076. İnsan - (İnsan) Al-Insan—الإنسان

feveḳâhümü-llâhü şerra ẕâlike-lyevmi veleḳḳâhüm naḍratev vesürûrâ.

Türkçe:
Allah da onları o günün şerrinden korumuş ve kendilerini bir parlaklığa, bir sevince ulaştırmıştır.
İngilizce:
But Allah will deliver them from the evil of that Day, and will shed over them a Light of Beauty and (blissful) Joy.
Fransızca:
Allah les protégera donc du mal de ce jour-là, et leur fera rencontrer la splendeur et la joie,
Almanca:
Dann schützte ALLAH sie vor der Bosheit diese Tages und gewährte ihnen Strahlen und Freude,
Rusça:
Аллах защитит их от зла того дня и одарит их процветанием и радостью.
Arapça:
فَوَقَاهُمُ اللَّهُ شَرَّ ذَٰلِكَ الْيَوْمِ وَلَقَّاهُمْ نَضْرَةً وَسُرُورًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah da onları o günün fenalığından korur, yüzlerine parlaklık, gönüllerine sevinç verir.
Diyanet Vakfı:
İşte bu yüzden Allah onları o günün fenalığından esirger; (yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir.

vecezâhüm bimâ ṣaberû cennetev veḥarîrâ.

Türkçe:
Sabretmelerine karşılık olarak da onları bir bahçe ve ipekle ödüllendirmiştir.
İngilizce:
And because they were patient and constant, He will reward them with a Garden and (garments of) silk.
Fransızca:
et les rétribuera pour ce qu'ils auront enduré, en leur donnant le Paradis et des [vêtements] de soie,
Almanca:
und vergalt ihnen dafür, daß sie sich in Geduld übten Dschanna und Seide,
Rusça:
А за то, что они проявили терпение, Он воздаст им Райскими садами и шелками.
Arapça:
وَجَزَاهُم بِمَا صَبَرُوا جَنَّةً وَحَرِيرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Sabırlarına karşılık onlara bir cennet ve ipekten elbiseler verir.
Diyanet Vakfı:
Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve (cennetteki) ipekleri lütfeder.

müttekiîne fîhâ `ale-l'erâik. lâ yeravne fîhâ şemsev velâ zemherîrâ.

Türkçe:
Koltuklar üzerine yaslanarak otururlar orada. Ne bir güneş görürler orada ne de kavurucu bir soğuk...
İngilizce:
Reclining in the (Garden) on raised thrones, they will see there neither the sun's (excessive heat) nor (the moon's) excessive cold.
Fransızca:
ils y seront accoudés sur des divans, n'y voyant ni soleil ni froid glacial .
Almanca:
angelehnt darin auf Liegen. Sie sehen darin weder Sonne noch Mond .
Rusça:
Они будут лежать на ложах, прислонившись, и не увидят там ни солнца, ни стужи.
Arapça:
مُّتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ ۖ لَا يَرَوْنَ فِيهَا شَمْسًا وَلَا زَمْهَرِيرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Orada donatılmış koltuklar üzerine dayanmışlardır: Orada ne yakıcı güneş görürler, ne de şiddetli soğuk.
Diyanet Vakfı:
Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar; ne yakıcı sıcak görülür orada, ne de dondurucu soğuk.

vedâniyeten `aleyhim żilâlühâ veẕüllilet ḳuṭûfühâ teẕlîlâ.

Türkçe:
Bahçenin gölgeleri üzerlerine eğilmiştir. Ve bahçenin meyveleri iyice yaklaştırılmıştır.
İngilizce:
And the shades of the (Garden) will come low over them, and the bunches (of fruit), there, will hang low in humility.
Fransızca:
Ses ombrages les couvriront de près, et ses fruits inclinés bien bas [à portée de leurs mains].
Almanca:
Und nahe sind über ihnen ihre Schatten und ihre Früchte wurden sehr leicht verfügbar gemacht.
Rusça:
Тени будут близки к ним, и плоды будут подчинены им полностью.
Arapça:
وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْلِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Üzerlerine cennet gölgeleri sarkmış, meyveleri bol bol önlerine konmuştur.
Diyanet Vakfı:
(Cennet ağaçlarının) gölgeleri, üzerlerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur.

veyüṭâfü `aleyhim biâniyetim min fiḍḍativ veekvâbin kânet ḳavârîrâ.

Türkçe:
Çevrelerinde, gümüşten ve billurdan kaplar dolaştırılır. Kupalardır onlar.
İngilizce:
And amongst them will be passed round vessels of silver and goblets of crystal,-
Fransızca:
Et l'on fera circuler parmi eux des récipients d'argent et des coupes cristallines,
Almanca:
Und ihnen wird serviert mit Schalen aus Silber und Kelchen, die 3 Gläserne sind,
Rusça:
Обходить их будут с сосудами из серебра и кубками из хрусталя -
Arapça:
وَيُطَافُ عَلَيْهِم بِآنِيَةٍ مِّن فِضَّةٍ وَأَكْوَابٍ كَانَتْ قَوَارِيرَا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yanlarında gümüşten kaplar, billur kupalar dolaştırılır.
Diyanet Vakfı:
Yanlarında gümüşten kaplar ve billur kupalar dolaştırılır.

ḳavârîrae min fiḍḍatin ḳadderûhâ taḳdîrâ.

Türkçe:
Gümüşten kupalar ki, tam diledikleri ölçüde belirlemişlerdir onları.
İngilizce:
Crystal-clear, made of silver: they will determine the measure thereof (according to their wishes).
Fransızca:
en cristal d'argent, dont le contenu a été savamment dosé.
Almanca:
Gläserne aus Silber, die sie richtig schätzten.
Rusça:
хрусталя серебряного, соразмерных размеров.
Arapça:
قَوَارِيرَ مِن فِضَّةٍ قَدَّرُوهَا تَقْدِيرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Gümüşten öyle kadehler ki onları türlü türlü biçimlere koymuşlardır.
Diyanet Vakfı:
Gümüşten öyle kadehler ki onları istedikleri ölçüde tayin ve takdir etmişlerdir.

veyüsḳavne fîhâ ke'sen kâne mizâcühâ zencebîlâ.

Türkçe:
Orada kendilerine karışımı zencefil olan bir kadehten içirilir.
İngilizce:
And they will be given to drink there of a Cup (of Wine) mixed with Zanjabil,-
Fransızca:
Et là, ils seront abreuvés d'une coupe dont le mélange sera de gingembre,
Almanca:
Und ihnen wird darin zu trinken gegeben Wein, der mit Ingwer gemischt ist,
Rusça:
Поить их там будут из чаш вином, смешанным с имбирем,
Arapça:
وَيُسْقَوْنَ فِيهَا كَأْسًا كَانَ مِزَاجُهَا زَنجَبِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlara orada bir dolu kadeh sunulur ki, karışımı zencefildir.
Diyanet Vakfı:
Onlara orada bir kaseden içirilir ki (bu şarabın) karışımında zencefil vardır.

`aynen fîhâ tüsemmâ selsebîlâ.

Türkçe:
Bir pınar ki, orada, selsebil diye anılır.
İngilizce:
A fountain there, called Salsabil.
Fransızca:
puisé là-dedans à une source qui s'appelle Salsabil.
Almanca:
aus einer Quelle darin, die Sal-sabil heißt.
Rusça:
из источника, названного Сальсабилем.
Arapça:
عَيْنًا فِيهَا تُسَمَّىٰ سَلْسَبِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bu orada bir pınardır ki, adına "selsebil" derler.
Diyanet Vakfı:
(Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebil denir.

veyeṭûfü `aleyhim vildânüm müḫalledûn. iẕâ raeytehüm ḥasibtehüm lü'lüem menŝûrâ.

Türkçe:
Dolaşır çevrelerinde, sürekli görevlendirilmiş gençler. Görseydin onları, dizilmiş inciler sanırdın.
İngilizce:
And round about them will (serve) youths of perpetual (freshness): If thou seest them, thou wouldst think them scattered Pearls.
Fransızca:
Et parmi eux, circuleront des garçons éternellement jeunes. Quand tu les verras, tu les prendras pour des perles éparpillées.
Almanca:
Und ihnen servieren ewige Dienstjungen, wenn du sie siehst, denkst du, sie wären ausgestreute Perlen.
Rusça:
Их будут обходить вечно юные отроки. Взглянув на них, ты примешь их за рассыпанный жемчуг.
Arapça:
۞ وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُّخَلَّدُونَ إِذَا رَأَيْتَهُمْ حَسِبْتَهُمْ لُؤْلُؤًا مَّنثُورًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Etraflarında ölümsüz hizmetçiler dolaşır, onları görünce saçılmış inciler sanırsın.
Diyanet Vakfı:
O insanların etrafında öyle ölümsüz genç nedimler dolaşır ki, onları gördüğünde, etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın.

veiẕâ raeyte ŝemme raeyte ne`îmev vemülken kebîrâ.

Türkçe:
Oraya baktığında, nereye göz atsan büyük bir nimet, büyük bir mülk ve yönetim görürsün.
İngilizce:
And when thou lookest, it is there thou wilt see a Bliss and a Realm Magnificent.
Fransızca:
Et quand tu regarderas là-bas, tu verras un délice et un vaste royaume.
Almanca:
Und wenn du dort siehst, siehst du Wohlergehen und großen Reichtum.
Rusça:
Взглянув же, ты увидишь там благодать и великую власть.
Arapça:
وَإِذَا رَأَيْتَ ثَمَّ رَأَيْتَ نَعِيمًا وَمُلْكًا كَبِيرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Orada nereye baksan bir nimet ve pek büyük bir mülk görürsün.
Diyanet Vakfı:
Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün.

Pages

076. İnsan - (İnsan) Al-Insan—الإنسان beslemesine abone olun.