dübürin fekeẕebet vehüve mine-ṣṣâdiḳîn.

Türkçe:
Eğer erkeğin gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylemiştir. Bu durumda erkek, doğru sözlülerdendir."
İngilizce:
But if it be that his shirt is torn from the back, then is she the liar, and he is telling the truth!
Fransızca:
Mais si sa tunique est déchirée par derrière, alors c'est elle qui mentit, tandis qu'il est du nombre des véridiques".
Almanca:
Doch sollte sein Hemd von hinten zerrissen sein, so log sie und er gehört zu den Wahrhaftigen."
Rusça:
А если его рубаха разорвана со спины, то она лжет, а он говорит правду".
Arapça:
وَإِن كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِن دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنَ الصَّادِقِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yok eğer gömleği arkadan yırtılmış ise hanım yalan söylemiştir, o zaman bu doğru söyleyenlerdendir.
Diyanet Vakfı:
"Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. Bu ise doğru söyleyenlerdendir."

felemmâ raâ ḳamîṣahû ḳudde min dübürin ḳâle innehû min keydikünn. inne keydekünne `ażîm.

Türkçe:
Gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce şöyle konuştu: "Bu sizin tuzaklarınızdandır. Sizin tuzaklarınız gerçekten çok yamandır."
İngilizce:
So when he saw his shirt,- that it was torn at the back,- (her husband) said: "Behold! It is a snare of you women! truly, mighty is your snare!
Fransızca:
Puis, quand il (le mari) vit la tunique déchirée par derrière, il dit : "C'est bien de votre ruse de femmes ! Vos ruses sont vraiment énormes !
Almanca:
Als er dann sah, daß sein Hemd von hinten zerrissen wurde, sagte er: "Gewiß, dies ist von eurer List. Gewiß, eure List ist gewaltig.
Rusça:
Увидев, что его рубаха разорвана со спины, он сказал: "Воистину, все это - ваши женские козни. Воистину, ваши козни велики!
Arapça:
فَلَمَّا رَأَىٰ قَمِيصَهُ قُدَّ مِن دُبُرٍ قَالَ إِنَّهُ مِن كَيْدِكُنَّ ۖ إِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظِيمٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ne zaman ki, gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu gördü, o zaman dedi ki: "Bu iş, siz kadınların tuzağındandır. Gerçekten de sizin tuzağınız çok büyüktür".
Diyanet Vakfı:
(Kocası, Yusuf'un gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu görünce, (kadına): "Şüphesiz, dedi; bu, sizin tuzağınızdır. Sizin tuzağınız gerçekten büyüktür."

yûsüfü a`riḍ `an hâẕâ vestagfirî liẕembik. inneki künti mine-lḫâṭiîn.

Türkçe:
"Yûsuf, sakın bundan bahsetme! Kadın, sen de günahının affını dile! Sen, gerçekten günahkârlardan oldun."
İngilizce:
O Joseph, pass this over! (O wife), ask forgiveness for thy sin, for truly thou hast been at fault!
Fransızca:
Joseph, ne pense plus à cela ! Et toi, (femme), implore le pardon pour ton péché car tu es fautive".
Almanca:
Yusuf, verschweige dies! Und du (Ehefrau), bitte um Vergebung für deine Sünde. Gewiß, du warst eine der bewußt Verfehlenden."
Rusça:
Йусуф (Иосиф), забудь об этом! А ты проси прощения за свое прегрешение, ибо ты совершила грех".
Arapça:
يُوسُفُ أَعْرِضْ عَنْ هَٰذَا ۚ وَاسْتَغْفِرِي لِذَنبِكِ ۖ إِنَّكِ كُنتِ مِنَ الْخَاطِئِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yusuf! Sakın sen bundan bahsetme! Kadın! Sen de günahından dolayı istiğfar et. Sen gerçekten günahkarlardan oldun.
Diyanet Vakfı:
"Ey Yusuf! Sen bundan (olanları söylemekten) vazgeç! (Ey kadın!) Sen de günahının affını dile! Çünkü sen günahkarlardan oldun"

veḳâle nisvetün fi-lmedîneti-mraetü-l`azîzi türâvidü fetâhâ `an nefsih. ḳad şegafehâ ḥubbâ. innâ lenerâhâ fî ḍalâlim mübîn.

Türkçe:
Şehirde bazı kadınlar şöyle konuştular: "Azîz'in karısı, genç uşağının nefsinden gönlünü eğlendirmek istemiş. Aşktan yüreğinin zarı delinmiş. Öyle anlıyoruz ki, kadın tam bir çılgınlığa düşmüş."
İngilizce:
Ladies said in the City: "The wife of the (great) 'Aziz is seeking to seduce her slave from his (true) self: Truly hath he inspired her with violent love: we see she is evidently going astray."
Fransızca:
Et dans la ville, des femmes dirent : "La femme d'Al-Azize essaye de séduire son valet ! Il l'a vraiment rendue folle d'amour. Nous la trouvons certes dans un égarement évident.
Almanca:
Und manche Frauen in der Stadt sagten: "Die Ehefrau von Al-'aziz suchte ihren Diener gegen seine Neigung zu verführen, er ließ sie unbändig flammende Liebe für ihn empfinden. Gewiß, wir sehen sie sicherlich im offenkundigen Irrtum."
Rusça:
Женщины в городе стали говорить: "Жена знатного мужа пыталась соблазнить своего юного раба! Она страстно возлюбила его, и мы полагаем, что она впала в очевидное заблуждение".
Arapça:
۞ وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَدِينَةِ امْرَأَتُ الْعَزِيزِ تُرَاوِدُ فَتَاهَا عَن نَّفْسِهِ ۖ قَدْ شَغَفَهَا حُبًّا ۖ إِنَّا لَنَرَاهَا فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Şehirde bazı kadınlar da "Azizin karısı, delikanlısından murad almaya kalkmış, sevgi yüreğini yakıp kavuruyormuş, görüyoruz ki, kadın çıldırmış besbelli..." dediler.
Diyanet Vakfı:
Şehirdeki bazı kadınlar dediler ki: Azizin karısı, delikanlısının nefsinden murat almak istiyormuş; Yusufun sevdası onun kalbine işlemiş! Biz onu gerçekten açık bir sapıklık içinde görüyoruz.

Pages

012. Yusuf - (Yusuf) Yusuf -- يوسف beslemesine abone olun.