Kur'an-ı Kerim - Erhan Aktaş

 
00:00
Örnek: 33
Örneğin: Cennet
Sûre İsmi: 002. Bakara - (İnek) Al-Baqara -- البقرة
S/A Türkçe - Erhan Aktaş Arapça Ano
2/26

Doğrusu Allah, bir sivrisineği veya ondan daha küçüğünü örnek olarak vermekten çekinmez. Îmân Edenler, bunun, Rabb’lerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Kâfirler(1) ise: “Allah, bu örnekle neyi amaçlamıştır?” derler. Allah, bu örnekle birçok kimseyi saptırır, birçok kimseyi de doğru yola iletir. Bununla, ancak fâsıkları(2) saptırır.

۞ إِنَّ اللَّهَ لَا يَسْتَحْيِي أَن يَضْرِبَ مَثَلًا مَّا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا ۚ فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ ۖ وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَٰذَا مَثَلًا ۘ يُضِلُّ بِهِ كَثِيرًا وَيَهْدِي بِهِ كَثِيرًا ۚ وَمَا يُضِلُّ بِهِ إِلَّا الْفَاسِقِينَ

33
2/27

O kimseler misâklerinden(1) sonra Allah’ın ahdini(2) bozarlar. Allah’ın bağlı kalınmasını istediği şeyle bağlarını koparırlar ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. İşte onlar, hüsrana uğrayanlardır.

الَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللَّهِ مِن بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ ۚ أُولَٰئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

34
2/28

Allah’a, nasıl küfrediyorsunuz? Siz ölüler(1) iken sizi var etti, sonra sizi öldürecek, sonra tekrar dirilterek kendisine döndürecektir.

كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللَّهِ وَكُنتُمْ أَمْوَاتًا فَأَحْيَاكُمْ ۖ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

35
2/29

O ki yeryüzündekilerin tamamını sizin için yarattı. Sonra O, göğe istevâ(1) etti; onları yedi gök halinde düzenledi. O, Her Şeyi Bilen’dir.

هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُم مَّا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا ثُمَّ اسْتَوَىٰ إِلَى السَّمَاءِ فَسَوَّاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ ۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

36
2/30

Hani! Bir zamanlar Rabb’in, meleklere(1): “Ben yeryüzünde bir(2) halîfe(3) tayin(4) edeceğim.” demişti. Melekler: orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birisini mi halîfe yapacaksın? Oysa biz Seni övgü ile yüceltip kutsuyoruz.” dediler. Allah: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” dedi.

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الْأَرْضِ خَلِيفَةً ۖ قَالُوا أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ ۖ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ

37
2/31

Allah, Âdem’e bütün isimleri(1) öğretti. Sonra onları meleklere sunup: “Eğer doğru söyleyenlerden iseniz bunların isimlerini bana bildirin.” dedi.(2)

وَعَلَّمَ آدَمَ الْأَسْمَاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلَائِكَةِ فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاءِ هَٰؤُلَاءِ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ

38
2/32

Melekler de: “Sen subhânsın.(1) Bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz Sen her şeyi gerçeği ile bilensin.” dediler.

قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَا إِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا ۖ إِنَّكَ أَنتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

39
2/33

Allah: “Ey Âdem! Bunların isimlerini onlara bildir.” dedi. Âdem isimleri onlara bildirince, Allah meleklere: “Göklerin ve yerin gaybını(1) Ben bilirim; Ben, sizin açıkladıklarınızı da içinizde gizlediklerinizi de bilirim, dememiş miydim?” dedi.

قَالَ يَا آدَمُ أَنبِئْهُم بِأَسْمَائِهِمْ ۖ فَلَمَّا أَنبَأَهُم بِأَسْمَائِهِمْ قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ إِنِّي أَعْلَمُ غَيْبَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَأَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنتُمْ تَكْتُمُونَ

40
2/34

Sonra meleklere: “Âdem için secde(1) edin.” dedik. İblîs(2) hariç hemen secde ettiler. O, yüz çevirip büyüklük tasladı. O Kâfirlerdendi.(3)

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَىٰ وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ

41
2/35

Dedik ki: “Ey Âdem! Eşinle birlikte cennette(1) oturun. Orada dilediğiniz her şeyden bol bol yiyin. Fakat şu şecereye(2) yaklaşmayın; yoksa haksızlık yapmış olursunuz.”

وَقُلْنَا يَا آدَمُ اسْكُنْ أَنتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هَٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمِينَ

42
2/36

Fakat şeytân(1) onları, oradan kaydırdı. Böylece ikisini de içinde bulundukları durumdan çıkardı. Biz de: “Bir kısmınız bir kısmınıza düşman olarak inin(2). Yeryüzü, belli bir süreye kadar size barınak ve geçinme yeri olacak.” dedik.

فَأَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَأَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا فِيهِ ۖ وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ ۖ وَلَكُمْ فِي الْأَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ إِلَىٰ حِينٍ

43
2/37

Derken Âdem, Rabb’inden kelimeler(1) aldı. Böylece, Âdem’in tevbesini(2) kabul etti. Kuşkusuz O, Tevbeleri Kabul Eden’dir, Rahmeti Kesintisiz’dir.

فَتَلَقَّىٰ آدَمُ مِن رَّبِّهِ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِ ۚ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ

44
2/38

“Hepiniz oradan inin(1) dedik. Ben’den bir hidâyet(2) geldiğinde kim hidâyetime uyarsa, artık onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.

قُلْنَا اهْبِطُوا مِنْهَا جَمِيعًا ۖ فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُم مِّنِّي هُدًى فَمَن تَبِعَ هُدَايَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

45
2/39

Ayetlerimizi küfredip yalanlayanlar, Cehennemliktirler. Ve onlar, orada sürekli kalacaklardır.

وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا أُولَٰئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ ۖ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ

46
2/40

Ey İsrâîloğulları! Size bağışladığım nimetimi anımsayın. Bana verdiğiniz sözü tutun ki Ben de size verdiğim sözü yerine getireyim. Ve yalnızca, Bana karşı gelmekten sakının.

يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّتِي أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَأَوْفُوا بِعَهْدِي أُوفِ بِعَهْدِكُمْ وَإِيَّايَ فَارْهَبُونِ

47
2/41

Yanınızdakini(1) “tasdik edici” olarak gönderdiğimize îmân edin. Onu kâfirlik(2) edenlerin ilki siz olmayın. Âyetlerimi az bir değere değişmeyin. Ve Bana karşı takvâlı(3) olun.

وَآمِنُوا بِمَا أَنزَلْتُ مُصَدِّقًا لِّمَا مَعَكُمْ وَلَا تَكُونُوا أَوَّلَ كَافِرٍ بِهِ ۖ وَلَا تَشْتَرُوا بِآيَاتِي ثَمَنًا قَلِيلًا وَإِيَّايَ فَاتَّقُونِ

48
2/42

“Hakk’ı(1) Bâtıl’la(2)” karıştırıp, bile bile “Hakk’ı” gizlemeyin.

وَلَا تَلْبِسُوا الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُوا الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ

49
2/43

Salâtı ikâme edin, zekâtı yapın.(1) Ve rukû edenlerle birlikte rukû edin.(2)

وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَارْكَعُوا مَعَ الرَّاكِعِينَ

50
2/44

İnsanlardan birr(1) olmalarını istiyorsunuz da kendinizi unutuyor musunuz? Oysa Kitâp’ı da okuyorsunuz. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?

۞ أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ وَأَنتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ ۚ أَفَلَا تَعْقِلُونَ

51
2/45

Sabır(1) ve salâtla(2) yardım isteyin. Kuşkusuz bu içtenlikle itaat edenlerden başkasına ağır gelir.

وَاسْتَعِينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلَاةِ ۚ وَإِنَّهَا لَكَبِيرَةٌ إِلَّا عَلَى الْخَاشِعِينَ

52
2/46

Onlar ki: Rabb’lerine kavuşacaklarını ve kesinlikle O’na döneceklerini bilirler.

الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُم مُّلَاقُو رَبِّهِمْ وَأَنَّهُمْ إِلَيْهِ رَاجِعُونَ

53
2/47

Ey İsrâîloğulları! Size verdiğim nimetimi ve size âlemler(1) üzerinde lütufta bulunduğumu hatırlayın.

يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّتِي أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَأَنِّي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ

54
2/48

Öyle bir günden korunup sakının ki: Hiç kimse bir başkasına yardım edemez. Kimseden şefaat(1) kabul edilmez. Kimseden fidye de alınmaz. Kimseye yardım da edilmez.

وَاتَّقُوا يَوْمًا لَّا تَجْزِي نَفْسٌ عَن نَّفْسٍ شَيْئًا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا هُمْ يُنصَرُونَ

55
2/49

Hatırlayın! Sizi, kadınlarınızı sağ bırakıp, oğullarınızı boğazlayarak, azâbın en kötüsüne uğratan Firavun’un adamlarından kurtarmıştık. Bunda, sizin için Rabb’inizden büyük bir sınav vardı.

وَإِذْ نَجَّيْنَاكُم مِّنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُوءَ الْعَذَابِ يُذَبِّحُونَ أَبْنَاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءَكُمْ ۚ وَفِي ذَٰلِكُم بَلَاءٌ مِّن رَّبِّكُمْ عَظِيمٌ

56
2/50

Hatırlayın! Denizi yararak sizi kurtarmış, gözlerinizin önünde Firavun taraftarlarını denizde boğmuştuk.

وَإِذْ فَرَقْنَا بِكُمُ الْبَحْرَ فَأَنجَيْنَاكُمْ وَأَغْرَقْنَا آلَ فِرْعَوْنَ وَأَنتُمْ تَنظُرُونَ

57
2/51

Hatırlayın! Mûsâ ile kırk gece için sözleşmiştik. Sonra siz, onun arkasından buzağı yaparak(1) zâlimleştiniz.

وَإِذْ وَاعَدْنَا مُوسَىٰ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِن بَعْدِهِ وَأَنتُمْ ظَالِمُونَ

58
2/52

Sonra, bunun ardından, belki şükredersiniz diye sizi affettik.

ثُمَّ عَفَوْنَا عَنكُم مِّن بَعْدِ ذَٰلِكَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

59
2/53

Doğru yolu bulasınız diye, Mûsâ’ya Kitâp’ı ve Furkân’ı(1) verdik.

وَإِذْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَالْفُرْقَانَ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

60
2/54

Hatırlayın! Mûsâ, halkına: “Ey halkım! Siz buzağıyı edinmekle(1) kuşkusuz kendinize zûlmettiniz. Hemen tevbe edin ve böylece nefislerinizi öldürün.(2) Bu Bâri’nizin(3) yanında sizin için hayırlı olandır.” demişti. Sonra da O, tevbenizi kabul etmişti. Kuşkusuz O, Tevbeleri Kabul Eden’dir, Rahmeti Kesintisiz’dir.

وَإِذْ قَالَ مُوسَىٰ لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ إِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ أَنفُسَكُم بِاتِّخَاذِكُمُ الْعِجْلَ فَتُوبُوا إِلَىٰ بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُوا أَنفُسَكُمْ ذَٰلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ عِندَ بَارِئِكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ ۚ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ

61
2/55

Hani siz: “Ey Mûsâ! Allah’ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayız.” demiştiniz de o an, bakıp dururken, sizi yıldırım gürültüsü yakalamıştı.

وَإِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسَىٰ لَن نُّؤْمِنَ لَكَ حَتَّىٰ نَرَى اللَّهَ جَهْرَةً فَأَخَذَتْكُمُ الصَّاعِقَةُ وَأَنتُمْ تَنظُرُونَ

62
2/56

Sonra, şükredesiniz diye ölümünüzün(1) ardından sizi dirilttik(2).

ثُمَّ بَعَثْنَاكُم مِّن بَعْدِ مَوْتِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

63
2/57

Ve bulutları üzerinize gölge yaptık. Size menn(1) ve bıldırcın bağışladık.(2) “Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin.” dedik. Onlar, Bize(3) zûlmetmediler, fakat kendilerine zûlmediyorlardı.

وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْغَمَامَ وَأَنزَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَىٰ ۖ كُلُوا مِن طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ ۖ وَمَا ظَلَمُونَا وَلَٰكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

64