
vaṣbir `alâ mâ yeḳûlûne vehcürhüm hecran cemîlâ.
Türkçe:
Onların söylediklerine sabret! Ve güzelce ayrıl onlardan.
İngilizce:
And have patience with what they say, and leave them with noble (dignity).
Fransızca:
Et endure ce qu'ils disent; et écarte-toi d'eux d'une façon convenable.
Almanca:
Und übe dich in Geduld dem gegenüber, was sie sagen und entferne dich von ihnen in schöner Entfernung!
Rusça:
Терпимо относись к их словам и сторонись их красиво.
Arapça:
وَاصْبِرْ عَلَىٰ مَا يَقُولُونَ وَاهْجُرْهُمْ هَجْرًا جَمِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Başkalarının diyeceklerine sabret, güzellikle onlardan ayrıl.
Diyanet Vakfı:
Onların (müşriklerin) söylediklerine katlan ve onlardan güzellikle ayrıl.

veẕernî velmükeẕẕibîne üli-nna`meti vemehhilhüm ḳalîlâ.
Türkçe:
Benimle, o nimete boğulmuş yalanlayıcıları baş başa bırak! Birazcık süre tanı onlara.
İngilizce:
And leave Me (alone to deal with) those in possession of the good things of life, who (yet) deny the Truth; and bear with them for a little while.
Fransızca:
Et laisse-moi avec ceux qui crient au mensonge et qui vivent dans l'aisance; et accorde-leur un court répit :
Almanca:
Und laß Mich mit den reichen Ableugnern und gewähre ihnen ein wenig Zeit!
Rusça:
Оставь Меня с обвиняющими во лжи, которые пользуются мирскими благами, и предоставь им небольшую отсрочку.
Arapça:
وَذَرْنِي وَالْمُكَذِّبِينَ أُولِي النَّعْمَةِ وَمَهِّلْهُمْ قَلِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O yalanlayıcı zevk ve refah sahiplerini bana bırak, onlara biraz mühlet ver.
Diyanet Vakfı:
Nimet içinde yüzen o yalancıları bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.

inne ledeynâ enkâlev veceḥîmâ.
Türkçe:
Bizim yanımızda bukağılar var, cehennem var!
İngilizce:
With Us are Fetters (to bind them), and a Fire (to burn them),
Fransızca:
Nous avons [pour eux] lourdes chaînes et Enfer,
Almanca:
Gewiß, bei Uns gibt es schwere Fesseln und Hölle,
Rusça:
Воистину, есть у Нас оковы и Ад,
Arapça:
إِنَّ لَدَيْنَا أَنكَالًا وَجَحِيمًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Zira bizim yanımızda bukağılar var, bir cehennem var.
Diyanet Vakfı:
Hiç şüphesiz bizim nezdimizde (onlar için hazırlanmış) boyunduruklar, yakıcı bir ateş, var.

veṭa`âmen ẕâ guṣṣativ ve`aẕâben elîmâ.
Türkçe:
Boğazdan zor geçen bir yiyecek, korkunç bir azap var,
İngilizce:
And a Food that chokes, and a Penalty Grievous.
Fransızca:
et nourriture à faire suffoquer, et châtiment douloureux.
Almanca:
und erstickende Speise und qualvolle Peinigung,
Rusça:
еда, которой давятся, и мучительные страдания.
Arapça:
وَطَعَامًا ذَا غُصَّةٍ وَعَذَابًا أَلِيمًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Boğaza duran bir yiyecek, elem verici bir azap var.
Diyanet Vakfı:
Boğazdan geçmez bir yiyecek ve elem verici bir azap var.

yevme tercüfü-l'arḍu velcibâlü vekâneti-lcibâlü keŝîbem mehîlâ.
Türkçe:
O günde ki yer ve dağlar sarsılır ve dağlar eriyip akan bir kum yığınına dönüşür.
İngilizce:
One Day the earth and the mountains will be in violent commotion. And the mountains will be as a heap of sand poured out and flowing down.
Fransızca:
Le jour où la terre et les montagnes trembleront, tandis que les montagnes deviendront comme une dune de sable dispersée.
Almanca:
an dem Tag, wenn die Erde und die Berge beben, und die Berge zu verstreuten Dünen werden.
Rusça:
В тот день земля и горы сотрясутся, и горы превратятся в холмы сыпучего песка.
Arapça:
يَوْمَ تَرْجُفُ الْأَرْضُ وَالْجِبَالُ وَكَانَتِ الْجِبَالُ كَثِيبًا مَّهِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O gün yer ve dağlar sarsılacak, dağlar erimiş bir kum yığınına dönecek.
Diyanet Vakfı:
O gün (kıyamet günü) yeryüzü ve dağlar sarsılır; dağlar çöküntü ile akıp giden kum yığınına döner.

innâ erselnâ ileyküm rasûlen şâhiden `aleyküm kemâ erselnâ ilâ fir`avne rasûlâ.
Türkçe:
Biz size, üstünüze tanık olan bir resul gönderdik. Tıpkı Firavun'a bir resul gönderdiğimiz gibi.
İngilizce:
We have sent to you, (O men!) a messenger, to be a witness concerning you, even as We sent a messenger to Pharaoh.
Fransızca:
Nous vous avons envoyé un Messager pour être témoin contre vous, de même que Nous avions envoyé un Messager à Pharaon.
Almanca:
Gewiß, WIR entsandten zu euch einen gegen euch bezeugenden Gesandten, wie WIR zu Pharao einen Gesandten entsandten.
Rusça:
Мы отправили к вам Посланника свидетелем против вас, подобно тому, как отправили посланника к Фараону.
Arapça:
إِنَّا أَرْسَلْنَا إِلَيْكُمْ رَسُولًا شَاهِدًا عَلَيْكُمْ كَمَا أَرْسَلْنَا إِلَىٰ فِرْعَوْنَ رَسُولًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Doğrusu biz size tanıklık edecek bir elçi gönderdik. Nitekim Firavun'a da bir elçi göndermiştik.
Diyanet Vakfı:
Nasıl Firavun'a bir elçi göndermiş idiysek doğrusu size de, hakkınızda şahitlik edecek bir peygamber gönderdik.

fe`aṣâ fir`avnü-rrasûle feeḫaẕnâhü aḫẕev vebîlâ.
Türkçe:
Ama Firavun, resule isyan etti de biz onu korkunç bir tutuşla tutuverdik.
İngilizce:
But Pharaoh disobeyed the messenger; so We seized him with a heavy Punishment.
Fransızca:
Pharaon désobéit alors au Messager. Nous le saisîmes donc rudement.
Almanca:
Dann widersetzte sich Pharao den Gesandten, dann belangten WIR ihn mit einem schweren Belangen.
Rusça:
Фараон ослушался посланника, и Мы схватили его Хваткой суровой.
Arapça:
فَعَصَىٰ فِرْعَوْنُ الرَّسُولَ فَأَخَذْنَاهُ أَخْذًا وَبِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Firavun o elçiye isyan etmişti. Biz de onu ağır bir yakalayışla yakaladık.
Diyanet Vakfı:
Ama Firavun o peygambere karşı gelmiş, biz de onu ağır ve çetin bir şekilde muaheze etmiştik.

fekeyfe tetteḳûne in kefertüm yevmey yec`alü-lvildâne şîbâ.
Türkçe:
Eğer inkâr ve nankörlüğe saparsanız, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çeviren o günden nasıl korunacaksınız?
İngilizce:
Then how shall ye, if ye deny (Allah), guard yourselves against a Day that will make children hoary-headed?-
Fransızca:
Comment vous préserverez-vous, si vous mécroyez, d'un jour qui rendra les enfants comme des vieillards aux cheveux blancs ?
Almanca:
Denn wie schützt ihr euch, wenn ihr Kufr betrieben habt, vor einem Tag, der den Kindern graue Haare bringt?!
Rusça:
Как же вы спасетесь, если не уверуете, в тот день, который заставит поседеть младенцев?
Arapça:
فَكَيْفَ تَتَّقُونَ إِن كَفَرْتُمْ يَوْمًا يَجْعَلُ الْوِلْدَانَ شِيبًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Peki inkâr ederseniz, çocukları ihtiyarlatacak o günden (kıyamet gününden) kendinizi nasıl kurtaracaksınız?
Diyanet Vakfı:
Peki inkar ederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek o günden kendinizi nasıl koruyabileceksiniz?

essemâü münfeṭirum bih. kâne va`dühû mef`ûlâ.
Türkçe:
Gök bile o yüzden parçalanır. O'nun vaadi gerçekleşmiştir.
İngilizce:
Whereon the sky will be cleft asunder? His Promise needs must be accomplished.
Fransızca:
[et] durant lequel le ciel se fendra. Sa promesse s'accomplira sans doute.
Almanca:
Der Himmel spaltet sich davon. Seine Androhung wird gewiß erfüllt.
Rusça:
Небо тогда будет расколото, и обещание Его непременно исполнится.
Arapça:
السَّمَاءُ مُنفَطِرٌ بِهِ ۚ كَانَ وَعْدُهُ مَفْعُولًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O günün dehşetinden gök yarılır. Allah'ın sözü kesinlikle gerçekleşmiştir.
Diyanet Vakfı:
Gökyüzü bile onunla (o günün dehşetiyle) yarılacaktır. Allah'ın vadi mutlaka yerine gelir.

inne hâẕihî teẕkirah. femen şâe-tteḫaẕe ilâ rabbihî sebîlâ.
Türkçe:
Bu, bir öğüt verici, düşündürücüdür. Dileyen, Rabbine doğru, bir yol edinir.
İngilizce:
Verily this is an Admonition: therefore, whoso will, let him take a (straight) path to his Lord!
Fransızca:
Ceci est un rappel . Que celui qui veut prenne une voie [menant] à son Seigneur.
Almanca:
Gewiß, dies ist eine Ermahnung. Wer will, schlägt einen Weg zu seinem HERRN ein.
Rusça:
Воистину, это - Назидание, и всякий, кто пожелает, встанет на путь к своему Господу.
Arapça:
إِنَّ هَٰذِهِ تَذْكِرَةٌ ۖ فَمَن شَاءَ اتَّخَذَ إِلَىٰ رَبِّهِ سَبِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İşte bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol tutar.
Diyanet Vakfı:
İşte bu (anlatılanlar), şüphesiz bir öğüttür. Artık kim dilerse Rabbine (varan) bir yol tutar.
Pages
