
bel iyyâhü ted`ûne feyekşifü mâ ted`ûne ileyhi in şâe vetensevne mâ tüşrikûn.
Türkçe:
Hayır, yalnız O'na yakarırsınız da O dilerse yakındığınız belayı uzaklaştırır. Ve siz, ortak koştuklarınızı unutuverirsiniz.
İngilizce:
Nay,- On Him would ye call, and if it be His will, He would remove (the distress) which occasioned your call upon Him, and ye would forget (the false gods) which ye join with Him!
Fransızca:
C'est plutôt à Lui que vous ferez appel. Puis, Il dissipera, s'Il veut, l'objet de votre appel et vous oublierez ce que vous [Lui] associez.
Almanca:
Nein, sondern nur Ihn fleht ihr an! So befreit ER euch von dem, weswegen ihr Ihn angefleht habt, wenn ER will. Und ihr vergesst, womit ihr Schirk betrieben habt.
Rusça:
О нет! Вы будете призывать только Его. Если Он пожелает, то избавит вас от того, по поводу чего вы станете взывать к Нему, и тогда вы забудете о тех, кого приобщали в сотоварищи.
Arapça:
بَلْ إِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ إِلَيْهِ إِن شَاءَ وَتَنسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hayır, yalnız o Allah'a yalvarırsınız. O da dilerse kaldırılmasını istediğiniz belayı kaldırır ve o zaman ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz.
Diyanet Vakfı:
Bilakis yalnız Allah'a yalvarırsınız. O da (kaldırılması için) kendisine yalvardığınız belayı dilerse kaldırır; ve siz ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz.

veleḳad erselnâ ilâ ümemim min ḳablike feeḫaẕnâhüm bilbe'sâi veḍḍarrâi le`allehüm yeteḍarra`ûn.
Türkçe:
Andolsun ki, senden önce de ümmetlere elçiler göndermiştik. O ümmetleri, bize yaklaşıp sığınsınlar diye zorluklar ve darlıklarla yakalamıştık.
İngilizce:
Before thee We sent (messengers) to many nations, and We afflicted the nations with suffering and adversity, that they might learn humility.
Fransızca:
Nous avons, certes, envoyé (des messagers) aux communautés avant toi. Ensuite Nous les avons saisies par l'adversité et la détresse - peut-être imploreront-ils (la miséricorde) ! -
Almanca:
Und gewiß, bereits entsandten WIR (Gesandte) zu Umam vor dir, dann ließen WIR sie von Not und Krankheit befallen, damit sie (um Gnade) flehen.
Rusça:
Мы уже отправляли посланников к народам до тебя. Мы подвергали их нищете и недугам, дабы они стали смиренными.
Arapça:
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا إِلَىٰ أُمَمٍ مِّن قَبْلِكَ فَأَخَذْنَاهُم بِالْبَأْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ لَعَلَّهُمْ يَتَضَرَّعُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Şüphesiz ki senden önceki ümmetlere de peygamberler gönderdik. Bize yalvarsınlar diye onları darlık ve sıkıntı ile yakalayıp cezalandırdık.
Diyanet Vakfı:
Andolsun ki, senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Ardından boyun eğsinler diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık.

felevlâ iẕ câehüm be'sünâ teḍarra`û velâkin ḳaset ḳulûbühüm vezeyyene lehümü-şşeyṭânü mâ kânû ya`melûn.
Türkçe:
Zorluğumuz kendilerine gelip çattığında bir sığınabilselerdi! Ne yazık ki kalpleri katılaştı; şeytan, yapmakta olduklarını onlara süslü-püslü gösterdi.
İngilizce:
When the suffering reached them from us, why then did they not learn humility? On the contrary their hearts became hardened, and Satan made their (sinful) acts seem alluring to them.
Fransızca:
Pourquoi donc, lorsque Notre rigueur leur vînt, n'ont-ils pas imploré (la miséricorde) ? Mais leurs coeurs s'étaient endurcis et le Diable enjolivait à leurs yeux ce qu'ils faisaient.
Almanca:
Und hätten sie doch (um Gnade) gefleht, als unsere Peinigung sie ereilte! Doch ihre Herzen wurden hart und der Satan ließ ihnen das schön erscheinen, was sie zu tun pflegten.
Rusça:
Почему же, когда их поражало Наше наказание, они не становились смиренными? Их сердца ожесточались, а сатана приукрашивал для них то, что они совершали.
Arapça:
فَلَوْلَا إِذْ جَاءَهُم بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا وَلَٰكِن قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hiç olmazsa kendilerine baskınımız geldiği zaman olsun, yalvarmalı değiller miydi? Fakat kalbleri katılaştı ve şeytan yaptıklarını kendilerine güzel gösterdi.
Diyanet Vakfı:
Hiç olmazsa, onlara bu şekilde azabımız geldiği zaman boyun eğselerdi! Fakat kalpleri iyice katılaştı ve şeytan da onlara yaptıklarını cazip gösterdi.

felemmâ nesû mâ ẕükkirû bihî fetaḥnâ `aleyhim ebvâbe külli şey'. ḥattâ iẕâ feriḥû bimâ ûtû eḫaẕnâhüm bagteten feiẕâ hüm müblisûn.
Türkçe:
Öğütlenmeye çağırıldıkları şeyi unutunca, her şeyin kapılarını üzerlerine açıverdik. Nihayet, kendilerine verilenle sevinç şımarıklığına daldıkları bir sırada, ansızın onları yakaladık. Tüm ümitlerini bir anda yitirdiler.
İngilizce:
But when they forgot the warning they had received, We opened to them the gates of all (good) things, until, in the midst of their enjoyment of Our gifts, on a sudden, We called them to account, when lo! they were plunged in despair!
Fransızca:
Puis, lorsqu'ils eurent oublié ce qu'on leur avait rappelé, Nous leur ouvrîmes les portes donnant sur toute chose (l'abondance); et lorsqu'ils eurent exulté de joie en raison de ce qui leur avait été donné, Nous les saisîmes soudain, et les voilà désespérés.
Almanca:
Und als sie das vergessen haben, womit sie ermahnt wurden, haben WIR ihnen die Türen zu allen (angenehmen) Dingen geöffnet. Doch nachdem sie dann mit dem Spaß hatten, was ihnen zuteil wurde, haben WIR sie unerwartet zugrunde gerichtet, sogleich waren sie regungslos niedergeschlagen.
Rusça:
Когда они позабыли о том, что им напоминали, Мы распахнули перед ними врата ко всякой вещи. Когда же они возрадовались дарованному, Мы схватили их внезапно, и они пришли в отчаяние!
Arapça:
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِهِ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ أَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍ حَتَّىٰ إِذَا فَرِحُوا بِمَا أُوتُوا أَخَذْنَاهُم بَغْتَةً فَإِذَا هُم مُّبْلِسُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kendilerine hatırlatılanları unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açtık. Nihayet kendilerine verilen o nimetlerle sevinip zevke dalınca onları azabımızla ansızın yakalayıverdik. Hemen ümitsizliğe kapılıp şaşkına döndüler.
Diyanet Vakfı:
Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, (indirmiş olduğumuz sıkıntı ve musibetleri kaldırıp) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık, birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler.

feḳuṭi`a dâbiru-lḳavmi-lleẕîne żalemû. velḥamdü lillâhi rabbi-l`âlemîn.
Türkçe:
Böylece, zulme saplanan topluluğun kökü kesilmişti; hamd olsun âlemlerin Rabbi'ne!
İngilizce:
Of the wrong-doers the last remnant was cut off. Praise be to Allah, the Cherisher of the worlds.
Fransızca:
Ainsi fut exterminé le dernier reste de ces injustes. Et louange à Allah, Seigneur de l'Univers !
Almanca:
So wurden die Leute, die Unrecht begangen haben, ausgerottet. Und alhamdulillah: alles Lob gebührt ALLAH, Dem HERRN aller Schöpfung.
Rusça:
Беззаконники были уничтожены до основания. Хвала Аллаху, Господу миров!
Arapça:
فَقُطِعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذِينَ ظَلَمُوا ۚ وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Böylece zulmeden kavmin kökü kesildi. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun.
Diyanet Vakfı:
Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi. Hamd, alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. (Allah'ın verdiği nimete şükredecekleri yerde nankörlük ettiler, böylece kendilerine zulmettiler. Yüce Allah da yeryüzünü onların zulüm ve küfürlerinden temizlemek için onları helak etti.)

ḳul era'eytüm in eḫaẕe-llâhü sem`aküm veebṣâraküm veḫateme `alâ ḳulûbiküm men ilâhün gayru-llâhi ye'tîküm bih. ünżur keyfe nüṣarrifü-l'âyâti ŝümme hüm yaṣdifûn.
Türkçe:
De ki: "Düşünün bakalım; Allah, işitme gücünüzü, gözlerinizi alsa, kalpleriniz üzerine mühür bassa, Allah'tan başka hangi ilah onları size geri verecek?" Bak nasıl türlü türlü açıklıyoruz ayetleri, yine de yüz çeviriyorlar!
İngilizce:
Say: "Think ye, if Allah took away your hearing and your sight, and sealed up your hearts, who - a god other than Allah - could restore them to you?" See how We explain the signs by various (symbols); yet they turn aside.
Fransızca:
Dis : "Voyez-vous ? Si Allah prenait votre ouïe et votre vue, et scellait vos coeurs, quelle divinité autre qu'Allah vous les rendrait ? Regarde comment, à leur intention, Nous clarifions les preuves ! Pourtant ils s'en détournent.
Almanca:
Sag: " Wie seht ihr es? Sollte ALLAH euch euer Gehör und euer Sehvermögen wegnehmen und eure Herzen versiegeln, welche Gottheit außer ALLAH wird euch dies zurückgeben?" Siehe, wie WIR die Ayat verdeutlichen, dann sie sich davon abwenden.
Rusça:
Скажи: "Скажите мне, если Аллах отнимет ваш слух и ваше зрение и запечатает ваши сердца, какое божество, кроме Аллаха, вернет вам все это?" Посмотри, как Мы разъясняем знамения, однако они все еще отворачиваются.
Arapça:
قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ أَخَذَ اللَّهُ سَمْعَكُمْ وَأَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلَىٰ قُلُوبِكُم مَّنْ إِلَٰهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُم بِهِ ۗ انظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْآيَاتِ ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
De ki: "Söyleyin bakalım, eğer Allah kulaklarınızı ve gözlerinizi alır da kalblerinize mühür vurursa, Allah'tan başka onları size getirecek tanrı kimdir?". Dikkat et, âyetlerimizi nasıl türlü türlü açıklıyoruz, sonra da onlar yüz çeviriyorlar?
Diyanet Vakfı:
De ki: Ne dersiniz; eğer Allah kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör eder, kalplerinizi de mühürlerse bunları size Allah'tan başka hangi tanrı geri verebilir! Bak, delilleri nasıl açıklıyoruz. Onlar hala yüz çeviriyorlar!

ḳul era'eyteküm in etâküm `aẕâbü-llâhi bagteten ev cehraten hel yühlekü ille-lḳavmu-żżâlimûn.
Türkçe:
Şunu da söyle: "Düşünün bakalım; Allah'ın azabı size ansızın, açıktan geliverse, zalimler topluluğundan başkası mı helâk edilecek?"
İngilizce:
Say: "Think ye, if the punishment of Allah comes to you, whether suddenly or openly, will any be destroyed except those who do wrong?
Fransızca:
Dis : "Que vous en semble ? Si le châtiment d'Allah vous venait à l'improviste ou au grand jour, qui seront détruits sinon les gens injustes ? "
Almanca:
Sag: " Wie seht ihr es? Sollte euch ALLAHs Peinigung unerwartet oder voraussehbar überkommen, werden etwa andere damit zugrunde gerichtet außer den unrecht-begehenden Leuten?"
Rusça:
Скажи: "Скажите мне, если наказание Аллаха поразит вас неожиданно или открыто, разве будет погублен кто-либо, кроме несправедливых людей?"
Arapça:
قُلْ أَرَأَيْتَكُمْ إِنْ أَتَاكُمْ عَذَابُ اللَّهِ بَغْتَةً أَوْ جَهْرَةً هَلْ يُهْلَكُ إِلَّا الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
De ki: "Söyler misiniz bana! Size Allah'ın azabı ansızın veya açıkça gelirse, zalim toplumdan başkası mı helak olur?"
Diyanet Vakfı:
De ki: Söyler misiniz; size Allah'ın azabı ansızın veya açıkça gelirse, zalim toplumdan başkası mı helak olur?

vemâ nürsilü-lmürselîne illâ mübeşşirîne vemünẕirîn. femen âmene veaṣleḥa felâ ḫavfün `aleyhim velâ hüm yaḥzenûn.
Türkçe:
Biz o gönderilen elçileri, müjdeciler ve uyarıcılar olmaktan öte bir şey için göndermiyoruz. İman edip hayrı ve barışı yerleştirenlere korku yoktur. Tasalanmayacaklardır onlar.
İngilizce:
We send the messengers only to give good news and to warn: so those who believe and mend (their lives),- upon them shall be no fear, nor shall they grieve.
Fransızca:
Nous n'envoyons des messagers qu'en annonciateurs et avertisseurs : ceux qui croient donc et se réforment, nulle crainte sur eux et ils ne seront point affligés.
Almanca:
Und WIR entsenden die Gesandten nur als Überbringer froher Botschaft und als Warner. Wer dann den Iman verinnerlicht und gottgefällig Gutes tut, diese überkommt keine Furcht und sie werden nicht traurig werden.
Rusça:
Мы отправляем посланников только добрыми вестниками и предостерегающими увещевателями. Те, которые уверовали и совершали праведные деяния, не познают страха и не будут опечалены.
Arapça:
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ ۖ فَمَنْ آمَنَ وَأَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Biz peygamberleri, ancak rahmetimizin müjdecileri ve azabımızın habercileri olmak üzere göndeririz. Artık kim iman edip durumunu düzeltirse, onlara hiç korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.
Diyanet Vakfı:
Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar üzüntü de çekmeyecekler.

velleẕîne keẕẕebû biâyâtinâ yemessühümü-l`aẕâbü bimâ kânû yefsüḳûn.
Türkçe:
Ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, fenalığa bulaşmaları yüzünden kendilerine azap dokunacaktır.
İngilizce:
But those who reject our signs,- them shall punishment touch, for that they ceased not from transgressing.
Fransızca:
Et ceux qui traitent de mensonges Nos preuves, le châtiment les touchera, à cause de leur perversité.
Almanca:
Doch diejenigen, die Unsere Ayat verleugnen, werden von der Peinigung erfaßt wegen dem, was sie an Fisq zu betreiben pflegten.
Rusça:
А тех, которые считают ложью Наши знамения, коснутся мучения за то, что они были нечестивцами.
Arapça:
وَالَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا يَمَسُّهُمُ الْعَذَابُ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, yapmakta oldukları fenalıklar yüzünden onlara azap dokunacaktır.
Diyanet Vakfı:
Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, yoldan çıkmalarından dolayı onlar azap çekeceklerdir.

ḳul lâ eḳûlü leküm `indî ḫazâinü-llâhi velâ a`lemü-lgaybe velâ eḳûlü leküm innî melek. in ettebi`u illâ mâ yûḥâ ileyy. ḳul hel yestevi-l'a`mâ velbeṣîr. efelâ tetefekkerûn.
Türkçe:
Onlara şunu söyle: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem ben! Size ben bir meleğim de demiyorum. Yalnız bana vahyedilene uyarım ben!" Sor onlara: "Körle gören bir olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?"
İngilizce:
Say: "I tell you not that with me are the treasures of Allah, nor do I know what is hidden, nor do I tell you I am an angel. I but follow what is revealed to me." Say: "can the blind be held equal to the seeing?" Will ye then consider not?
Fransızca:
Dis[-leur]: "Je ne vous dis pas que je détiens les trésors d'Allah, ni que je connais l'Inconnaissable, et je ne vous dis pas que je suis un ange. Je ne fais que suivre ce qui m'est révélé." Dis : "Est-ce que sont égaux l'aveugle et celui qui voit ? Ne réfléchissez-vous donc pas ? "
Almanca:
Sag: "Ich sage euch nicht, daß ich über dieMagazine von ALLAHs (Rizq) verfüge. Auch kenne ich das Verborgene nicht. Noch sage ich euch ebenfalls nicht, daß ich ein Engel sei. Ich folge doch nur dem, was mir an Wahy zuteil wird." Sag: "Sind etwa der Blinde und der Sehende gleich? Denkt ihr etwa nicht nach?!"
Rusça:
Скажи: "Я не говорю вам, что при мне сокровищницы Аллаха, и я не ведаю сокровенного. Я не говорю вам, что являюсь ангелом. Я следую лишь тому, что ниспосылается мне в откровении". Скажи: "Разве равны слепой и зрячий? Неужели вы не поразмыслите?"
Arapça:
قُل لَّا أَقُولُ لَكُمْ عِندِي خَزَائِنُ اللَّهِ وَلَا أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَا أَقُولُ لَكُمْ إِنِّي مَلَكٌ ۖ إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَىٰ إِلَيَّ ۚ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْأَعْمَىٰ وَالْبَصِيرُ ۚ أَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
De ki: "Size Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmiyorum. Ve size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum." De ki: "Kör ile gören bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?"
Diyanet Vakfı:
De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?
Pages
