
veyevme yü`raḍu-lleẕîne keferû `ale-nnâr. eẕhebtüm ṭayyibâtiküm fî ḥayâtikümü-ddünyâ vestemta`tüm bihâ. felyevme tüczevne `aẕâbe-lhûni bimâ küntüm testekbirûne fi-l'arḍi bigayri-lḥaḳḳi vebimâ küntüm tefsüḳûn.
Türkçe:
Gün olur, inkâr edenler ateşe arz edilirler. Onlara denir ki: "İyiliklerinizi/nimetlerinizi, o iğreti dünya hayatınızda silip süpürdünüz, onlarla zevklenip eğlendiniz. Bugünse alçaltıcı azapla cezalandırılacaksınız. Çünkü siz, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladınız ve gerçeğe ters düştünüz."
İngilizce:
And on the Day that the Unbelievers will be placed before the Fire, (It will be said to them): "Ye received your good things in the life of the world, and ye took your pleasure out of them: but today shall ye be recompensed with a Penalty of humiliation: for that ye were arrogant on earth without just cause, and that ye (ever) transgressed."
Fransızca:
Et le jour où ceux qui mécru seront présentés au Feu (il leur sera dit) : "vous avez dissipé vos [biens] excellents et vous en avez joui pleinement durant votre vie sur terre : on vous rétribue donc aujourd'hui du châtiment avilissant, pour l'orgueil dont vous vous enfliez injustement sur terre, et pour votre perversité.
Almanca:
Und an dem Tag, wenn diejenigen, die Kufr betrieben haben, dem Feuer ausgesetzt werden: "Ihr habt eure Tay-yibat in eurem diesseitigen Leben verbraucht und habt sie genossen, so wird euch heute die Peinigung der Erniedrigung vergolten wegen dem, wie ihr euch auf Erden zu Unrecht in Arroganz zu erheben pflegtet, und wegen dem, wie ihr Fisq zu betreiben pflegtet."
Rusça:
В тот день, когда неверующих представят Огню, им скажут: "Вы растратили свои блага в свой мирской жизни и попользовались ими. Сегодня вашим воздаянием будут унизительные мучения за то, что вы превозносились на земле безо всякого права, и за то, что вы были нечестивцами".
Arapça:
وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذِينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِ أَذْهَبْتُمْ طَيِّبَاتِكُمْ فِي حَيَاتِكُمُ الدُّنْيَا وَاسْتَمْتَعْتُم بِهَا فَالْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنتُمْ تَفْسُقُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İnkâr edenler ateşe arzedilecekleri gün onlara: "Siz dünya hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz, artık bugün yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanız ve yoldan çıkmış olmanızdan dolayı aşağılayıcı bir azabla cezalandırılacaksınız." (denir).
Diyanet Vakfı:
İnkar edenler ateşe arzolunacakları gün (onlara şöyle denir): Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz. Bugün ise yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan dolayı alçaltıcı bir azap göreceksiniz!

veẕkür eḫâ `âdin. iẕ enẕera ḳavmehû bil'aḥḳâfi veḳad ḫaleti-nnüẕüru mim beyni yedeyhi vemin ḫalfihî ellâ ta`büdû ille-llâh. innî eḫâfü `aleyküm `aẕâbe yevmin `ażîm.
Türkçe:
Âd kavminin kardeşini de an! O, kendinden önce ve sonra uyarıcıların gelip geçtiği Ahkaf'ta, toplumunu şöyle uyarmıştı: "Allah'tan başkasına kulluk/ibadet etmeyin! Gerçek şu ki, ben sizin büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum."
İngilizce:
Mention (Hud) one of 'Ad's (own) brethren: Behold, he warned his people about the winding Sand-tracts: but there have been warners before him and after him: "Worship ye none other than Allah: Truly I fear for you the Penalty of a Mighty Day."
Fransızca:
Et rappelle-toi le frère des Aad (Hud) quand il avertit son peuple à Al-Ahqaf - alors qu'avant et après lui, des avertisseurs sont passés - [en disant]: "N'adorez qu'Allah. Je crains pour vous le châtiment d'un jour terrible".
Almanca:
Und erwähne den Bruder von 'Aad, als er seine Leute in Al-ahqaf warnte, und bereits vergingen die Warner vor ihm und hinter ihm: "Dient nichts anderes als ALLAH! Ja! Ich fürchte um euch die Peinigung eines gewaltigen Tages."
Rusça:
Помяни брата адитов. Вот он предостерег свой народ среди барханов, хотя перед ним и позади него уже были предостережения: "Не поклоняйтесь никому, кроме Аллаха! Воистину, я боюсь, что вас постигнут мучения в Великий день".
Arapça:
۞ وَاذْكُرْ أَخَا عَادٍ إِذْ أَنذَرَ قَوْمَهُ بِالْأَحْقَافِ وَقَدْ خَلَتِ النُّذُرُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ey Muhammed! Âd kavminin kardeşi Hud'u hatırla. Hani O, Ahkâf denilen yerde kavmini uyarmıştı. O'ndan önce ve sonra da nice peygamberler gelip geçmiştir. Hud, kavmine: "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Çünkü ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum." demişti.
Diyanet Vakfı:
Ad kavminin kardeşini (Hud'u) an. Zira o, kendinden önce ve sonra uyarıcıların da gelip geçtiği Ahkaf bölgesindeki kavmine: Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Ben sizin büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum, demişti.

ḳâlû eci'tenâ lite'fikenâ `an âlihetinâ. fe'tinâ bimâ te`idünâ in künte mine-ṣṣâdiḳîn.
Türkçe:
Dediler: "Sen bizi, tanrılarımızdan yüz geri etmek için mi geldin? Eğer doğru sözlülerden isen, bizi tehdit ettiğin şeyi ortaya getir."
İngilizce:
They said: "Hast thou come in order to turn us aside from our gods? Then bring upon us the (calamity) with which thou dost threaten us, if thou art telling the truth?"
Fransızca:
Ils dirent : "Es-tu venu à nous détourner de nos divinités ? Eh bien, apporte-nous ce que tu nous promets si tu es du nombre des véridiques".
Almanca:
Sie sagten: "Kamst du zu uns, um uns von unseren Göttern abzuhalten? Dann bringe uns, was du uns androhst, solltest du von den Wahrhaftigen sein."
Rusça:
Они сказали: "Неужели ты пришел для того, чтобы отвратить нас от наших богов? Яви же нам то, чем ты нам угрожаешь, если ты являешься одним из тех, кто говорит правду".
Arapça:
قَالُوا أَجِئْتَنَا لِتَأْفِكَنَا عَنْ آلِهَتِنَا فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar: "Sen bizi ilâhlarımızdan çevirmek için mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen o bize vaad edip durduğun azabı haydi getir." dediler.
Diyanet Vakfı:
"Sen bizi tanrılarımızdan çevirmek için mi bize geldin? Hadi, doğru söyleyenlerden isen, bizi tehdit ettiğin şeyi başımıza getir" dediler.

ḳâle inneme-l`ilmü `inde-llâh. veübelliguküm mâ ürsiltü bihî velâkinnî erâküm ḳavmen techelûn.
Türkçe:
Dedi: "İlim, ancak Allah katındadır. Ben size, bana vahyedileni tebliğ ediyorum. Fakat sizin, cahillik edip duran bir toplum olduğunuzu görüyorum."
İngilizce:
He said: "The Knowledge (of when it will come) is only with Allah: I proclaim to you the mission on which I have been sent: But I see that ye are a people in ignorance!"..
Fransızca:
Il dit : " La science n'est qu'auprès d'Allah. Je vous transmets cependant le message avec lequel j'ai été envoyé. Mais je vois que vous êtes des gens ignorants".
Almanca:
Er sagte: 3 "Das Wissen ist nur bei ALLAH. Und ich verkünde euch das, womit ich entsandt wurde. Doch ich sehe euch als Leute, die unwissend sind."
Rusça:
Он сказал: "Знание - у Аллаха, а я лишь довожу до вашего сведения то, с чем я послан. Но я вижу, что вы являетесь невежественными людьми".
Arapça:
قَالَ إِنَّمَا الْعِلْمُ عِندَ اللَّهِ وَأُبَلِّغُكُم مَّا أُرْسِلْتُ بِهِ وَلَٰكِنِّي أَرَاكُمْ قَوْمًا تَجْهَلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hud: "O azabın ne zaman geleceğine dair ilim Allah katındadır. Ben size benimle gönderileni tebliğ ediyorum. Fakat ben sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum." dedi.
Diyanet Vakfı:
Hud da! Bilgi ancak Allah'ın katındadır. Ben size, bana gönderilen şeyi duyuruyorum. Fakat sizin cahil bir kavim olduğunuzu görüyorum, dedi.

felemmâ raevhü `âriḍam müstaḳbile evdiyetihim ḳâlû hâẕâ `âriḍum mümṭirunâ. bel hüve me-sta`celtüm bih. rîḥun fîhâ `aẕâbün elîm.
Türkçe:
Nihayet onu, vadilerine doğru gelen geniş bir bulut halinde görünce: "Ha, dediler, bu bize yağmur getirecek bir bulut!" Hayır, o, aceleden istediğiniz şeyin ta kendisi. Bir rüzgâr ki, içinde acıklı bir azap var.
İngilizce:
Then, when they saw the (Penalty in the shape of) a cloud traversing the sky, coming to meet their valleys, they said, "This cloud will give us rain!" "Nay, it is the (Calamity) ye were asking to be hastened!- A wind wherein is a Grievous Penalty!
Fransızca:
Puis, voyant un nuage se dirigeant vers leurs vallées, ils dirent; "Voici un nuage qui nous apporte de la pluie". Au contraire ! c'est cela même que vous cherchiez à hâter : C'est un vent qui contient un châtiment douloureux,
Almanca:
Und als sie es als Regenwolke sahen, die über ihre Täler zieht, sagten sie: "Dies ist eine Regenwolke, die über uns regnen wird." Nein, sondern sie ist das, womit ihr Eile gefordert habt, ein Wind, mit dem eine qualvolle Peinigung ist,
Rusça:
Когда же они увидели его (наказание) в виде тучи, надвигающейся на их долины, они сказали: "Это - туча, которая прольет на нас дождь". О нет! Вот то, что вы торопили, - ветер, несущий с собой мучительные страдания.
Arapça:
فَلَمَّا رَأَوْهُ عَارِضًا مُّسْتَقْبِلَ أَوْدِيَتِهِمْ قَالُوا هَٰذَا عَارِضٌ مُّمْطِرُنَا ۚ بَلْ هُوَ مَا اسْتَعْجَلْتُم بِهِ ۖ رِيحٌ فِيهَا عَذَابٌ أَلِيمٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O azabı, vadilerine doğru yayılan bir bulut halinde gördükleri zaman: "Bu bize yağmur yağdıracak yaygın bir buluttur." dediler. Hud ise: "O sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir. O bir rüzgârdır ki, içerisinde acı bir azab vardır.
Diyanet Vakfı:
Nihayet onu, vadilerine doğru yayılan bir bulut şeklinde görünce: Bu bize yağmur yağdıracak yaygın bir buluttur, dediler. Hayır! O, sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir. İçinde acı azap bulunan bir rüzgardır!

tüdemmiru külle şey'im biemri rabbihâ feaṣbeḥû lâ yürâ illâ mesâkinühüm. keẕâlike neczi-lḳavme-lmücrimîn.
Türkçe:
Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir edecek. Sonunda o hale geldiler ki, konutlarından başka hiçbir şey görünmüyordu. Suçlular topluluğunu işte böyle cezalandırırız biz.
İngilizce:
Everything will it destroy by the command of its Lord! Then by the morning they - nothing was to be seen but (the ruins of) their houses! thus do We recompense those given to sin!
Fransızca:
détruisant tout, par le commandement de son Seigneur". Puis, le lendemain on ne voyait plus que leurs demeures. Ainsi rétribuons-Nous les gens criminels.
Almanca:
er vernichtet alles, mit der Anweisung seines HERRN. Dann wurden sie so, daß nichts anderes als ihre Wohnstätten gesehen wird. Und solcherart vergelten WIR den schwer verfehlenden Leuten.
Rusça:
Он уничтожает всякую вещь по велению своего Господа. А на утро от них остались видны только их жилища. Так Мы воздаем грешным людям.
Arapça:
تُدَمِّرُ كُلَّ شَيْءٍ بِأَمْرِ رَبِّهَا فَأَصْبَحُوا لَا يُرَىٰ إِلَّا مَسَاكِنُهُمْ ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِمِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O rüzgâr, Rabbinin emri ile herşeyi yıkar mahveder." dedi. Nihayet helâk oldular ve evlerinden başka hiçbir şey görünmez oldu. İşte biz günahkâr kavmi böyle cezalandırırız.
Diyanet Vakfı:
O (rüzgar), Rabbinin emriyle her şeyi yıkar, mahveder. Nitekim (o kasırga gelince) onların evlerinden başka bir şey görülmez oldu. İşte biz suç işleyen toplumu böyle cezalandırırız.

veleḳad mekkennâhüm fîmâ im mekkennâküm fîhi vece`alnâ lehüm sem`av veebṣârav veef'ideh. femâ agnâ `anhüm sem`uhüm velâ ebṣâruhüm velâ ef'idetühüm min şey'in iẕ kânû yecḥadûne biâyâti-llâhi veḥâḳa bihim mâ kânû bihî yestehziûn.
Türkçe:
Yemin olsun, onlara, size vermediğimiz imkân ve kudreti vermiştik. Onlar için işitme gücü, gözler ve gönüller oluşturmuştuk. Fakat, işitme güçleri de gözleri de gönülleri de kendilerine hiçbir yarar sağlamadı/kendilerinden hiçbir şeyi uzaklaştıramadı; çünkü ayetlerimize karşı direniyorlardı. Ve alaya aldıkları şey, onları kuşatıp sardı.
İngilizce:
And We had firmly established them in a (prosperity and) power which We have not given to you (ye Quraish!) and We had endowed them with (faculties of) hearing, seeing, heart and intellect: but of no profit to them were their (faculties of) hearing, sight, and heart and intellect, when they went on rejecting the Signs of Allah; and they were (completely) encircled by that which they used to mock at!
Fransızca:
En effet, Nous les avions consolidés dans des positions que Nous ne vous avons pas données. Et Nous leur avions assigné une ouïe, des yeux et des coeurs, mais ni leur ouïe, ni leurs yeux, ni leurs coeurs ne leur ont profité en quoi que ce soit, parce qu'ils niaient les signes d'Allah. Et ce dont ils se moquaient les cerna.
Almanca:
Und gewiß, bereits festigten WIR sie, worin WIR euch nicht gefestigt haben, und WIR machten ihnen Gehör, Augen und Verstand. Doch weder ihr Gehör, noch ihre Augen, noch ihr Verstand nützten ihnen etwas, da sie ALLAHs Ayat verleugneten. Und sie umgab das, was sie zu verspotten pflegten.
Rusça:
Мы укрепили их в том, в чем не укрепляли вас, и даровали им слух, зрение и сердца. Но ни их слух, ни их зрение, ни их сердца нисколько не помогли им, поскольку они отвергали знамения Аллаха, и их окружило (или поразило) то, над чем они насмехались.
Arapça:
وَلَقَدْ مَكَّنَّاهُمْ فِيمَا إِن مَّكَّنَّاكُمْ فِيهِ وَجَعَلْنَا لَهُمْ سَمْعًا وَأَبْصَارًا وَأَفْئِدَةً فَمَا أَغْنَىٰ عَنْهُمْ سَمْعُهُمْ وَلَا أَبْصَارُهُمْ وَلَا أَفْئِدَتُهُم مِّن شَيْءٍ إِذْ كَانُوا يَجْحَدُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
And olsun ki, biz onlara size vermediğimiz imkanlar vermiştik. Onlara kulaklar, gözler ve kalpler vermiştik. Fakat kulakları, gözleri ve kalpleri onlara hiçbir fayda sağlamadı. Çünkü onlar Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey de onları sarıp kuşattı.
Diyanet Vakfı:
Andolsun ki, onlara da size vermediğimiz kudret ve serveti vermiştik. Kendilerine kulaklar, gözler ve kalpler vermiştik. Fakat kulakları, gözleri ve kalpleri kendilerine bir fayda sağlamadı. Zira bile bile Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlardı. Alay edip durdukları şey, kendilerini kuşatıverdi.

veleḳad ehleknâ mâ ḥavleküm mine-lḳurâ veṣarrafne-l'âyâti le`allehüm yerci`ûn.
Türkçe:
Yemin olsun, sizi çevreleyen kentleri/medeniyetleri de helâk ettik. Belki dönerler diye ayetleri değişik biçimlerde sıralayıp durmuştuk.
İngilizce:
We destroyed aforetime populations round about you; and We have shown the Signs in various ways, that they may turn (to Us).
Fransızca:
Nous avons assurément fait périr les cités autour de vous; et Nous avons diversifié les signes afin qu'ils reviennent (de leur mécréance).
Almanca:
Und gewiß, bereits richteten WIR das, was um euch herum an Ortschaften ist, zugrunde, und verdeutlichten die Ayat, damit sie umkehren.
Rusça:
Мы уже погубили селения, которые были вокруг вас, и разъяснили знамения, чтобы они могли вернуться на прямой путь.
Arapça:
وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا مَا حَوْلَكُم مِّنَ الْقُرَىٰ وَصَرَّفْنَا الْآيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Andolsun ki, biz sizin etrafınızda bulunan bir çok memleketleri helak ettik. Belki tevhide dönerler diye ayetlerimizi çeşitli şekillerde açıkladık.
Diyanet Vakfı:
Andolsun biz, çevrenizdeki memleketleri de yok ettik. Belki doğru yola dönerler diye ayetleri tekrar tekrar açıkladık.

felevlâ neṣarahümü-lleẕîne-tteḫaẕû min dûni-llâhi ḳurbânen âliheh. bel ḍallû `anhüm. veẕâlike ifkühüm vemâ kânû yefterûn.
Türkçe:
Allah'ın yanında yakınlık sağlamak için edindikleri ilahlar, onlara yardım etseydi ya! Tam aksine, onlardan uzaklaşıp kayboldular. Bu, onların yalanları, uydurup durduklarıydı.
İngilizce:
Why then was no help forthcoming to them from those whom they worshipped as gods, besides Allah, as a means of access (to Allah)? Nay, they left them in the lurch: but that was their falsehood and their invention.
Fransızca:
Pourquoi donc ne les secourent pas, ceux qu'ils avaient pris, en dehors d'Allah, comme divinités pour [soi-disant] les rapprocher de Lui ? Ceux-ci, au contraire, les abandonnèrent; telle est leur imposture et voilà ce qu'ils inventaient comme mensonges.
Almanca:
Und hätten ihnen diejenigen, die sie sich anstelle von ALLAH als Näherbringende als Gottheiten nahmen, doch Beistand geleistet! Nein, sondern sie sind ihnen abhanden gekommen. Und dies ist ihre Ifk-Lüge und das, was sie zu erfinden pflegten.
Rusça:
Почему же им не помогли, те божества, которым они поклонялись вместо Аллаха для того, чтобы приблизиться к Нему? Напротив, они скрылись от них. Вот их ложь и то, что они измышляли!
Arapça:
فَلَوْلَا نَصَرَهُمُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ قُرْبَانًا آلِهَةً ۖ بَلْ ضَلُّوا عَنْهُمْ ۚ وَذَٰلِكَ إِفْكُهُمْ وَمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah'ı bırakıp da kendilerine yakınlık sağlamak için edindikleri ilâhları onlara yardım etselerdi ya! Ama hayır, aksine onlardan kaybolup gittiler. İşte bu onların yalanları ve uydurup durdukları iftiralarıdır.
Diyanet Vakfı:
Allah'tan başka kendilerine yakınlık sağlamak için tanrı edindikleri şeyler, kendilerine yardım etselerdi ya! Hayır, onları bırakıp gittiler. Bu onların yalanı ve uydurup durdukları şeydir.

veiẕ ṣarafnâ ileyke neferam mine-lcinni yestemi`ûne-lḳur'ân. felemmâ ḥaḍarûhü ḳâlû enṣitû. felemmâ ḳuḍiye vellev ilâ ḳavmihim münẕirîn.
Türkçe:
Bir zaman, cinlerden bir topluluğu, Kur'an'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Onu dinlemeye hazır hale geldiklerinede: "Susup dinleyin!" dediler. Dinleme bitirilince de uyarıcılar olarak kendi toplumlarına döndüler.
İngilizce:
Behold, We turned towards thee a company of Jinns (quietly) listening to the Qur'an: when they stood in the presence thereof, they said, "Listen in silence!" When the (reading) was finished, they returned to their people, to warn (them of their sins).
Fransızca:
(Rappelle-toi) lorsque Nous dirigeâmes vers toi une troupe de djinns pour qu'ils écoutent le Coran. Quand ils assistèrent [à sa lecture] ils dirent : "écoutez attentivement"... Puis, quand ce fut terminé, ils retournèrent à leur peuple en avertisseurs .
Almanca:
Und (erinnere daran), als WIR dir eine Gruppe von den Dschinn zuwandten, die dem Quran zuhörten. Und als sie bei ihm anwesend wurden, sagten sie: "Hört zu!" Und dann, als damit aufgehört wurde, kehrten sie zu ihren Leuten als Warnende zurück.
Rusça:
Вот Мы направили к тебе нескольких джиннов, чтобы они послушали Коран. Когда они пришли к нему, они сказали: "Молчите и слушайте!" Когда же оно (чтение Корана) было окончено, они вернулись к своему народу, чтобы предостеречь его.
Arapça:
وَإِذْ صَرَفْنَا إِلَيْكَ نَفَرًا مِّنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْآنَ فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُوا أَنصِتُوا ۖ فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا إِلَىٰ قَوْمِهِم مُّنذِرِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ey Muhammed! Hani biz cinlerden bir grubu Kur'ân'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Onlar Kur'ân'ı dinlemek için hazır bulundukları zaman birbirlerine "susun" dediler. Kur'ân'ın okunması bitince de birer uyarıcı olarak kavimlerine döndüler.
Diyanet Vakfı:
Hani cinlerden bir gurubu, Kur'an'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur'an'ı dinlemeye hazır olunca (birbirlerine) "Susun" demişler, Kur'an'ın okunması bitince uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi.
Pages
