Al-Ahzab—الأحزاب

yâ eyyühe-nnebiyyü ḳul liezvâcike vebenâtike venisâi-lmü'minîne yüdnîne `aleyhinne min celâbîbihinn. ẕâlike ednâ ey yü`rafne felâ yü'ẕeyn. vekâne-llâhü gafûrar raḥîmâ.

Türkçe:
Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış giysilerini üzerlerine alsınlar. Bu, onların tanınmaları ve incitilmemeleri için çok daha uygun bir yoldur. Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.
İngilizce:
O Prophet! Tell thy wives and daughters, and the believing women, that they should cast their outer garments over their persons (when abroad): that is most convenient, that they should be known (as such) and not molested. And Allah is Oft-Forgiving, Most Merciful.
Fransızca:
ô Prophète ! Dis à tes épouses, à tes filles, et aux femmes des croyants, de ramener sur elles leurs grands voiles : elles en seront plus vite reconnues et éviteront d'être offensées. Allah est Pardonneur et Miséricordieux.
Almanca:
Prophet! Sag zu deinen Ehefrauen, zu deinen Töchtern und zu den Frauen der Mumin, daß sie von ihren Dschilbab über sich ziehen. Dies ist eher daran, daß sie erkannt und dann nicht belästigt werden. Und ALLAH ist immer allvergebend, allgnädig.
Rusça:
О Пророк! Скажи твоим женам, твоим дочерям и женщинам верующих мужчин, чтобы они опускали на себя (или сближали на себе) свои покрывала. Так их будут легче узнавать (отличать от рабынь и блудниц) и не подвергнут оскорблениям. Аллах - Прощающий, Милосердный.
Arapça:
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُل لِّأَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاءِ الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِن جَلَابِيبِهِنَّ ۚ ذَٰلِكَ أَدْنَىٰ أَن يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَ ۗ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ey peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına hep söyle de cilbablarından (dış elbiselerinden) üzerlerini sımsıkı örtsünler. Bu onların tanınmalarına, tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olandır. Bununla beraber Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
Diyanet Vakfı:
Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.

leil lem yentehi-lmünâfiḳûne velleẕîne fî ḳulûbihim meraḍuv velmürcifûne fi-lmedîneti lenugriyenneke bihim ŝümme lâ yücâvirûneke fîhâ illâ ḳalîlâ.

Türkçe:
İkiyüzlüler, kalplerinde maraz bulunanlar, şehirde çirkin haberler yayanlar, bu yaptıklarına son vermezlerse, seni onların üzerine gitmeye elbette teşvik edeceğiz. Bundan sonra onlar, orada senin yakınında, çok az kalabilirler.
İngilizce:
Truly, if the Hypocrites, and those in whose hearts is a disease, and those who stir up sedition in the City, desist not, We shall certainly stir thee up against them: Then will they not be able to stay in it as thy neighbours for any length of time:
Fransızca:
Certes, si les hypocrites, ceux qui ont la maladie au cœur, et les alarmistes [semeurs de troubles] à Médine ne cessent pas, Nous t'inciterons contre eux, et alors, ils n'y resteront que peu de temps en ton voisinage.
Almanca:
Wenn die Munafiq, diejenigen, in denen Herzen Krankheit ist, und die Anti-Propagatoren in Madina nicht aufhören, dann werden WIR dich doch gegen sie aufbringen, dann werden sie darin (in Al-madina) nicht mehr mit dir benachbart sein, außer für kurze Zeit.
Rusça:
Если лицемеры и те, чьи сердца поражены недугом, и те, кто распространяет слухи в Медине, не перестанут, то Мы непременно поможем тебе одолеть их, и тогда они будут соседствовать с тобой здесь совсем недолго,
Arapça:
۞ لَّئِن لَّمْ يَنتَهِ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ وَالْمُرْجِفُونَ فِي الْمَدِينَةِ لَنُغْرِيَنَّكَ بِهِمْ ثُمَّ لَا يُجَاوِرُونَكَ فِيهَا إِلَّا قَلِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Andolsun ki, eğer münafıklar ve kalblerinde bir hastalık olanlar ve Medine'de dedikodu yapanlar, bu yaptıklarından vaz geçmezlerse, mutlaka seni onlara musallat ederiz. Sonra seninle orada az bir zamandan fazla komşu kalamazlar.
Diyanet Vakfı:
Andolsun, iki yüzlüler, kalplerinde hastalık bulunanlar (fuhuş düşüncesi taşıyanlar), şehirde kötü haber yayanlar (bu hallerinden) vazgeçmezlerse, seni onlara musallat ederiz (onlarla savaşmanı ve onları şehirden sürüp çıkarmanı sana emrederiz); sonra orada, senin yanında ancak az bir zaman kalabilirler.

mel`ûnîn. eyne mâ ŝüḳifû üḫiẕû veḳuttilû taḳtîlâ.

Türkçe:
Lanetlenmiş hale gelirler. Rastlandıkları yerde enselenirler, öldürülür de öldürülürler.
İngilizce:
They shall have a curse on them: whenever they are found, they shall be seized and slain (without mercy).
Fransızca:
Ce sont des maudits. Où qu'on les trouve, ils seront pris et tués impitoyablement :
Almanca:
Sie werden verflucht sein. Überall, wo sie gefunden werden, werden sie ergriffen und gnadenlos getötet.
Rusça:
будучи проклятыми. Где бы их ни обнаружили, их будут хватать и безжалостно убивать.
Arapça:
مَّلْعُونِينَ ۖ أَيْنَمَا ثُقِفُوا أُخِذُوا وَقُتِّلُوا تَقْتِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Melun olarak nerede bulunurlarsa yakalanırlar ve öldürülürler.
Diyanet Vakfı:
Hepsi de lanetlenmiş olarak nerede ele geçirilirlerse, yakalanır ve mutlaka öldürülürler.

sünnete-llâhi fi-lleẕîne ḫalev min ḳabl. velen tecide lisünneti-llâhi tebdîlâ.

Türkçe:
Bu, Allah'ın daha önce gelip geçmişlerde işleyen tavrı-tarzıdır. Allah'ın tavrında herhangi bir değişiklik asla bulamazsın.
İngilizce:
(Such was) the practice (approved) of Allah among those who lived aforetime: No change wilt thou find in the practice (approved) of Allah.
Fransızca:
Telles était la loi établie par Allah envers ceux qui ont vécu auparavant et tu ne trouvera pas de changement dans la loi d'Allah.
Almanca:
Dies ist ALLAHs Handlungsweise mit denjenigen, die vorher vergingen, und du wirst für ALLAHs Handlungsweise gewiß keine Änderung finden.
Rusça:
Таково было установление Аллаха для тех, которые жили прежде, и ты не найдешь изменения в установлении Аллаха.
Arapça:
سُنَّةَ اللَّهِ فِي الَّذِينَ خَلَوْا مِن قَبْلُ ۖ وَلَن تَجِدَ لِسُنَّةِ اللَّهِ تَبْدِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah'ın bundan önce geçenler hakkındaki kanunu budur. Ve sen Allah'ın kanununu değiştirmeye asla çare bulamazsın.
Diyanet Vakfı:
Allah'ın önceden geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.

yes'elüke-nnâsü `ani-ssâ`ah. ḳul innemâ `ilmühâ `inde-llâh. vemâ yüdrîke le`alle-ssâ`ate tekûnü ḳarîbâ.

Türkçe:
İnsanlar sana kıyametin saatinden soruyorlar. De ki: "Ona ilişkin bilgi Allah katındadır." Ne bilirsin, belki de o saat yakındır!
İngilizce:
Men ask thee concerning the Hour: Say, "The knowledge thereof is with Allah (alone)": and what will make thee understand?- perchance the Hour is nigh!
Fransızca:
Les gens t'interrogent au sujet de l'Heure . Dis : "Sa connaissance est exclusive à Allah". Qu'en sais-tu ? Il se peut que l'Heure soit proche.
Almanca:
Die Menschen fragen dich nach der Stunde. Sag: "Das Wissen von ihr ist nur bei ALLAH." Und was läßt dich wissen, vielleicht liegt die Stunde nahe.
Rusça:
Люди спрашивают тебя о Часе. Скажи: "Знанием о нем обладает только Аллах". Откуда тебе знать, быть может, Час близок?
Arapça:
يَسْأَلُكَ النَّاسُ عَنِ السَّاعَةِ ۖ قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِندَ اللَّهِ ۚ وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ تَكُونُ قَرِيبًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İnsanlar sana kıyamet saaatini soruyorlar. De ki: "Onun ilmi ancak Allah'ın nezdindedir. Ne bilirsin belki kıyamet yakında olur."
Diyanet Vakfı:
İnsanlar sana kıyametin zamanını soruyorlar. De ki: Onun bilgisi Allah katındadır. Ne bilirsin, belki de zamanı yakındır.

inne-llâhe le`ane-lkâfirîne vee`adde lehüm se`îrâ.

Türkçe:
Hiç kuşkusuz, Allah, inkârcıları lanetlemiş ve onlar için çılgın bir ateş hazırlamıştır.
İngilizce:
Verily Allah has cursed the Unbelievers and prepared for them a Blazing Fire,-
Fransızca:
Allah a maudit les infidèles et leur a préparé une fournaise,
Almanca:
Gewiß, ALLAH verfluchte die Kafir und bereitete für sie Gluthitze.
Rusça:
Воистину, Аллах проклял неверующих и уготовил для них Пламя,
Arapça:
إِنَّ اللَّهَ لَعَنَ الْكَافِرِينَ وَأَعَدَّ لَهُمْ سَعِيرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Şu muhakkak ki, Allah kâfirleri lânetlemiş ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır.
Diyanet Vakfı:
Şu muhakkak ki, Allah kafirleri rahmetinden kovmuş ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır.

ḫâlidîne fîhâ ebedâ. lâ yecidûne veliyyev velâ neṣîrâ.

Türkçe:
Uzun süre kalacaklardır onun içinde. Ne bir dost bulacaklardır ne bir yardımcı.
İngilizce:
To dwell therein for ever: no protector will they find, nor helper.
Fransızca:
pour qu'ils y demeurent éternellement, sans trouver ni alliés ni secoureur.
Almanca:
Darin werden sie ewig für immer bleiben. Sie werden weder Wali, noch Beistehenden finden.
Rusça:
в котором они пребудут вечно. Они не найдут ни покровителя, ни помощника.
Arapça:
خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۖ لَّا يَجِدُونَ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Onlar) orada ebedî kalırlar ve ne bir dost bulabilirler, ne de bir yardımcı.
Diyanet Vakfı:
(Onlar) orada ebedi olarak kalacaklar, (kendilerini koruyacak) ne bir dost ne de bir yardımcı bulacaklardır.

yevme tüḳallebü vucûhühüm fi-nnâri yeḳûlûne yâ leytenâ eṭa`ne-llâhe veeṭa`ne-rrasûl.

Türkçe:
Gün olur, yüzleri ateşin içinde evrilip çevrilir de şöyle derler: "Vay başımıza! Keşke Allah'a itaat etseydik, keşke resule itaat etseydik."
İngilizce:
The Day that their faces will be turned upside down in the Fire, they will say: "Woe to us! Would that we had obeyed Allah and obeyed the Messenger!"
Fransızca:
Le jour où leurs visages seront tournés dans le Feu, ils diront : "Hélas pour nous ! Si seulement nous avions obéi à Allah et obéi au Messager ! ".
Almanca:
An dem Tag, wenn ihre Gesichter im Feuer ständig gedreht werden, werden sie sagen: "Hätten wir doch ALLAH gehorcht, und hätten wir doch dem Gesandten gehorcht!"
Rusça:
В тот день их лица будут поворачиваться (или изменяться) в Огне, и они скажут: "Лучше бы мы повиновались Аллаху и повиновались Посланнику!"
Arapça:
يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَا لَيْتَنَا أَطَعْنَا اللَّهَ وَأَطَعْنَا الرَّسُولَا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O gün yüzleri ateş içinde çevirilirken: "Ah keşke Allah'a itaat etseydik, peygambere itaat etseydik!" derler.
Diyanet Vakfı:
Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygamber'e de itaat etseydik! derler.

veḳâlû rabbenâ innâ eṭa`nâ sâdetenâ veküberâenâ feeḍallûne-ssebîl.

Türkçe:
Ve derler ki: "Rabbimiz! Biz, efendilerimize, büyüklerimize itaat ettik de bizi yoldan saptırdılar."
İngilizce:
And they would say: "Our Lord! We obeyed our chiefs and our great ones, and they misled us as to the (right) Path.
Fransızca:
Et ils dirent : "Seigneur, nous avons obéi à nos chefs et à nos grands. C'est donc eux qui nous ont égarés du Sentier.
Almanca:
Und sie sagten: "Unser HERR! Wir gehorchten unseren Herrschern und unseren Führern, so ließen sie uns vom Weg abirren.
Rusça:
Они скажут: "Господь наш! Мы повиновались нашим старейшинам и нашей знати, и они сбили нас с пути.
Arapça:
وَقَالُوا رَبَّنَا إِنَّا أَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَاءَنَا فَأَضَلُّونَا السَّبِيلَا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yine derler ki: "Ey Rabbimiz! Biz beylerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi yanlış yola götürdüler."
Diyanet Vakfı:
Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yolda saptırdılar, derler.

rabbenâ âtihim ḍi`feyni mine-l`aẕâbi vel`anhüm la`nen kebîrâ.

Türkçe:
"Rabbimiz, onlara iki kat azap ver; onları büyük bir lanet ile lanetle!"
İngilizce:
Our Lord! Give them double Penalty and curse them with a very great Curse!
Fransızca:
ô notre Seigneur, inflige-leur deux fois le châtiment et maudis les d'une grande malédiction".
Almanca:
Unser HERR! Gib ihnen Doppeltes von der Peinigung und verfluche sie mit einem großen Fluch!"
Rusça:
Господь наш! Удвой для них мучения и прокляни их великим проклятием!"
Arapça:
رَبَّنَا آتِهِمْ ضِعْفَيْنِ مِنَ الْعَذَابِ وَالْعَنْهُمْ لَعْنًا كَبِيرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ey Rabbimiz! Onlara azabın iki katını ver ve kendilerini büyük bir lânet ile lânetle."
Diyanet Vakfı:
Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lanetle rahmetinden kov.

Pages

Al-Ahzab—الأحزاب beslemesine abone olun.