Yunus-- يونس

metâ`un fi-ddünyâ ŝümme ileynâ merci`uhüm ŝümme nüẕîḳuhümü-l`aẕâbe-şşedîde bimâ kânû yekfürûn.

Türkçe:
Dünyada biraz nimetlenme, ardından dönüşleri bize! Sonra biz, inkâr ettikerinden ötürü şiddetli azabı onlara tattıracağız.
İngilizce:
A little enjoyment in this world!- and then, to Us will be their return, then shall We make them taste the severest penalty for their blasphemies.
Fransızca:
C'est une jouissance (temporaire) dans la vie d'ici-bas; puis ils retourneront vers Nous et Nous leur ferons goûter au dur châtiment, à titre de sanction pour leur mécréance.
Almanca:
Sie haben (vergängliche) Freuden und Gebrauchsgüter im diesseitigen Leben, dann wird ihre Rückkehr zu Uns sein, dann werden WIR sie die qualvolle Peinigung erfahren lassen für das, was sie an Kufr zu betreiben pflegten.
Rusça:
Они попользуются мирскими благами, а затем вернутся к Нам. И тогда Мы дадим им вкусить тяжкие мучения за то, что они не уверовали.
Arapça:
مَتَاعٌ فِي الدُّنْيَا ثُمَّ إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ ثُمَّ نُذِيقُهُمُ الْعَذَابَ الشَّدِيدَ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Dünyadaki zevkler çabuk biter. Sonra dönüşleri bize olacaktır. Daha sonra da inkâr ettiklerinden dolayı o çetin azabı biz onlara tattıracağız.
Diyanet Vakfı:
Dünyada bir miktar geçim (sağlarlar), sonra dönüşleri bizedir; sonra da inkar etmekte oldukları şeylerden ötürü onlara şiddetli azabı tattırırız.

vetlü `aleyhim nebee nûḥ. iẕ ḳâle liḳavmihî yâ ḳavmi in kâne kebüra `aleyküm meḳâmî veteẕkîrî biâyâti-llâhi fe`ale-llâhi tevekkeltü feecmi`û emraküm veşürakâeküm ŝümme lâ yekün emruküm `aleyküm gummeten ŝümme-ḳḍû ileyye velâ tünżirûn.

Türkçe:
Onlara Nûh'un haberini de oku! Hani, toplumuna şöyle demişti: "Eğer benim konumum ve Allah'ın ayetlerini hatırlatmam size ağır geliyorsa artık ben, Allah'a dayandım. Siz de ortaklarınızla bir araya gelip işinize bakın. Yapacağınız şey size bir kaygı da vermesin, hükmünüzü bana uygulayın. Ve bana fırsat da vermeyin."
İngilizce:
Relate to them the story of Noah. Behold! he said to his people: "O my people, if it be hard on your (mind) that I should stay (with you) and commemorate the signs of Allah,- yet I put my trust in Allah. Get ye then an agreement about your plan and among your partners, so your plan be on to you dark and dubious. Then pass your sentence on me, and give me no respite.
Fransızca:
Raconte-leur l'histoire de Noé, quand il dit à son peuple : "ô mon peuple, si mon séjour (parmi vous), et mon rappel des signes d'Allah vous pèsent trop, alors c'est en Allah que je place (entièrement) ma confiance. Concertez-vous avec vos associés, et ne cachez pas vos desseins. Puis, décidez de moi et ne me donnez pas de répit.
Almanca:
Und trage ihnen die Geschichte von Nuh vor, als er zu seinen Leuten sagte: "Meine Leute! Sollten mein (längerer) Aufenthalt und meine Ermahnung mit ALLAHs Ayat für euch unerträglich sein, so übe ich ALLAH gegenüber Tawakkul. Also trefft eure Entscheidung mit den von euch Beigesellten! Eure Entscheidung soll dann nicht geheim sein, danach unterrichtet mich darüber und nehmt auf mich dabei keine Rücksicht!
Rusça:
Прочти им рассказ о Нухе (Ное). Вот он сказал своему народу: "О народ мой! Если вам тяжко от того, что я нахожусь среди вас и напоминаю о знамениях Аллаха, то я уповаю на Аллаха. Объединитесь со своими идолами и действуйте открыто, а затем вынесите свой приговор и не предоставляйте мне отсрочки.
Arapça:
۞ وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ نُوحٍ إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ إِن كَانَ كَبُرَ عَلَيْكُم مَّقَامِي وَتَذْكِيرِي بِآيَاتِ اللَّهِ فَعَلَى اللَّهِ تَوَكَّلْتُ فَأَجْمِعُوا أَمْرَكُمْ وَشُرَكَاءَكُمْ ثُمَّ لَا يَكُنْ أَمْرُكُمْ عَلَيْكُمْ غُمَّةً ثُمَّ اقْضُوا إِلَيَّ وَلَا تُنظِرُونِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bir de onlara Nuh'un kıssasını oku: Hani o bir zamanlar kavmine demişti ki: "Ey kavmim, eğer benim aranızda duruşum ve Allah'ın âyetleriyle öğüt verişim size ağır geliyorsa, şunu bilin ki, ben yalnızca Allah'a dayanmışımdır, artık siz ve ortaklarınız her ne yapacaksanız toplanıp bütün gücünüzle karar veriniz. Sonra bu işiniz size dert olmasın. Sonra bana ne yapacaksanız yapın, bana mühlet de vermeyin".
Diyanet Vakfı:
Onlara Nuh'un haberini oku: Hani o kavmine demişti ki: "Ey kavmim! Eğer benim (aranızda) durmam ve Allah'ın ayetlerini hatırlatmam size ağır geldi ise, ben yalnız Allah'a dayanıp güvenirim. Siz de ortaklarınızla beraber toplanıp yapacağınızı kararlaştırın. Sonra işiniz başınıza dert olmasın. Bundan sonra (vereceğiniz) hükmü, bana uygulayın ve bana mühlet de vermeyin."

fein tevelleytüm femâ seeltüküm min ecr. in ecriye illâ `ale-llâhi veümirtü en ekûne mine-lmüslimîn.

Türkçe:
"Yüz çevirdiyseniz çevirin. Ben sizden bir ücret istemedim. Benim ücretim, Allah'tan gelecektir. Bana, müslümanlardan/Allah'a teslim olanlardan olmam emredildi."
İngilizce:
But if ye turn back, (consider): no reward have I asked of you: my reward is only due from Allah, and I have been commanded to be of those who submit to Allah's will (in Islam).
Fransızca:
Si vous vous détournez, alors je ne vous ai pas demandé de salaire... Mon salaire n'incombe qu'à Allah. Et il m'a été commandé d'être du nombre des soumis".
Almanca:
Solltet ihr euch abwenden, so habe ich euch nicht um Lohn gebeten. Mein Lohn obliegt nur ALLAH. Und mir wurde geboten, einer der Muslime zu sein."
Rusça:
Но если вы отвернетесь, то ведь я не просил у вас награды. Меня вознаградит только Аллах, и мне велено быть одним из мусульман".
Arapça:
فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَمَا سَأَلْتُكُم مِّنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى اللَّهِ ۖ وَأُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْمُسْلِمِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Eğer yüz çevirirseniz çevirin, ben de sizden bir ücret istemedim ya! Benim mükafatımı ancak Allah verir. Ve ben O'nun emrine boyun eğen müslümanlardan olmakla emrolundum.
Diyanet Vakfı:
"Eğer yüz çeviriyorsanız, zaten ben sizden bir ücret istemedim. Benim ecrim Allah'tan başkasına ait değildir ve bana müslümanlardan olmam emrolundu."

fekeẕẕebûhü fenecceynâhü vemem me`ahû fi-lfülki vece`alnâhüm ḫalâife veagraḳne-lleẕîne keẕẕebû biâyâtinâ. fenżur keyfe kâne `âḳibetü-lmünẕerîn.

Türkçe:
Bunun üzerine, onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla beraber bulunanları kurtardık, onları yöneticiler yaptık; ayetlerimizi yalanlayanları da batırıp boğduk. Bak da gör, önceden uyarılanların sonu nice oluyor!
İngilizce:
They rejected Him, but We delivered him, and those with him, in the Ark, and We made them inherit (the earth), while We overwhelmed in the flood those who rejected Our Signs. Then see what was the end of those who were warned (but heeded not)!
Fransızca:
Ils le traitèrent de menteur. Nous le sauvâmes, lui et ceux qui étaient avec lui dans l'arche, desquels Nous fîmes les successeurs (sur la terre). Nous noyâmes ceux qui traitaient de mensonge Nos preuves. Regarde comment a été la fin de ceux qui avaient été avertis !
Almanca:
Sie haben ihn jedoch des Lügens bezichtigt, so haben WIR ihn und diejenigen mit ihm im Schiff gerettet, diese als Nachfolger eingesetzt und diejenigen ertrinken lassen, die Unsere Ayat abgeleugnet haben. Also nimm wahr, wie das Anschließende von den Ermahnten war.
Rusça:
Они сочли его лжецом, и Мы спасли его и тех, кто был с ним, в ковчеге. Мы сделали их преемниками и потопили тех, кто отвергал Наши знамения. Посмотри же, каким был конец увещеваемых!
Arapça:
فَكَذَّبُوهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَمَن مَّعَهُ فِي الْفُلْكِ وَجَعَلْنَاهُمْ خَلَائِفَ وَأَغْرَقْنَا الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا ۖ فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنذَرِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Buna rağmen yine de onu inkâr ettiler. Biz de onu ve gemide kendisiyle beraber olanları kurtardık. Ve onları yeryüzüne halifeler yaptık. Âyetlerimizi inkâr edenleri ise suda boğduk. Bak işte uyarılanların akıbeti nasıl oldu.
Diyanet Vakfı:
Yine de onu yalanladılar, biz de hem onu hem de onunla beraber gemide bulunanları kurtardık ve onları (yeryüzünde) halifeler kıldık; ayetlerimizi yalanlayanları da (denizde) boğduk. Bak ki uyarılanların (fakat inanmayanların) sonu nasıl oldu!

ŝümme be`aŝnâ mim ba`dihî rusülen ilâ ḳavmihim fecâûhüm bilbeyyinâti femâ kânû liyü'minû bimâ keẕẕebû bihî min ḳabl. keẕâlike naṭbe`u `alâ ḳulûbi-lmü`tedîn.

Türkçe:
Nûh'un ardından birçok resulleri daha toplumlarına gönderdik. Onlara açık-seçik kanıtlar getirdiler. Ama onlar daha önceden yalanladıkları şeye bir türlü inanmadılar. Azgınlığa sapanların kalplerini biz, işte böyle mühürleriz.
İngilizce:
Then after him We sent (many) messengers to their peoples: they brought them Clear Signs, but they would not believe what they had already rejected beforehand. Thus do We seal the hearts of the transgressors.
Fransızca:
Puis Nous envoyâmes après lui des messagers à leurs peuples. Ils leur vinrent avec les preuves. Mais (les gens) étaient tels qu'ils ne pouvaient croire à ce qu'auparavant ils avaient traité de mensonge. Ainsi scellons-Nous les coeurs des transgresseurs.
Almanca:
Dann entsandten WIR nach ihm Gesandte zu ihren Leuten. Sie kamen zu ihnen mit deutlichen Zeichen. Doch es lag ihnen nicht, den Iman an das zu verinnerlichen, was sie vorher abgeleugnet haben. Solcherart versiegeln WIR die Herzen der Übertretenden.
Rusça:
После него Мы отправили посланников к их народам. Они приносили им ясные знамения, но они не желали уверовать в то, что отвергали прежде. Так Мы запечатываем сердца преступников.
Arapça:
ثُمَّ بَعَثْنَا مِن بَعْدِهِ رُسُلًا إِلَىٰ قَوْمِهِمْ فَجَاءُوهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا بِهِ مِن قَبْلُ ۚ كَذَٰلِكَ نَطْبَعُ عَلَىٰ قُلُوبِ الْمُعْتَدِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Sonra onun arkasından birçok peygamberleri kavimlerine gönderdik. Onlara açık mucizelerle geldiler. Fakat onlar bir defa yalan dediklerine sonuna kadar bir türlü inanmadılar. İşte biz, haddi aşanların kalblerini böyle mühürleriz.
Diyanet Vakfı:
Sonra onun arkasından birçok peygamberi kendi toplumlarına gönderdik. Onlara mucizeler getirdiler. Fakat onlar daha önce yalanladıkları şeye inanacak değillerdi. İşte haddi aşanların kalplerini biz böyle mühürleriz.

ŝümme be`aŝnâ mim ba`dihim mûsâ vehârûne ilâ fir`avne vemeleihî biâyâtinâ festekberû vekânû ḳavmem mücrimîn.

Türkçe:
Onların ardından da Mûsa ile Hârun'u ayetlerimiz eşliğinde Firavun ve kurmaylarına gönderdik. Kibre saptılar ve günahkâr bir topluluk oldular.
İngilizce:
Then after them sent We Moses and Aaron to Pharaoh and his chiefs with Our Signs. But they were arrogant: they were a people in sin.
Fransızca:
Ensuite, Nous envoyâmes après eux Moïse et Aaron, munis de Nos preuves à Pharaon et ses notables. Mais (ces gens) s'enflèrent d'orgueil et ils étaient un peuple criminel.
Almanca:
Dann entsandten WIR nach ihnen Musa und Harun zu Pharao und seinen Entscheidungsträgern mit Unseren Ayat. Diese erhoben sich jedoch in Arroganz und waren schwer verfehlende Leute.
Rusça:
После них Мы послали Мусу (Моисея) и Харуна (Аарона) с Нашими знамениями к Фараону и его знати, но они возгордились. Они были грешным народом.
Arapça:
ثُمَّ بَعَثْنَا مِن بَعْدِهِم مُّوسَىٰ وَهَارُونَ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ بِآيَاتِنَا فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا مُّجْرِمِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Sonra bunların arkasından Musa ile Harun'u âyetlerimizle Firavun'a ve cemaatine gönderdik. İman etmeyi kibirlerine yediremediler ve günahkâr bir kavim oldular.
Diyanet Vakfı:
Sonra onların ardından da Firavun ve toplumuna Musa ile Harun'u mucizelerimizle gönderdik, fakat onlar kibirlendiler ve günahkar bir toplum oldular.

felemmâ câehümü-lḥaḳḳu min `indinâ ḳâlû inne hâẕâ lesiḥrum mübîn.

Türkçe:
Gerçek, katımızdan onlara geldiğinde şöyle demişlerdi: "Hiç kuşkusuz, bu, apaçık bir büyüdür."
İngilizce:
When the Truth did come to them from Us, they said: "This is indeed evident sorcery!"
Fransızca:
Et lorsque la vérité leur vint de Notre part, ils dirent : "Voilà certes, une magie manifeste ! "
Almanca:
Und als zu ihnen die Wahrheit von Uns kam, sagten sie: "Gewiß, dies ist zweifelsohne eine offenkundige Magie."
Rusça:
Когда к ним явилась истина от Нас, они сказали: "Воистину, это - очевидное колдовство".
Arapça:
فَلَمَّا جَاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِندِنَا قَالُوا إِنَّ هَٰذَا لَسِحْرٌ مُّبِينٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kendilerine tarafımızdan hak gelince, "Muhakkak ki bu, apaçık bir sihirdir." dediler.
Diyanet Vakfı:
Katımızdan onlara hak (mucize) gelince: "Bu elbette apaçık bir sihirdir" dediler.

ḳâle mûsâ eteḳûlûne lilḥaḳḳi lemmâ câeküm. esiḥrun hâẕâ. velâ yüfliḥu-ssâḥirûn.

Türkçe:
Mûsa dedi ki: "Gerçek size ulaştığında böyle mi konuşuyorsunuz? Büyü müdür bu? Büyücülerin kurtuluşu yoktur."
İngilizce:
Said Moses: "Say ye (this) about the truth when it hath (actually) reached you? Is sorcery (like) this? But sorcerers will not prosper."
Fransızca:
Moïse dit : "Dites-vous à la Vérité quand elle vous est venue : Est-ce que cela est de la magie ? Alors que les magiciens ne réussissent pas...".
Almanca:
Musa sagte: "Sagt ihr etwa über die Wahrheit, als sie zu euch kam, dies sei Magie? Aber dieMagier werden nicht erfolgreich sein!”
Rusça:
Муса (Моисей) сказал: "Неужели, когда истина явилась к вам, вы говорите: "Колдовство ли это?" Воистину, колдуны не преуспеют".
Arapça:
قَالَ مُوسَىٰ أَتَقُولُونَ لِلْحَقِّ لَمَّا جَاءَكُمْ ۖ أَسِحْرٌ هَٰذَا وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Musa dedi ki, "Size hak gelince, ona böyle mi diyorsunuz? Bu sihir midir?" Halbuki sihirbazlar iflah olmazlar.
Diyanet Vakfı:
Musa: "Size hak geldiğinde onun için (hep böyle) mi dersiniz? Bu bir sihir midir? Halbuki sihirbazlar iflah olmazlar" dedi.

ḳâlû eci'tenâ litelfitenâ `ammâ vecednâ `aleyhi âbâenâ vetekûne leküme-lkibriyâü fi-l'arḍ. vemâ naḥnü lekümâ bimü'minîn.

Türkçe:
Dediler ki: "Sen bize, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden bizi çeviresin de bu toprakta devlet ve ululuk ikinizin olsun diye mi geldin? Biz, ikinize de inanmıyoruz."
İngilizce:
They said: "Hast thou come to us to turn us away from the ways we found our fathers following,- in order that thou and thy brother may have greatness in the land? But not we shall believe in you!"
Fransızca:
Ils dirent : "Est-ce pour nous écarter de ce sur quoi nous avons trouvé nos ancêtres que tu es venu à nous, et pour que la grandeur appartienne à vous deux sur la terre ? Et nous ne croyons pas en vous ! "
Almanca:
Sie sagten: "Kamst du 1 etwa, um uns von dem abzubringen, was wir bei unseren Ahnen vorfanden, und damit euch beiden (dir mit deinem Bruder) die Herrschaft im Lande gehört?! Wir werden euch gewiß nicht glauben."
Rusça:
Они сказали: "Неужели ты пришел для того, чтобы сбить нас с пути, по которому шли наши отцы, и чтобы вам обоим досталось величие на земле? Мы не уверуем в вас".
Arapça:
قَالُوا أَجِئْتَنَا لِتَلْفِتَنَا عَمَّا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءَنَا وَتَكُونَ لَكُمَا الْكِبْرِيَاءُ فِي الْأَرْضِ وَمَا نَحْنُ لَكُمَا بِمُؤْمِنِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Dediler ki: "Sen bizi, atalarımızdan kalan yoldan çeviresin de yeryüzünde saltanat ikinizin olsun diye mi geldin? Biz ikinize de inanmayız".
Diyanet Vakfı:
Onlar dediler ki: Babalarımızı üzerinde bulduğumuz (dinden) bizi döndüresin ve yeryüzünde ululuk sizin ikinizin olsun diye mi bize geldin? Halbuki biz size inanacak değiliz.

veḳâle fir`avnü-'tûnî bikülli sâḥirin `alîm.

Türkçe:
Firavun seslendi: "Tüm bilgin büyücüleri huzuruma getirin!"
İngilizce:
Said Pharaoh: "Bring me every sorcerer well versed."
Fransızca:
Et Pharaon dit : "Amenez-moi tout magicien savant ! "
Almanca:
Pharao sagte dann: "Bringt mir jeden äußerst wissenden Magier!"
Rusça:
Фараон сказал: "Приведите ко мне всех знающих колдунов".
Arapça:
وَقَالَ فِرْعَوْنُ ائْتُونِي بِكُلِّ سَاحِرٍ عَلِيمٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Firavun da: "Bana bütün bilgili sihirbazları toplayıp getirin!" dedi.
Diyanet Vakfı:
Firavun dedi ki: Bilgili bütün sihirbazları bana getirin!

Pages

Yunus--  يونس beslemesine abone olun.