014. İbrahim - (İbrahim) Ibrahim – إبراهيم

ḳâlet lehüm rusülühüm in naḥnü illâ beşerum miŝlüküm velâkinne-llâhe yemünnü `alâ mey yeşâü min `ibâdih. vemâ kâne lenâ en ne'tiyeküm bisülṭânin illâ biiẕni-llâh. ve`ale-llâhi felyetevekkeli-lmü'minûn.

Türkçe:
Resulleri onlara dediler ki: "Biz de sadece sizin gibi birer insanız, fakat Allah, kullarından dilediğine lütufta bulunur. Allah'ın izni olmadan bizim size bir kanıt getirmemiz haddimize değil. İnananlar yalnız Allah'a dayanıp güvensinler."
İngilizce:
Their messengers said to them: "True, we are human like yourselves, but Allah doth grant His grace to such of his servants as He pleases. It is not for us to bring you an authority except as Allah permits. And on Allah let all men of faith put their trust.
Fransızca:
Leurs messagers leur dirent : "Certes, nous ne sommes que des humains comme vous. Mais Allah favorise qui Il veut parmi Ses serviteurs. Il ne nous appartient de vous apporter quelque preuve, que par la permission d'Allah. Et c'est en Allah que les croyants doivent placer leur confiance.
Almanca:
Ihre Gesandten sagten ihnen: ”Wir sind bestimmt nur Menschen wie ihr. Doch ALLAH erweist Gnade, wem ER will von Seinen Dienern. Und uns steht es nicht zu, euch eine Bestätigung zu erbringen, es sei denn mit ALLAHs Zustimmung. Und ALLAH gegenüber sollen die Mumin Tawakkul üben.
Rusça:
Посланники говорили им: "Мы - такие же люди, как и вы. Однако Аллах одаряет Своей милостью того из Своих рабов, кого пожелает. Мы не можем явить вам знамение без соизволения Аллаха. Пусть же верующие уповают только на Аллаха!
Arapça:
قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ إِن نَّحْنُ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ وَلَٰكِنَّ اللَّهَ يَمُنُّ عَلَىٰ مَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ ۖ وَمَا كَانَ لَنَا أَن نَّأْتِيَكُم بِسُلْطَانٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ ۚ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Peygamberleri onlara dediler ki: "(Evet) biz ancak sizin gibi bir insanız, ama Allah kullarından dilediğine nimetini lütfeder. Ve Allah'ın izni olmadıkça bizim size bir delil getirmemize imkan yoktur. Müminler ancak Allah'a dayansınlar.
Diyanet Vakfı:
Peygamberleri onlara dediler ki: "(Evet) biz sizin gibi bir insandan başkası değiliz. Fakat Allah nimetini kullarından dilediğine lütfeder. Allah'ın izni olmadan bizim size bir delil getirmemize imkan yoktur. Müminler ancak Allah'a dayansınlar."

vemâ lenâ ellâ netevekkele `ale-llâhi veḳad hedânâ sübülenâ. velenaṣbiranne `alâ mâ âẕeytümûnâ. ve`ale-llâhi felyetevekkeli-lmütevekkilûn.

Türkçe:
"O, bize yollarımızı göstermişken neden Allah'a tevekkül etmeyecekmişiz? Bize yaptığınız eziyetlere elbette sabredeceğiz. Tevekkül edenler yalnız Allah'a tevekkül etsinler."
İngilizce:
No reason have we why we should not put our trust on Allah. Indeed He Has guided us to the Ways we (follow). We shall certainly bear with patience all the hurt you may cause us. For those who put their trust should put their trust on Allah.
Fransızca:
Et qu'aurions-nous à ne pas placer notre confiance en Allah, alors qu'Il nous guidés sur les sentiers [que nous devions suivre] ? Nous endurerons sûrement la persécution que vous nous infligez. Et ceux qui ont confiance en Allah s'en remettent entièrement à Lui."
Almanca:
Und weshalb sollen wir nicht ALLAH gegenüber Tawakkul üben, wo ER uns bereits auf unseren Wegen rechtleitete?! Und wir werden uns doch in Geduld üben dem gegenüber, was ihr uns an Kränkungen zufügt. Und ALLAH gegenüber sollen die Tawakkul-Übenden Tawakkul üben."
Rusça:
Отчего же нам не уповать на Аллаха, если Он повел нас нашими путями? Мы непременно стерпим причиняемые вами мучения. Пусть же уповающие уповают только на Аллаха!"
Arapça:
وَمَا لَنَا أَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللَّهِ وَقَدْ هَدَانَا سُبُلَنَا ۚ وَلَنَصْبِرَنَّ عَلَىٰ مَا آذَيْتُمُونَا ۚ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bize yollarımızı göstermişken neden biz Allah'a dayanıp güvenmeyelim? Elbette bize yaptığınız eziyetlere katlanacağız. Tevekkül edenler yalnız Allah'a tevekkül etsinler."
Diyanet Vakfı:
"Hem, bize yollarımızı göstermiş olduğu halde ne diye biz, Allah'a dayanıp güvenmeyelim? Sizin bize verdiğiniz eziyete elbette katlanacağız. Tevekkül edenler yalnız Allah'a tevekkülde sebat etsinler."

veḳâle-lleẕîne keferû lirusülihim lenuḫricenneküm min arḍinâ ev lete`ûdünne fî milletinâ. feevḥâ ileyhim rabbühüm lenühlikenne-żżâlimîn.

Türkçe:
Küfre sapanlar kendi resullerine şöyle dediler: "Ya tam bir biçimde bizim milletimize dönersiniz yahut da sizi yurdumuzdan mutlaka çıkarırız." Rableri de onlara şunu vahyetti: "Zalimleri muhakkak helâk edeceğiz."
İngilizce:
And the Unbelievers said to their messengers: "Be sure we shall drive you out of our land, or ye shall return to our religion." But their Lord inspired (this Message) to them: "Verily We shall cause the wrong-doers to perish!
Fransızca:
Et ceux qui ont mécru dirent à leurs messagers : "Nous vous expulserons certainement de notre territoire, à moins que vous ne réintégriez notre religion ! " Alors, leur Seigneur leur révéla : "Assurément Nous anéantirons les injustes,
Almanca:
Und diejenigen, die Kufr betrieben haben, sagten zu ihren Gesandten: "Wir werden euch unweigerlich aus unserem Land vertreiben, oder ihr kehrt doch in unsere Glaubensgemeinschaft zurück." Dann hat ihr HERR ihnen Wahy zuteil werden lassen: "Gewiß, WIR werden die Unrecht-Begehenden zugrunde richten.
Rusça:
Неверующие говорили своим посланникам: "Мы изгоним вас с нашей земли, или же вы вернетесь в нашу религию". Тогда Господь внушал им: "Мы непременно погубим беззаконников
Arapça:
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِرُسُلِهِمْ لَنُخْرِجَنَّكُم مِّنْ أَرْضِنَا أَوْ لَتَعُودُنَّ فِي مِلَّتِنَا ۖ فَأَوْحَىٰ إِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِمِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İnkâr edenler peygamberlerine dediler ki: "Ya sizi mutlaka yurdumuzdan çıkaracağız, ya da mutlaka dinimize döneceksiniz!" Rableri de onlara: "Zâlimleri mutlaka helak edeceğiz" diye vahyetti.
Diyanet Vakfı:
Kafir olanlar peygamberlerine dediler ki: "Elbette sizi ya yurdumuzdan çıkaracağız, ya da mutlaka dinimize döneceksiniz!" Rableri de onlara: "Zalimleri mutlaka helak edeceğiz!" diye vahyetti.

velenüskinennekümü-l'arḍa mim ba`dihim. ẕâlike limen ḫâfe meḳâmî veḫâfe ve`îd.

Türkçe:
"Ve onların ardından o toprağa mutlaka sizi yerleştireceğiz. Bu, makamımdan korkan, tehdidimden korkan için böyledir."
İngilizce:
And verily We shall cause you to abide in the land, and succeed them. This for such as fear the Time when they shall stand before My tribunal,- such as fear the punishment denounced.
Fransızca:
et vous établirons dans le pays après eux. Cela est pour celui qui craint Ma présence et craint Ma menace".
Almanca:
Und WIR werden euch bestimmt das Land nach ihnen bewohnen lassen. Dies ist für denjenigen, der Ehrfurcht vor der Vorstellung Mir gegenüber hat, und der Meine Androhung fürchtet."
Rusça:
и поселим вас на земле после них. Так будет с теми, кто боится предстать предо Мной и боится Моей угрозы".
Arapça:
وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الْأَرْضَ مِن بَعْدِهِمْ ۚ ذَٰلِكَ لِمَنْ خَافَ مَقَامِي وَخَافَ وَعِيدِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ve Onlardan sonra sizi mutlaka o yerde yerleştireceğiz. Bu, makamımdan ve tehdidimden korkan içindir.
Diyanet Vakfı:
Ve (ey inananlar!) Onlardan sonra sizi mutlaka o yerde yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkan ve tehdidimden sakınan kimselere mahsustur.

vestefteḥû veḫâbe küllü cebbârin `anîd.

Türkçe:
Ve Allah'tan fetih istediler. Ve her inatçı zorba perişan oldu.
İngilizce:
But they sought victory and decision (there and then), and frustration was the lot of every powerful obstinate transgressor.
Fransızca:
Et ils demandèrent [à Allah] la victoire. Et tout tyran insolent fut déçu.
Almanca:
Und sie baten um die Entscheidung, dann ging zugrunde jeder eigensinnige Gewalttäter.
Rusça:
Они молили о победе, и каждый упорный притеснитель оказывался в убытке.
Arapça:
وَاسْتَفْتَحُوا وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَنِيدٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Peygamberler, düşmanlarına karşı) fetih istediler, ve her zorba inatçı hüsrana uğradı.
Diyanet Vakfı:
(Peygamberler) fetih istediler (Allah da verdi). Her inatçı zorba da hüsrana uğradı.

miv verâihî cehennemü veyüsḳâ mim mâin ṣadîd.

Türkçe:
Ardından da cehennem. İrinli bir sudan içirilecekler.
İngilizce:
In front of such a one is Hell, and he is given, for drink, boiling fetid water.
Fransızca:
L'Enfer est sa destination et il sera abreuvé d'une eau purulente
Almanca:
Und auf ihn wartet Dschahannam, und er wird mit Wasser voll mit Eiter getränkt.
Rusça:
А впереди его ожидает Геенна, и поить его будут гнойной водой.
Arapça:
مِّن وَرَائِهِ جَهَنَّمُ وَيُسْقَىٰ مِن مَّاءٍ صَدِيدٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ardından da Cehennem vardır, orada kendisine irinli su içirilecektir.
Diyanet Vakfı:
Ardından da (o inatçı zorbaya) cehennem vardır; kendisine irinli su içirilecektir!

yetecerra`uhû velâ yekâdü yüsîguhû veye'tîhi-lmevtü min külli mekâniv vemâ hüve bimeyyit. vemiv verâihî `aẕâbün galîż.

Türkçe:
Onu yutmaya çalışacak ama boğazından geçiremeyecek. Ölüm her yandan üstüne gelecek de bir türlü ölmeyecek. Arkasından da dehşetli bir azap.
İngilizce:
In gulps will he sip it, but never will he be near swallowing it down his throat: death will come to him from every quarter, yet will he not die: and in front of him will be a chastisement unrelenting.
Fransızca:
qu'il tentera d'avaler à petites gorgées. Mais c'est à peine s'il peut l'avaler. La mort lui viendra de toutes parts, mais il ne mourra pas; et il aura un châtiment terrible.
Almanca:
Er nippt an ihm und kann es kaum herunterschlucken. Und der Tod umgibt ihn aus allen Richtungen, doch er wird nicht sterben. Und auf ihn wartet noch eine überharte Peinigung.
Rusça:
Он будет пить ее глотками, но едва ли сможет проглотить ее. Смерть будет подступать к нему со всех сторон, однако он не умрет, ибо перед ним будут тяжкие мучения.
Arapça:
يَتَجَرَّعُهُ وَلَا يَكَادُ يُسِيغُهُ وَيَأْتِيهِ الْمَوْتُ مِن كُلِّ مَكَانٍ وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍ ۖ وَمِن وَرَائِهِ عَذَابٌ غَلِيظٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onu yutmaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecek ve her yandan ona ölüm gelecek, fakat o ölemez. Arkasından da çetin bir azab gelecektir.
Diyanet Vakfı:
Onu yudumlamaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecek ve ona her yandan ölüm gelecek, oysa o ölecek değildir (ki azaptan kurtulsun). Bundan ötede şiddetli bir azap da vardır.

meŝelü-lleẕîne keferû birabbihim a`mâlühüm keramâdin-şteddet bihi-rrîḥu fî yevmin `âṣif. lâ yaḳdirûne mimmâ kesebû `alâ şey'. ẕâlike hüve-ḍḍalâlü-lbe`îd.

Türkçe:
Rablerine nankörlük edenlerin amelleri, fırtınalı bir günde rüzgârın tarumar ettiği küle benzer. Kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. İşte bu, dönüşü olmayan sapıklığın ta kendisidir.
İngilizce:
The parable of those who reject their Lord is that their works are as ashes, on which the wind blows furiously on a tempestuous day: No power have they over aught that they have earned: that is the straying far, far (from the goal).
Fransızca:
Les oeuvres de ceux qui ont mécru en leur Seigneur sont comparables à de la cendre violemment frappée par le vent, dans un jour de tempête. ils ne tireront aucun profit de ce qu'ils ont acquis. C'est cela l'égarement profond.
Almanca:
Das Gleichnis derjenigen, die Kufr ihrem HERRN gegenüber betrieben haben, lautet: "Ihre Werke ähneln Asche, über der sich der Wind an einem stürmischen Tag tummelt." Sie verfügen über nichts von dem, was sie erworben haben. Dies ist das weite Irregehen.
Rusça:
Деяния тех, кто не уверовал в своего Господа, подобны пеплу, над которым пронесся сильный ветер в ветреный день. Они не смогут распоряжаться ничем из того, что приобрели. Это и есть глубокое заблуждение.
Arapça:
مَّثَلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ ۖ أَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍ اشْتَدَّتْ بِهِ الرِّيحُ فِي يَوْمٍ عَاصِفٍ ۖ لَّا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلَىٰ شَيْءٍ ۚ ذَٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَعِيدُ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Rabblerini inkâr edenlerin durumu tıpkı fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu bir küle benzer. Kazandıklarından hiçbir şeyi elde edemezler. İşte asıl uzak sapıklık budur.
Diyanet Vakfı:
Rablerini inkar edenlerin durumu (şudur): Onların amelleri fırtınalı bir günde rüzgarın, şiddetle savurduğu küle benzer. Kazandıklarından hiçbir şeyi elde edemezler. İyiden iyiye sapıtma işte budur.

elem tera enne-llâhe ḫaleḳa-ssemâvâti vel'arḍa bilḥaḳḳ. iy yeşe' yüẕhibküm veye'ti biḫalḳin cedîd.

Türkçe:
Allah'ın gökleri ve yeri hak olarak yarattığını görmedin mi? Dilerse sizi yok eder, yepyeni bir halk getirir.
İngilizce:
Seest thou not that Allah created the heavens and the earth in Truth? If He so will, He can remove you and put (in your place) a new creation?
Fransızca:
Ne vois-tu pas qu'Allah a créé les cieux et la terre pour une juste raison ? S'Il voulait, Il vous ferait disparaître et ferait venir de nouvelles créatures,
Almanca:
Hast du etwa nicht wahrgenommen, daß ALLAH die Himmel und die Erde in Gesetzmäßigkeit erschaffen hat?! Wenn ER wollte, hätte ER euch vergehen lassen und eine neue Schöpfung hervorgebracht.
Rusça:
Разве ты не видишь, что Аллах сотворил небеса и землю во истине? Если Он пожелает, то уведет вас и приведет другие творения.
Arapça:
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ ۚ إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Gökleri ve yeri gerçekten Allah'ın yarattığını görmedin mi? O dilerse sizi yok edip yepyeni bir halk getirir.
Diyanet Vakfı:
Allah'ın gökleri ve yeri hak ile yarattığını görmedin mi? O dilerse sizi ortadan kaldırıp yepyeni bir halk getirir.

vemâ ẕâlike `ale-llâhi bi`azîz.

Türkçe:
Bu, Allah'a hiç de zor gelmez.
İngilizce:
Nor is that for Allah any great matter.
Fransızca:
et cela n'est nullement difficile pour Allah.
Almanca:
Und dies ist ALLAH nicht unmöglich.
Rusça:
Это для Аллаха не составляет труда.
Arapça:
وَمَا ذَٰلِكَ عَلَى اللَّهِ بِعَزِيزٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bu, Allah'a göre önemli bir şey değildir.
Diyanet Vakfı:
Bu, Allah'a güç değildir.

Pages

014. İbrahim - (İbrahim) Ibrahim – إبراهيم beslemesine abone olun.